Roman GaripMirto
Bir YusufAslan, Yapıtı'dır,
*****************************
GARİP MİRTO:
*******************
ÖN SÖZ:
***********
Yusuf ASLAN:
*****************
bir zamanlar bizim elde vardı bizim Garip mirto? isminden yola çıkarak bir ulvi insanın, dünyayı ve dünya insanlarını dünya görüşüyle yakından tanıma gayreti içinde oldum ve bir yaşam biçimini öğrenme şansını yakaladım ve açtıkça derinleşen bir konu bir dram olmaya başladı bende bu yolda yazmak suretiyle yolun sonunu yani bir ışık görünceye kadar yürümeye devam etmeye karar verdim. ve sormak geliyor içimden dünyanın sevgili Ağalarına ve Sevgili Beylerine, sizlerde. tanıyormusunuz bu gibi yurduna sözde değil özde bağlı vatan perver insanları, kendi özbe öz toprağından yetiştirdiği nimetlerini seve seve bahşeden kardeşçe paylaşımı bilen, yani dünya insanlarına sunan o güzelim cennet yurdumuzu bizler biliyoruz, hatta bir karış toprağı için uğruna ölecek kadar biliyoruz diyorlar. peki sizler ne kadar biliyorsunuz. bilsenizde bilmesenizde o güzelim memlekette o kıraç dediğiniz toprakların türüm türüm kokular saçan, o yetiştirdiği papatyaların, nergizlerin, çiğdemlerin, navruzların, kepeneklerin, cilbanların, kenger sakızların, ana dili (ANIK)olan, O Tarhana çorbasının üzerine serpiştirdiğimiz kekiklerin, kaysıların, daha bir çok, insan sağlığına faydalı olan, O suni gübrelerle değilde. Hayvan gübresiyle tarlanın gübrelendiğini, bir kere daha siz dostlara soruyorum acaba sizler bir kereye mahsusda olsa O gururundan ödün vermeyen mağrur köylere hiç gittinizmi yada yol kenarından geçerken O güzelim Köyler. hakkında, veya O köylerin yetiştirdiği onuruyla yaşayan vatan perver halkı için aklınızdan ne geçirdiğinizi. daha doğrusu neler düşündüğünüzü bilmek isterim, bunun aksine bilmekte istemem? niye bilmek istemem çünkü az çok tahmin ediyorum, sizlerin O köyler ve köylüleri küçümseyerek şuursuzca düşüncelerinizi tahmin ediyorumda ondan. eğer bir örnek vermek gerekirse nitekim avrupada ve avrupanın parlamenter sisteminde at koşturan sırf kendi çıkarlarını düşünüp, başkalarının çıkarlarının göz ardı edildiğini ve sizin içinde denize bi olta attık ya çıkarsa mantığıyla diğer dünya insanlarını avrupa ortak pazara alacaz deye sorumsuzca oyalamalarıda ayrı bir saygısızlıktır.? ve sevgili Garip Mirto,nun kendi iç dünyasında yaşam biçiminin ne kadar ağır bir fatura olduğu ve bu ağır faturayı kendini bu durumlara düşürenlere derin bir OF çekerek bir eziklik içinde ezile ezile ödediğinin kanıtı ve eseridir bu eser.Sayfa.>1<02.10.2008. -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
GARİP MİRTO. kendi örf ve adet üslubuyla yaklaşarak birlikte yaşadığı insanların öz isimlerini ve lakaplarını kullanarak işlemiştir, (Örnek olarak üç tane hüseyin, beş tane ibrahim, on tane Elif, var. bu şahısları lakaplarıyla. söyledinmi. O zaman kim oldukları belli oluyor.)köy yaşantısını işlerken O kahramanların lakaplarını ve isimlerini değiştirmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyi düşünmemiştir. kendi Akıl ve Mantığıyla, eğer bu vatan sever ÖZ TÜRK OĞLU TÜRK. Hasan badırıklı köylülerimin isimlerini ve lakaplarını değiştirirsem onlara ihanet etmiş olurum ve onları Figuran konumuna düşürmüş olurum düşüncesiyle,gerçek öz isimleriyle ve söylem şekilleriyle hitab ederek, Ancak benim kahraman.köyümü ve Köylülerimi Başa çekmek düşüncesi hakimiyetini muhafaza etmiştir, GARİP MİRTO.bu Halk yapıtını bütün sevenleriyle paylaşmaktan Haz ve Gurur Duyar Saygılarımla,YusufASLAN.
GARİP MİRTO.
---------------------
Bir zamanlar bizim elde
Vardı bizim garip mirto
İnsanlığı perde perde
Gördü bizim garip mirto
Dosları kırdı belini
Bir görün garip halini
Karlı dağ gibi eridi
Noldu bizim garip mirto
Kaf dağından aşırdılar
Bir ovada şaşırdılar
Kuyu kazıp düşürdülar
Kördü bizim garip mirto
Der yusuf dostunu dene
Neme lazım deyip geçme
Bir kaç zalımın elinde
Öldü bizim garip mirto
SAYFA,>2< 02.10.2008.
****************************************
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
GARİP MİRTO.
---------------------
Soğuk bir kış günüydü dışarıda buz gibi ayaz vardı, ayazın fanırtılı sesi pencerenin çerçevelerini sallıyordu, kapalı olduğu halde çerçeveleri bir birine vurarak ses çıkartıyor insanın içinde cesareti olsa, soğuğa, ayaza, hele o fanırtı çıkaran ve birlikte kar tanelerini havada dondurarak serpinti yapan havanın azgınlığına karşı koymak mümkünmüydü. Alhasın kızı Elif, ocağı yakmış, bir kenara minderini koymuş. sazlık otundan yapılmış yastığınıda getirip duvara yaslamıştı, çuldan minderinin üstüne kendini salı verdi,bıraktı halli halsizce.ağrımış belini yastığına dayayıp ocaklıkta yanan ateşe doğru yönünü çevirdi. elleri donmuş buymuş hemide çok üşümüştü ellerini ateşe doğru açarak uzattı, ateş ellerine ilk önceleri kar etmedi, ateş yandıkca, harlandıkca ve de daha sonraları elleri ateşde ısındıkca farkına vardıki, ateş ellerini yakıyor. çar çabuk ateşten ellerini çekti. Gözleri kapanmak üzere. ateşte ısındıkca her yanı gevşedi, uykusuda iyicene sıkıştırdı Alhasın kızı Elif uyumakta istemiyordu ara sıra gözleri yumulsada tez tez göz kapaklarını açıyor. arada birde sıçırıyordu belliki yorulmuş o yüzden sıçırıyordu, kulağıda dışarıdan gelecek sesdeyidi, kendi kendine daha gelmedi ancak birazdan oda gelir zavallı adam orada üşümüştür deyerek hemi söyleniyor hemi kendini ayık tutmaya çalışıyor. bir ara gözleri kapıya ilişti kapının kullebini açmaya uğraşan kocası palancı yusubun sesini eşitti, Elif, Elif kapıyı açamıyım ellerim buydu, üşümüşüm. kapıyı aç diye palancı yusubun sesi aceleci bir şekilde geliyorduki, Alhasın kızı Elif bir sıçırayışta koşar adımla kapıya yöneldi, bir hamlede kapının kullebini kaldırarak kapıyı açması bir oldu. gel yusubum gel evimin direği benim palancı yusubum deyerek herifinin kapısını ardına kadar açıp içeriye aldı. Palancı yusub üşümüştü soğuktan çenesi titiriyordu, Elifim Elifim deyerek Elifinin omuzuna kolunu dayayıp ocaklığa ateşe doğru birlikte yürüdüler. Alhasın kızı Elif önceden hazırladığı yeri herifine göstererek, buyur herif şuraya oturda ısınasın ellerin ayakların, bütün vücudun donmuş, buymuşşun. Alhasın kızı otur hele dedikten sonra. SAYFA. >3< 09.10.2008. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Palancı yusub usul usul minderine oturdu, yastığına bir eyice yaslandı ellerini ateşe doğru uzattı, ateş de sönmeye yüz tutmuştu. Alhasın kızı Elif koşarak çalı yığınının yanına vardı kucağında çalı çırpı getirdi, hemi de kucağından çalı çırpı taşarcasına ki bir daha kalkmasın yerinden diye, çünkü kendiside evin işlerinden çok yorulmuştu Alhasın kızıda ataşın önüne bir kenara oturdu. palancı yusub la Alhasın kızının omuzları bir birine yaslanmıştı, ikisininde gözleri. yumulmaya başlamıştı,ateşin çatır, çatır, çatırdayan sesleri onların ikisine de nenni gibi geliydi usul usul başlarıda bir birine yaslanan ikilinin gözleride yumulmuştu. Ateş sönmüştü,koru bile kalmamışdı bütün ateş kül olmuştu, dışarıda bir uğultu bir fırtına varıdıki havadan bir su döken olsa, yere kavuşmadan buz tutar, öyle bir ayaz, öyle bir fırtına varıdı dışarıda. o uğultuya o sese, Alhasın kızı Elif uyandı gene üşümüştü. hemen çar çabuk kalktı kendi kendine söylenerek, eyiki eringeç deelim deyerek yataklarını yorganlarını istif ettikleri evliğe doğru yollandı. evlikten örtülerini kucaklayıp, kucaklayıp sobanın yandığı odaya getirip serdi, oradan da geri gelip palancı yusub,unu uyandırdı, yusub, yusub, hadi kalk yerini hazırladım, getde yerine yat. burada üşürsün aha ataş da sönmüş deyerek seslenen Alhasın kızının sesine uyanan, palancı yusub usul usul gözlerini öfeleye. öfeleye zoraki uyandı. bedeni yorgunluktan kıpırdayamaz hale gelmişti, zaten kıpırdayacak halı da yoktu, of anam off deyerek yerinden zoraki kalktı, Elif, Elif deyerek seslendi uzaktan uzağa, Elif,ininde içerinin birinden sesi geliydi, ne deyin yusub, ben ahırdayım ineklerin yemini veriyim deyerek uzaktan uzağa ikisinin de sesleri yankılanıydı. Alhasın kızı, yusub sen get,de yat bende hayvanların yemini, suyunu veremde karınları doysunda, mallarda rahat olsunlar, hemide bol bol süt vereler. biraz sütümüz olsun, yoğurdumuz olsun, hemide gatığımız olsun, ağzımız yavan kalmasın,böylece yusub,una ses veren Alhasın kızının uzaktan taa ahırdan sesi geliydi. Alhasın kızı mallarında yemini suyunu verdikten sonra yatıp uyudukları odaya geldiğinde palancı yusub çoktan uyumuştu bile, uykusunda sağa, sola dönerek iniliyordu adamcağız, Alhasın kızıda yatağın bir köşesinden girerek oda o iniltiye birlikte ortak olup birlikte uyudular.Sayfa,>4< 16.10.08. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Alhasın kızı Elif'inen palancı yusub uyandığında gün daha ağarmamıştı,Elif ana yatağından usulca kalktı. palancı yusub, niye erken kalkıyısın hatınım diye seslendi,bunu duyan Elif ana'nın cevabı ise,ahıra gedecem, ahıra gedemde malların altını süpürem, hemide ataş yakıp kazanınan su kaynatamda sıcak, sıcak mallara purçak verem, gec kalmayam. şimdi ortalığı karman çorman ederler, deyerek odadan çıkıp gitti, Palancı yusub'un yeri ısıcacıktı kalkmakta istemiyordu, dışarıda soğuğun, ayazın iniltili sesleri, yankıları içeriden işitiliyordu yan taraftaki yatakta oğullarının ikiside birlikte yatıyılardı, birinin adı Mürteze Obir diğerinin adı'da hüseyin,di Mürteze mazlumdu,mülayimdi, uyumluydu, heç kimseyle kavgası döğüşü olmazdı, daha doğrusu kavgayı ve döğüşü yapmasını dahi bilmezdi. Babası Palancı yusub, mürtezeye bir ayakkabı almıştı, kışlık ayakkabı hemide kırmızısından potin ayakkabısı, Mürteze potinini ayağına giymiş, birazı elinde birazı'da cebinde beş, on tene cevizi varıdı cevizin birini yere koydu ayağının birini kaldırıp cevize olanca gücüyle vurdu, Vurdu amma ceviz kırılmadı ceviz kırılmayınca, bu potin cevizi kırmıyı deyerek mürtezeyi bi ağlamadır tutturdu. babası palancı yusub'da bi kere daha sivastan bir çift yemeni ısmarladı bir hafta sonra yemenide geldide mürtezenin gözünün yaşı durdu. Hüseyine gelince, hüseyinin lakabıda varıdı Şanı büyük Namı büyük goca danamamik derlerdi, hüseyin cesurdu, yiğitti, korkusuzdu, kimseden lafını sözünü çekmezdi, deyneğinin üstüne deynek koyacak hüseyine karşı bende cesurum deyecek pek babayiğit gençde çıkamazdı, Palancı yusub'un koyunları keçileride vardı, bizim elde, obada koyun ve keçilerin birlikteliğine davar derler işte bu hüseyin kendi davarlarını kendisi yayardı,haza davar çobanıydı.hüseyinin yaşı küçük olmasına rağmen kuzuya değilde davara giderdi.kendisinin emsalleri davara gidecek cesareti kendilerinde göremiyorlardı, olaki davara kurtlar dalırsa korkusuyla, davara gitmezlerdi, daha çok kuzu yaymayı isterlerdi. hüseyinde , isterse kırk tene kurt gelsin şavatayla ben bütün kurtlara yeteriz diyordu, çünkü kendisi de kurt gibiydi, köyde davarı olanların çobanlarıyla birlikte sabahın ilk ışıklarında, daha tan yeri ağarmadan davarlarıyla birlikte ağıllardan çıkarlar, dağda, bayırda, ovada, çayırda, çimende davar yayarlardı, ellerinde çoban deynekleri, yanlarında en sadık arkadaşları üç, dört tene kangal köpekleri'de bulunurdu.her köpeğinde ayrı ayrı isimleri vardı, kiminin adı şavata, kiminin adı gürcey, kiminin adı comar, kiminin adı,da karabaşdı.SAYFA:5 / 23.10.2008. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yine bir kış sabahıydı, hüseyin zoraki uykusundan uyandı, babası uyarmıştı yoğusa o tatlı uykusundan uyanacak halde'de değildi, yatağının içi ısıcacıktı dışarısı buz gibiydi ayazın uğultulu sesleri ta içeriye kadar geliyordu, hüseyin zoraki yatağından kalktı, Anası Alhasın kızı oğlunun çoban azığını, çıkınını hazırlamıştı anası hüseyine seslendi, hüseyin, hüseyin deyince oda karşılık verdi anasına, ne ana ne deyin. azık çıkının sekinin üstünde davara giderken onuda al oğlum unutma emi. tamam ana tamam alırım diye hüseyinde anasına sesleniydi. hüseyin üstünü başını asbaplarınıda giyinmiş deyneğinide eline almış tam tekmil hazırlanmıştı. ahırdaki anasına seslendi ana, ana ben davara gediyim haberin olsun tamammı deyerek kapıyı açtı o fırtına ile yağan sepkenin içinde ağıllara doğru kayıp oldu getti, uzaktan gelen karartıya itler havlamaya başladı hüseyin bir ses attı itlere, oşşoşş, oşşoş diyerek itler bu sesi tanıyınca kuyruklarını sallayarak koşa, koşa hüseyinin yanına geldiler, hüseyin itlerin boyunlarını, başlarını biraz sevdi okşadı, birbirleriyle biraz oynadılar ağıla doğru yol aldılar, itlerde sağa sola havlayarak hep birlikte koşuştular, delinin ibo daha gelmemişti iboyu beklemeye başladı bu arada üşüdüde, üşüyüncede ağıla girdi davarların olduğu yer ısıcaktı, hemide sım sıcak, hüseyin kendi kendine söylenmeye başladı, eğerki üşürsen ya ahıra gireceksin, yada ağıla gireceksin niye gireceksin çünkü böylesi yerlerde davarların olsun malların olsun hemi kendilerinden hemide ahbınlarından dolayı sıcak oluyor onun için buralara girip üşümeyeceksin, hüseyin böyle düşünürken dışarıdan bi ses gelmeye başladı hüseyin, hüseyin içerdeki senmisin, sen benden öncemi geldin ula yoğusa, Eee geldiğine göre bu seferde davarları Alloşun goyağa doğru götürek, içeriden dışarıya çıkan hüseyin, tamam ibo tamam Alloşun goyağa götürek davarları deyerek ibonun isteğini onaylayan, hüseyin ağılın kapısınıda açmış davarlarda dışarıya çıkmaya başlamıştı bile, iboyunan hüseyin yan yana gelip selamlaştılar ve dönüp davarlarına pirreh, pirreh keççi geh keçi geh deyerek, bir yandanda itleri çağırdılar oşşoşş, oşşoş itlerinde ikisi üçü davarın önünde ikisi üçü davarın arkasında çobanlardan hüseyin önde iboda arkada Alloşun goyağının yolunu tuttular, sabahın o ayazının ve sepkeninin içinde bir müddet sonra çobanlar itler ve davarlar ufala ufala gözden kayboldular. Sayfa.6. / 29.10.2008. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mürteze'nin hüseyinden büyük olması hüseyinin de mürtezeden küçük olması alışıla gelen kaideyi bozmuyudu, mürteze ye tanınan ayrıcalık hüseyine tanınmıyıdı vede sevgi bakımından evin içinde hangisine daha çok ilgi alaka gösteriliyi hemen belli oluyudu, mürtezenin arzuları ve istekleri harfiyen yerine geliyidi, hüseyin için böylesi sıcak ilgi ve alaka düşünmekse imkansızdı, hatta biraz insanı düşündürüyüdü, zaten hüseyinde her hangi bir ilgiyi ve alakayı beklemiyidi, çünkü onun yapısıda onu götürüyü hiç bi şeyi umursamıyıdı. ama mürteze hemi anasının vede hemide babasının yanında narin ve nazikti, hemi anası hemi babası mürtezeye kıymazlardı, bir dediğini iki etmezlerdi, Mürteze ismi palancı yusubun önceleri olan büyük oğlunun ismiydi, O mürteze çok yakışıklıymış bir gün istemeyenin ve çekemeyenin biri o mürtezeyi korkutmak amacıyla kovalamış ve oda çocuk olduğu için, O azmandan, azma olan azmandan korkuyu ve çocuk olduğu için o korkuyu atlatamıyı hastalanıp hakkın rahmetine kavuşuyu. işte bu mürteze O mürtezenin adı, hal böyle oluncada bu mürteze Alhasın kızı Elif ile palancı yusufun yanında onların çokmu çok kıymetlileri, onun için bu mürtezenin bir dediğini iki etmiyiler, Elif Ana ahırı süpürmüş malların yemini vermiş inekleri sağmış kenarda yığılı olan çalılıktan çalı çırpı getirip ocağı yakmış kazana sütü doldurmuş, kazan ataşın üstünde süt lokkur, lokkur kaynamaya başlamıştıki, elif ana seslendi, yusup yusup hadi kalkın gün öylen oldu, bir gıcırtıyla kapı açıldı yusup da kalkmış ocaklığa doğru geldi ardından mürtezede geldi, ocaklığın önünde hepisi birlikte ataşa yakın sıralameyin oturdular. elif ana ekmek çökelik peynir kavurma ve ocakta pişen süt için bardaklarıda getirmişti, hep beraber sabah kahvaltılarını yaptılar. ve palancı yusuf ayağa kalkarak hatın ben tükana gediyim elimde iki palan var gidemde şu palanları bitirem çok acele ediyler deyerek evden tükana gitmek için hazırlanan palancıya. Elif ana da arkasından bağırarak, yusup yusup eğer beni ararsan, ben gardaşım yusup gile gediyim, Almacı biraz kötülemiş herhalde gidemde bir yokluyam Almacıyı, hemide biraz gardaşım yusubu görmüş olurum deyerek herifinin ardınca seslendi, palancı yusup da Alhasın kızına seslenerek, mürtezeyide götür mürtezeyide evde yada dışarıda kalarak soğuk alıp üşütmesin hasta falan olmasın deyerek dış kapıdanda çıktı o ayazda o sepkende palancı yusup da tükanının yolunu tuttu, dışarısı çok soğuk olduğu için palancı yusup koşarak tükanına vardı bir hamlede tükanın kapısını açtı üşümüş ellerini üfleyerek içeriye girdi. Sayfa,7./ 02.11.2008. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tükanının sobasıda varıdı. şöyle bi kenara kurmuştu sobasını, sobada çullardan, keçelerden vede otlardan uzaktaydı, tükana gelen müşterilerden sobanın uzak kaldığını soran oldumu palancı yusub hususi uzağa kurdum derdi. bellimi olur olaki bi çıngı mıngı sıçırarda tükanı yakar, evimizide başımıza yıkar derdi. bir iki çalı çırpı getirdi sobaya koydu birazda gazyağı döküp elini cebine attı aradı, aradı bulamayıncada kalkıp takkaya baktıki aradığı, çakmak orada çakmağı alıp sobadaki çalılara çakıp sobasını parlattı. çalı çırpının çatırtısıyla soba tatlı, tatlı yanmaya başladı on dakka geçmeden hemi içeri hemide palancı yusub ısındılar. ve böylecede palancı yusub işinin bi tarafından başlayarak eşşeklerin, gatırların, vede nice hayvanların palanlarını dikmeye başladı, gün,de eyice yükselince köylülerden kör haydov, alicov, birkaçı birer ikişer palancının, palancı dükkanına gelmeye başladılar, O gelen köylüler için'de orası bulunmaz hint kumaşı gibiydi, hemi içeri ısıcak hemi soba yanıyı hemide bol bol laf var şaka var. O zamanlar köylüler kahvehane bilmezlerimiş, kahvehane yerine böylesi yerlerde günlerini, zamanlarını geçirirlerimiş. akşamlarıda önceden çözümünü buldukları vede her zamanki yaptıkları düzeni bozmazlarımış, peki neyimiş O akşamları yaptıları vede O düzenini bozmadıkları iş. köylülerde birbirleriyle konuştukları zaman zaten açıklamasını yapıylar, inkar ettikleride yoktu, Allah razı olsun Alhasın yusub,dan vede onun gibi fakir fukarayı düşünen adam gibi Ağa adamlardan, vesselam ağa adam ekmeği yeniyi çayı içiliyi sofrası yerde hemide sobasıda yanıyı, hangimiz yaparık, yada yapabilirik böylesi işi, altından dahi kalkamazık boğulur giderik derlerdi birbirlerine. Eee hal böyle oluncada yani milletin durumu zayıf olunca gidip ısınacak vede bi iki lokma bişeyler yenecek yer ararlardı, yusuf ağa gibide misafir perver ağalar olunca, akşamlarıda böylesi ağaların evine giderlerdi, ağanında, evine gelen daimi misafirleri için ikramı boldu, misafirlerde ortaya çıkan meyvelerini yerler, çaylarını içerlerdi. Ağa'nın evinde fitilli çıra, veya gaz lambası yerine lüks yanardı, Eee Ağalığın olmazsa olmazlarından biride buyudu, gaz lambası veya çıra yerine Ağanın evinde lüks yanıyı, kim gitmezki böylesi Ağaların evine, yiyecek bol, içecek bol, laf bol hele bide Ağanın yüzü eşgi değilde güleç ise oraya gelen köylülerin keyfine deyecekde yoktu, böylesi Ağalarda ender olan Ağalardandı. bazılarının, bende bi Ağayım deyenlerin çoğu cimriliğiyle başkalarının hakkına tecavüz etmekle zengin olmuş, Ağa olmuşlar, işte onlarada istemeyerekde olsa Ağa demişler, genede köylüler kendi aralarında konuşurken Ağalığın adı kalksında hergiz, yomul gıyamat bi daha Ağalık gelmesin diye dertleştikleride oluyumuş. cimri Ağalardan başka kimi Ağalarda kazancının, malının bir bölümünü fakir fukarayla vede evine misafir gelen köylüleriyle birlikte yeyip içerlerimiş, bu gözü gönlü bol Ağalardan biride Alhasın yusuf Ağa, Alhasın yusuf Ağanında evine gelenlerin gidenlerin haddi hesabı olmazmış yüzü yumuşak vede espirili Ağalığında hakkını veren ender Ağalardan biriymiş, tabi bunlar O devrin Ağalarıymış, köylüler, gecenin bi vaktine kadar otururlar hikayaler, masallar anlatırlar haberlerin zamanı geldimi pilli radyoyu açarlar, radyoyuda açmak için o işi bilen biri her daim orada bulunurdu, millet haberleri can kulağıyla dinledikten sonra birazda dinledikleri haberlerin propogandasını yaparlardı, haberlerden sonrada radyoda türküler var ise birazda türkü dinleyip, hayli zamanın geçtiğinin farkına varanlar, haydin arkadaşlar deyip bir birlerine Allah rahatlık versin deyerek gecenin bi vaktinden sonra Ağanın evinden dağılıp herkes evine giderlerdi.Sayfa. 8 / 06.11.2008. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
O koskoca köyde ya üç tane, yada dört tane lüks varıdı, herkesin evinde öyle Radyo, gramofon, lüks gibi lüks sayılacak pilli yada tüllü mallar yoğudu, her evdede üzerine cam takılan gaz lambası bile yoğudu. bunlardan olan yerlerde Ağaların eviydi. Alhasın kızı Elif, oğlu mürtezeyide yanına alarak kardeşi yusub Ağanın evine, varıp içeri giriyki, Almacı yorgan döşek yatıyı. yusub Ağada makatta mindere kurulmuş, yastığınada bi eyice yaslanmış oturuyu, her zamanki gözlüğü gözünde, her zamanki okuduğu kitabıda elinde, öyle her kitabıda okumazdı oda Ehlibeyt hastasıyıdı okuduğu kitapların hemen, hemen hepiside Ehlibeyt kitabıydı, bu kitaplardan okursanız Allahın yolunda hizmet etmiş olursunuz derdi. yusub Ağa bir yandan okuyu bir yandanda, maviyenin Ehlibeyte yaptığı zulümleri okudukca ağlıyıdı, bacısı Elif içeri girince yusub Ağa bacısına belli etmeden göz yaşlarını sildi. döndü bacısına hoş geldin bacım deyerek ilgisini gösteren yusub Ağaya, bacısıda sağol benim güzel gardaşım deyerek bir birlerine saygı ve sevgilerini ilettiler. Alhasın kızı, Almacının baş yanına oturdu ne oldu sana benim gözel Almacım deyerek, elini Almacının anlına koydu, baktıki bi ateş, bi ateşki elini hemen çekti, kalkıp obir içeriye gitti biraz durduktan sonra, elinde sirke şişesiyle geri geldi. Alhasın kızı yusub Ağanın evini, kendi evi gibi nerede ne var ne yok her yeri tek tek biliyidi. nede olsa kardeşinin eviydi, kardeş evide, baba evi gibi sayılırdı. Alhasın kızı birazda bez buldu elindeki sirke şişesindeki sirkeyi beze döktü, bez sirkeyi emdikten sonra Almacının anlına usulca bi şekilde koydu. bu bez biraz böyle dursun zaten biraz sonrada ateşin falanda kalmaz Allahın izniyle deyerek kendiside yastığına yaslanıp göz ucuylada Almacıyı süzüyüdü. köylülerde bir iki gelmeye başladılar, Almacı hasde olmuş lafı köyün içini almış yerimişti, bütün köylü Almacının hasde olduğunu duymuştu. her gelenin elindede bir elma yada bir portakal varıdı, hasde ziyaretinede halı vakdi iyi olanlar, varlıklı evin adamları elinde bir iki elmayınan yada portakalınan gelirlerdi, öyle herkesin elini bırak evinde bile elma portakal gibi meyve bulunmazdı. O zamanlar normal bi evde olsa dahi O evin çocukları dakkada on kere o meyveleri hemi sever hemi kokularlardı. çünkü meyve cinsleri köylük yerde Ağaların evinin haricinde, pek kimsenin evinde olmazdı. Ağanın evindede o meyvelerden sorumlu olan Ağa hanımının, yani hanım Ağanın birde sandığı olurdu O meyveleri bir, bir sayarak sandığına koyar, kilitlede kilitler hanım Ağadan başkasıdan başkada O sandığı hiç kimse açamazdı.Sayfa:9. / 09.11.2008. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Dağda davarları otlatırken, danamamikle delinin ibonun azıkları tükenmişti, gün'de ikindiyi bulmuştu civarda bağlar, bahcalar varıdı amma, o bağlarda bahçalarda yenecek içilecek heç bi şeyde yoğudu çünkü mevsim kış mevsimiydi. her taraf kar kışdı, kar diz boyu olmuş o günde şanslarından ayaz fırtına dinmişti bide ne görsünler bahcanın birinden iki tane tavşan çıktı karın üzerinde sağa sola koşuşmaya başladılar. davarı görünce, demekki hayvanlar ürkmüşler bir kerede kendilerini açığa çıkarmışlar ele vermişlerdi. tavşanları gören kangal cinsi itler daha dururmu bi sıçıradılar, ikinci sıçıramada tavşanların başına çöktüler itlerin ırızgı çıkmışdı, danamamikle ibo itleri seyrederken Alloşun goyaktan zar zor uçarak bi keklik sürüsü geldi zaten kanatlarıda eyice ıslanan keklikler bahcaya kendilerini zor attılar,iboyunan mamik daha dururmu, ellerinde çoban deynekleriyle ikiside koşuştular, bahcaya daldılar on, onbeş dakika sonra ikisininde ellerinde on ar, on beşer, keklikle döndüler bahcadan çalı çırpı topladılar bi ataş yaktılar, ataş köz oluncuya kadar keklikleri yüzdüler temizlediler derilerini ve iç aletlerini itlerin önüne attılar, itlerde sanki biraz evvel heç tavşan yememişler gibi kekliklerin sakatatlarını havada kapıylardı, itlerde kekliklerden nasiplerine düşeni yedikten sonra karınlarıda doymuştu,sadece ağızlarının bılaşık olan kenarlarını dillerinin yardımıyla yalayarak temizliyorlardı. ataş tamamen dökülmüş kor olmuştu o güzelim hemide lezzetli kekliğin etleride ataşın üzerindeydi, ataşa dökülen onca kekliklerin kızarmasıyla, yağlarının mavimsi renk alan duman kısmı kıvrım, kıvrım göğe doğru yükseliyordu. etlerin kokusuda bütün ortalığı sarmıştı. et varıdı amma ekmek yoğudu bereket versin keklik boldu on, onbeş tane kadar varıdı ekmeksiz nesiz dayandılar o kıpkırmızı kızarmış kekliklerin etine. mamikle ibo keklikleri hemen kuş gibi yakalamışlardı, çalıyı çırpıyı toplamaları keklikleri yüzüp temizlemeleri ataşı yakıp keklikleri pişirmeleri hemide yemeleri, onca işin tamamını on dakkada yapmışlardı ikiside elli ayaklı Aslan gibi gençleridi o bir kaç tane keklik değil o dağların canavarları kurtları gelse bile bunlara dayana bilirlermi, beş dakkada o gelecek canavarların vede kurtların işini bitirecek gücdelerdi işte öyle güclü kuvvetlilerdi. kendilerinden arta kalan kemik kırıntılarınıda itlerin önüne atmışlardı o kemikleride itler çatur çutur ederek yalayıp yuttular. et yeme fasılı bitmişti karınlarıda doymuştu ikiside Allah'a şükür dileyerek şöyle bide gerneştiler. göz ucuylada ellerine baktılarki elleri yağ içinde, biraz karı eşelediler toprağı buldular, ellerini toprağa sürmek suretiyle yağlar gittikten sonra, bu seferde kar ile ellerini bir iyice oğdular, ağızlarınıda temizlediler, ne ellerinde nede ağızlarında yağ bılaşığı kalmamıştı, ardından cıgaralarını çıkarıp hele bunun üstünede bi cıgara tellendirek diye bi keyfinen cıgaralarına çakmağı çaktılar. Sayfa:10. /.13.11.2008. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Danamamik ile ibo, bir kere daha Allaha şükür ederek. hele şu havaya bak dünkü hava dünkü kış nerde, bugünkü hava bu günkü kış nerde, buda bizim şansımızdan çıkında azığımızda kalmamıştı bile ama bizi yaradan o yüce mevlam ikimizide ac bırakmadı bi keklik sürüsünü uçurdup getirdi aha şuraya önümüze kondurdu.Eee Allah'da bize akıl fikir vermiş ben sizin ayağınıza keklikleri getirdim buyurun alın bi güzelce yeyin dedi,ve bizde o yüce Allahın emirlerine icabet edip o keklikleride yakalayıp bi güzelce karnımızı doyurduk bi kere daha şükür olsun Allaha,deyrek ikisi birbiriyle sohbet ediylerdi, davarlarıda kendi hallarında bahcaların kenarlarında yaylımdalardı. hava iyice açılmış fırtına, ayaz, sepken durmuş ortalık berraklaşmış, göz gözü görür hale gelmiş kekliklerde eski hallarına göre daha iyi uçuşmaya başlamışlardı bile. iboyunan danamamik davarları sürüp kuru çaya doğru yola düştüler, kuru çayda bekar gilin değirmenide var, kışın unu bulguru biten bizim köylüler, ve diğer köylüler unluk bulgurluk üğütmek için değirmene gelirler, ancak değirmene giden bütün köylüler mecburiyetten tren hattından geçmek zorundalar amma davarları tren hattından geçirmek tehlikeli oluyu, tehlikeye düşmemek için davarları gamber ağa gilin bahcasının oradan garaçamırlıktan ağrı tren köprüsünün alttan geçirip gideriz hemide bekarın değirmenine doğru diye düşünen ibo bu düşüncesini danamamiğe söylemek isterken, demekki goyu bi düşünceye dalmışki farkında bile olmamıştı danamamik davarları tren yolunun alttaki köprüden geçirmişti bile. bir, iki saat geçmeden değirmene varmışlardı, varmışlardı amma oralarda davarında başını boş bırakmamak ilazımdı, eğer davarın başını boş bırakırsan durum vaziyet tehlikede olur diye zaman zaman düşünen iboyunan danamamik, kuru çay dediğimiz yer ne kuru bi muhite benziyi nede kuru bi çaya benziyidi, ta karşı dağlardan tutta bekarın aha şu değirmene kadar delicesine bi sel akıyıki, maazallah davarı sele kaptırırsak hepini telef etmiş oluruz diye düşünerekten biri değirmene girse bir diğeri davarın başında nöbet tutuyudu işi sağlama almak ilazım diyilerdi birbirlerine. danamamik iboya buraya kuru çay diyiler amma ben babayiğidim deyen hiç bir babayiğit o selin önünde duramaz, şu çayın deli deli akışına bi baksana bütün bahcalardan önüne ney katmışsa kaysı, dut, elma, armut, ceviz, bütün her şeyi evire çevire yuvalaya, yuvalaya alıp götürüyor şu kuru çayın deli deli akan seli nice ocaklar yakıyı nice canlar alıyı deyerek danamamikle ibo birbirleriyle kuru çay hakkında'da düşüncelerini paylaşıyılardı. Sayfa:11. /. 16.11.2008. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Yıllardan 1942, yılıydı zorluklarına katlanılacak hiç bi yanıda yoğudu böylesi bi yılın, görülmemişti böyle bi yıl, bütün millet yokluk içindelerdi, işte böylesi bi yıl kıtlık yılıydı bütün köylünün üzerine kara basan gibi çökmüştü, bütün çevre köylere olduğu gibi fethiye'yede kıtlık piyangosu vurmuştu, fethiyenin bir adı daha varıdı, eski adı Hasan badırık'dı. fethiye ismi daha yeni olduğu için hemi fethiyeliler hemi civar köylüler fethiye ismini pek kullanmazlardı, niye çünkü dilleri alışmamıştı ( Mesela her hangi bir insana soruyular emşerim sen nerelisin diye oda Hasan badırıklıyım dermiş veya yolcu birine yolculuk nereye emşerim diye sordularmı Hasan badırığa derlermiş) Köyde,de bir kaç Ağa varıdı, mesela bunlardan Hamdi Ağa, Kanber Ağa, Hacı Hüseyin Efendi ve kardeşi Alhas Ağa, bu hacı hüseyin efendi ve Alhas gildende İsmail efendi ve yusuf Ağa yetişmişti, bu yetişmiş olanlarda Ağalık ünvanını almışlardı. işte bu bir kaç Ağaların hemi evlerine hemi yakın çevrelerine kıtlık gelmemişti vede uğramamıştı, diğer köylülerden unu bulguru bitenlerde Ağaların kapısına giderlerdi, Ağam unum bitti, bulgurum bitti derlerdi, Ağanında kolundan ne koparsa ne kadar un, bulgur (vesaire) verirlerse, zor şartlarda yaşayan O kıtlık insanları onunan Açlık ile tokluğun arasında hayatlarını idame ettirirlerdi. bereket versin (hasan badırığın) yani fethiye'nin Ağaları ne cimri, ne zalim, nede töre takipçileriyidi bu kötü denecek ahvalin hiç biri bu Ağalarda yoktu, civardaki yakın komşu köylülerde fethiyeliler için, onların içlerine ATATÜRK ruhu işlemiş Cumhuriyet, ve barış'tan yana bir millet bu millet derlerdi, fethiyeli,lerde bu gün böyle olduğu gibi yarında böyle olacak diyerek O ulu önder ATATÜRK'e ve Cumhuriyet'e bağlılıklarını bir kere daha ifade ederlerdi. İsmet Paşa'ya sorurlarımış, Paşam bu kıtlıktan nasıl kurtuluruz diye, İsmet Paşanın cevabı ise açık ve net olarak, Bu ülkeyi düşman ayaklarının altından kurtaranlar, bir yolunu bulup bu kıtlıktanda kurtaracaktır. yeterki sizler, kurtuluş savaşında gösterdiğiniz üstün cesareti ve kahramanlığı, bir kere daha bu kıtlık yılı içinde'de gösterin derimiş, ancak bunu fırsat bilen fırsatçı siyasetçiler, o kurtuluş savaşı kahramanlarımızdan İsmet Paşanında ayağını almaktan geri kalmamışlar. bu vesile ile Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün İsmet Paşa'nın ve diğer kurtuluş savaşına katılmış ve ülkesine hizmet etmiş bütün kahramanlarımızı rahmetle, şükranla anıyoruz, O kahramanların sayesinde isimlerimiz Türk ismi Zübeyde, mustafa, yusuf, cemal,Hatice, ismet, olarak kaldı.Sayfa. 12./. 23.11.2008. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Kıtlık yılının kış aylarından şubat ayıydı Alhasın kızı Elif hamileydi, doğum yakın çocuk dünyaya geldi gelecekti, ha bu gün ha yarındı. o zamanlar köyde ebe, veya hemşire yoktu, eğer doğum işi tehlike arzediyse Malatya'yada vesayit olmadığından kara kaçanlarla yani (Eşeklerle) giderlerdi ancak köyde bu doğum işinden anlayan bir, iki yaşlı kadınlar vardı mesela (gıjjik bibi,ve kavurmalık bibi.)ebe dedikleri işte bu kadınlar. doğum yapacak olan o kadınların doğum işini yaptırırlardı,Alhasın kızı'da iyice rahatsızlanınca palancı yusup oğlu mürteze'ye, mürteze, mürteze oğlum hele gitte şu gıjjik bibini çağır acele gelsin anan iyice rahatsızlandı deyerek mürtezeyi, gıjjiği çağırması için gönderdi. mürteze o karanlıkta gıjjiğin kapısına gelip. gıjjik bibi, gıjjik bibi diye çağırmaya başlayınca, mürtezeyi duyan gıjjik bibide, one mürteze one. diye seslenen gıjjik bibisine, beni babam saldı anam eyice hastalandıda çabuk bize gel deyince Eee gıjjikde, Alhasın kızını çok sevdiği için daha dururmu, hemen mürteze hemen deyerek, çarçabuk üstünü giyindi, içerisi karanlık olduğu için örmesini aradı, taradı bulamadı, örmesinide giyinmek istiyidi, dışarısı çok soğuk olduğu için, gıjjik ana içerden seslendi, mürteze sen evinize git hadi dışarıda durupda boşuna üşüme bende hemen geliyim deyerek mürtezeyi evlerine yollayıp, karanlıkta içerde dolaşırken ayağına bi şeyler dolaştı eğilip baktıki ayağına dolaşan kendi örmesi, örmesinide başından geçirerek, bi aceleyinen palancı yusup gile doğru gitti, evinden dışarıya çıkmadan'da acaba üstleri açılmışmı diye çocuklarının üstünü başınıda bi eyice konturol etti. sultan, hüseyin, celal,hepiside mışıl, mışıl uyuyulardı. palancının kulağıda kapıdan gelecek sesdeydi derken kapı güm, güm diye vuruldu hemen palancı koşup kapıyı açtı, gel gıjjik bacı gel Alhasın kızı doğuracak herhalde sancısıda çoğaldı deyince gıjjik anada hemen Alhasın kızının olduğu odaya gitti, gıjjikten önceden almacı gelmişti, sıcak suyu hazırlamış teşti getirmiş bezleri hazırlamış her şey tas tamam hazırdı, sadece geri kalan iş gıjjik ananın doğurtmasına kalmıştı, palancı yusup ocaklığa çalı çırpıyı doldurmuş mürtezenin elinide eline almış, ataşda çatır, çatır yanıyı ateşin harından, alevinden o koca hanın içi aydınlanmıştı bile. kulağınıda içeriden gelecek sese pür dikkat bağlanmış her hangi bir ses gelse hop oturuyu hop kalkıyıdı, oğlu hüseyine gelince oda yatağında mışıl, mışıl uyuyudu, kendine bir kardeş geleceğinin farkında bile değildi, aklının ucunu bırak rüyasından bile geçmiyidi. palancı yusup'un gözleri ateşin yanmasına, harlanmasına dikilmiş dalıp gitmiştiki içerden bir çocuk sesi ağlaması geldi bu sese palancı yusup irkildi ve ellerini semaya doğru açarak o sevincin verdiği bi tebessümle Allahıma bin şükürler olsun Alhasın kızı kurtuldu diyerek duasınıda içinden ediyidi.Sayfa. 13./.30.11.2008. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alhasın kızı elifin rahat doğum yapmasından, ve çocuğunda dünyaya sağlıklı gelmesinden, kimsenin zarar ziyan görmemesinden dolayı bu durumun verdiği hazzın sevinciyle ordakilerininde sevinç içinde olması ve bu sevinci paylaşmak için Almacı çıkıp, yusup emmi, yusup emmi, gözün aydın bir oğlun oldu, nur topu gibi bir oğlan deyip müjdeledi. aradan bir saat geçtikten sonra doğumun olduğu içeriyide temizlediler, dengi terezi ettiler,yatağı serdiler Alhasın kızını çocuğuyla birlikte yatağına yatırdılar, bu temizlik işlerinden sonra palancı yusup'da içeriye girip, geçmiş olsun Elifim, Allah çocuğunla birlikte ikinizede sağlık sihhat ve uzun ömür versin. gıjjik bacı seninde eline emeğine sağlık dedikten sonra, elinin içindeki beş lirayı gıjjiğin önlüğünün cebine koydu, döndü Almacıya seninde eline emeğine sağlık kaynımın hatını dedi ve bu arada gözüde sobaya ilişti baktıki soba yanmıyı, aceleyle içerden çıkıp gitti çalı, çırpı, odun getirdi sobayı tekrar çalı, çırpıyla doldurup tutuşturdu, sobada ufak ufak tutuşmaya içerinin ısısı tekrar normale dönmeye başladı. Sabahın ilk ışıkları,tan yeride ağarmaya başlamıştı, gece bir vakitten sabaha kadar doğum işiyle uğraşmışlardı hemi yorulmuşlar hemide uykuları gelmişti, mürteze hüseyinin yanına girip gecenin uykusuzluğundan olacakki kirpit gibi geçmişti, palancı yusup mürtezeye baktığında, mürteze çoktan uyumuştu bile. Alhasın kızı doğum yapmış duyan duymayanlara duyurmak suretiyle bütün (Hasan Badırık) fethiye duymuştu. köylülerde birer ikişer göz aydınlığına gelmeye başlamışlardı, ama daha önceden duyupda gelenlerden dolayı içerisi köyün kadınlarıyla doluydu, herkesin elinde çay bardakları çaylarını içiylerdi, oda sım sıcaktı dışarısı ise ayaz, fırtına yağan karlar bi girdap içinde döne, döne savrularak yağıyı fırtınanın uğultusu ta içeriye kadar geliyidi, dışardaki bu soğuktan dolayı kimsenin kalkası ve evine gidesi gelmiyidi. bir ara eli kirlinin oğlu hallov geldi ana, ana, babam seni çağırıyı dedi. anasına, babasının çağırdığını söyledi eli kirlide uy Allah cannala onun bırakmıyki bi yere gidem, vaymıki bi yere gidip accık oturam hemen ardımdan birini salar deyip içerdekilerede Allah analı babalı büyütsün diyerek söylene, söylene çıkıp gitti. içerde oturanlardan çocuğun adını koydunuzmu diye soran sorana, çocuğun adını ne koyacaksınız deyen deyene, böyle bi düşünceden dolayı bi laftır başlamıştı. Palancı dükkanından bir ara palancı yusup'un kucağı dolu paketlerle eve geldi. paket, paket çay, kese kağıtları dolu dolu şeker vardı kucağında, önceden şehere gidenlere sipariş vermiş, ev ihtiyacı olan o öte berileri ısmarlamıştı. O zamanlar (hasan badırıkta) fethiyede, çayı kimse pek bilmezlerdi. köye çayı ilk icat eden palancı yusup olmuştu, içerdeki kadınların bağırtılı konuşmaları dışarıya kadar geliyidi, palancı yusup bu çocuğun adını hala niye koymadınız, bu çocuğun adı ne olcak diye soruylardı, yusup'da çayı şekeri evliğe bıraktıktan sonra oda içeriye kadınların olduğu odaya girerek herkese hoş geldiniz dedikten sonra dönüp Elifinede içten içe şöyle bi baktı, baktı ve millete doğru dönüp çocuğun ismini duymakmı istiysiniz diye sorunca, orada bulunan köylülerde he he duymak istiyik diye hep bir ağızdan söylendiler, palancı yusup'da o zaman çocuğun adı Abbas olsun dedi, Abbas olsun, Abbas. Sayfa:14./.11.12.2008. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- milletinde gayretiyle Palancı yusup yeni doğmuş çocuğunun adını koymuştu, hemide amcası garik abbasın adını yerde koymayarak kendi oğluna vermişti. garik abbas ise çoktan yıllar önce dünyadan göçmüş Allahın rahmetine kavuşmuş ölmüştü, bu garik abbasın herhangi bir yakını, veya herhangi bir kimsede onun adını doğan çocuklarına vermemişlerdi. cin alinin, harmandanın, hasan göğün, daha nice akrabalarının çocukları olmuştu hemide oğlan çocukları olmuştu amma hiç kimsede emmileri garik abbasın adını kendi çocuklarına vermemişlerdi. amma palancı yusup'un kendi çocuğu olunca, hemide oğlan çocuğu olunca isimden yana ilk aklına gelen emmisi garik abbas olmuştu, kendi çocuğuna emmisinin adını vermişti. palancı yusup'ta bir keyif, bir neşe, bir zevk vardıki, görmeye değerdi. eskiden üç günde zar zor dikipde bitirdiği palanları şimdi bir günde dikip bitiriyi, oğulları mürtezeye, hüseyine, hele, hele birde emmisi garik abbasın adını verdiği yeni doğmuş çocuğuna arada birde benim garik abbasım benim güzel çocuklarım diyerek öyle bir seviyiki onuda görmeye değerdi. birde canı kadar sevdiği gözü kadar esirgediği kızı isafı kızıldeli evlatlarından Ali dede ile evermişti, yukarı tencide şareyin Ali derler ona vermişti. isaf köyün en güzel kızlarından biriyidi çok güzeldi güzel olduğu içinde bütün köylü isafa moruş derlerdi. işte bu güzel moruşu, isaf kızı kızıl delide şareyin Aliye vermişlerdi, aslına bakarsanız palancı yusup'un kızını vermekten yana hiçmi hiç gönlü yokturdu,amma gel gelelim işin içinde kızıl deli vardı. hemide kızıl deliye gönülden bağlılık ve itikat varıdı, şareyin Alide kızıl deli evladıydı'ya işte bu yüzden ya betdua ederlerse ya betduaları kızıma veya bizlere geçerse diye düşünmekten kendini kurtaramadı ve bu yüzden kızıl deli evlatlarından korktuğu için canı kadar sevdiği ve gözünden esirgediği moruş kızı isafını kızıl delide şareyin Aliye vermişti. moruş kızı isafı verdiği zamanı ve başından geçen bunca olayları. tükanda palan diktiği yerde bir, bir aklına gelmiş bu yüzden mali hülyalara dalmıştı. palancı yusup'un oğlu abbas doğduğunda, kızı isafda tencide doğum yapmıştı palancı yusup bir taraftan baba olurken bir taraftanda dede olmuştu kızınında sağsalim doğumdan kurtulmasından ve çocuğunda sağlıklı doğmasından mutluyudu, isafda yıllar önce ölen ve şimdiki kardeşi mürtezenin adıda olan çok sevdiği o kardeşinin adını kendi oğluna vermişti ve yeni doğan çocuğun adını mürteze koymuştu...Sayfa.15./.25.12.2008. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Palancı yusup bir taraftan baba olurken bir taraftanda dede olmuştu, çok sevinçliyidi, bir keyfinen bir zevkinen işine bakıyı sipariş aldığı palanları bir iştahla dikiyi, akşam olmadanda erkenden evine gidiyi akşam sobasını yakmak için sobalık odun kırıyı sobanın külünü boşaltıp temizliyi sobayı odunla doldurup bir keyfinen, bir keyfinende yakıyıki, deme gitsin palancının keyfine. Alhasın kızıda oğlan doğurmuş oğlan anası'ya onunda kendine göre biraz nazı var. bide ağa kızı'ya birazda ağa kızı olmanın forsu var. amma Alhasın kızı o forsu kullanmayı aklının ucundan dahi geçirmeyi düşünmüyüdü. oturaklı saygın ağır başlı bir osmanlı kadını edası vardı üzerinde tanıyanlarda hep böyle düşünürlerdi. yine dışarıya kar yağmış bi ayaz bi fırtına vardıki gene hava bozmuştu, gene o eski dondurucu günlerine dönmüştü. köyün gençleride hep bir araya gelmişler ertesi sabah nereye kekliğe ava gideceklerini kararlaştırırlar, sabah oluncada akşamdan hazırladıkları çökelik dürümlerini, peynir dürümlerini, ve hali vakti iyi olanlarda kavurma dürümlerini alırlar bir kuşakla bellerine bağlarlar, ellerinde avcı deynekleri, tüfekleri olanlarda kırma ise kırmalarını, çifte ise çiftelerini alırlar ve düşerler yollara dağlarda kekliğin bol olduğu yerlere doğru. işte böyle bir günde köyün gençleri ava gitmek için yine akşamdan kararlaştırmışlar, sabah olunca kekliğe ava gidecekler. sabahın erken saatindede ava gidecek gençler bir araya toplanmışlar,kulunun haydarda ava gidecek gençlerin içinde hep birlikte keklik avına giderler ve avlak yerlerine vardıklarında köyün gençlerinin her biri bir tarafa dağılırlar, dağda bol keklik var bu bolluktan kekliğin bini bir paraya düşmüş, keklikler havada uçuşuyular, millet birbirine ulaaov varıyha varıyı yakalayın şu gelen keklikleri diye bağırıyı, kulunun haydarda ne hikmetse çevresindeki keklikleri ürkütmüş, tam tutacakken keklikleri ellerinden avuçlarından kaçırtan sarsaplı kürdovda bu işe çok kızıp keklik yerine kulunun haydarı kovalamaya başlar, başında bir belanın olduğunu fark eden kulunun haydarda paçayı sıvazlar kaç babam kaç, dilber bağına doğru yol alır,kulunun haydar nefes nefese devriş Alinin bağına yetişmiş amma azmana benzeyen kürdovda bir masumane güvercini yakalayıpda kanadını kıracak bir kartal gibi peşinden yetişti yetişecek olmuş. tesadüfen dilber bağına gelen devriş Ali bu durumu görünce hemen olaya el koyar ve bağırarak ulan teres kürdov kanadı kırık bir kuşu kovalayıp yormak veya korkutmakmı ilazım, hemi o kuş benim çalıya sığındı, hadi savuşda çekilip git buralardan deyince kürdovda devriş Aliden özür dileyerek Ali emmi ben bilemedim bi yanlış yaptım bizim adamlardan biri olduğunu yada hasan badırıklı olduğunu bilsem hiç bu kadar uzun boylu kovalarmıydım diyerek tekrar avına bakmak için kırklara doğru çekip gider.Sayfa.16./.13.01.2009. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- palancı yusup'da her türk vatandaşı gibi askere gider, vatana hizmet etmek için evinden çıkan yusup askerlik şubesinden sülüsünü alır Erzurumun yolunu tutar oraya varır ve birliğine teslim olur birliğine teslim olan yusup çakı gibi asker olur teskeresinede az bir zaman kala mevsimde kış mevsimi olduğundan şiddetli bir kış olur, Erzurumun bu kışından yusup'un ayakları donar, ve orada en yakın hastaneye kaldırırlar, Türk hekimlerininde bütün gayretlerine ve çabalarına rağmen başarılı olamazlar, nitekim yusup'un ayak parmaklarının gerisinden her iki ayağının parmaklarınıda keserler, yusup daha körpe, yusup daha nazlı, yusup daha nazik, yusup nasıl dayansın ayaklarının kesilmesine, yusup nasıl dayansın Erzurumun o amansız can alıcı kışına. hastanede bir müddet yattıktan sonra tebdil havaya gönderirler zaten teskeresinede az bi zaman kalmıştı ve yusup'u terhis ederler. yusup askerden terhis olup geldikten sonrada ayak parmaklarının kesik olmasından dolayı bir kimsenin işine gidemez hale gelir ve çalışamaz olur. yusup çalışmak zorundayıdı evde çoluk çocuk vardı. ben nasıl bir iş yapabilirim diye düşünürken, aklına palancılık işi gelir. şehire gider biraz çul çapıt, biraz keçe, iğne, iplik, çuvaldız, gırnap alır başlar palan dikmeye. o zamanlar metre olmadığından eşeklerin, katırların, vede atların sırtlarının ölçüsünü alırken, palanın ne kadar olmasını tahmin ederek elleriyle bir karış iki karış derken dört, beş karışta karar kılar ve ona göre palanı dikermiş. ama her diktiği palanıda hayvanın üstüne koydumu sanki bi kitap gibi olurmuş, eşek, katır, ve at sahipleride hayvanlarına diktirdikleri palanın hemi kibar hemide hayvanın sırtına tam oturduğundan çok menmun olurlarmış. bu sayede palancı yusup'un palanlarının ünü bütün civar köylere ulaşmış. diğer köylerdede palan diken olmadığından bütün civar köylülerde hasan badırığa palancı yusup'a gelirlermiş. müşterilerinin bol olmasından bu sayede o kıtlık yılının yokluğunu ne palancı yusup ne Alhasın kızı nede çocukları yaşamamıştı. hani Allah diyen mahrum kalmaz derlerya emek sarf edipte alın teri dökenlerede Allah bol, bol nimet verirmiş, bu arada palancı yusup'un koyunları ve keçileride çif çif doğurmaya başlamıştı, Alhasın kızı elifinde babadan kalma tarlaları var olduğundan bir bolluk ve bereket içinde yokluğunan geçen o kırk iki yılının kıtlığını canla başla atlatmaya çaba sarfeder olmuşlardır..17. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hemi Dağlarda ovalarda hemi köyün dört bi yanında kardan borandan ayazdan buz tutarak o sert geçen kışın etkisi gayrı kalmamıştı, O dondurucu kışın yerini fakir fukaranın dört gözle beklediği O güzel kokulu bahar gelmiş almıştı, kışın titireyerek üşüyen insanlar yani sırtı ayfen olan insanlar baharın gelmesiyle gayrı üşümez olmuşlar, rahatlamışlardı. her tarafta bağlarda, bahçelerde dağlarda, ovalarda, tarlalarda bir canlılık vardıki, hele, hele tarlalarda ekinler boy, boy yeşermiş ekinlerin içerisinde gelincikler, papatyalar nergizler açmış o çiçekler ve o güzel kokuları insanın gözünü gönlünü okşar olmuştu, O kayısı ağaçları ve diğer bütün ağaçlar çiçeklerini açmış baharın getirdiği bu güzelliklerden köy sanki yalancı cennet halini almıştı. köyün dışında davar sürüleri için mevcut olan her ağılların önünde kuzular için çit ile çevrili kuzu barınakları bulunurdu ve her çitin içinde kuzuların, gidiklerin meleme sesleri, hele o kuzuların ve gidiklerin hoplayıp zıplayarak birbirleriyle oynamaları insana daha başka bi haz veriyidi, sürü sahiplerinin süt sağmak için bi gayret ile süt sağmaya gitmeleri, baharın gelmesiyle işte bu insanların içine böyle huzur ve böyle bi rahatlık veriyidi. davar sahipleri davarlarının sütünü sağdıktan sonra kuzuları ve gidikleri serbest bırakırlardı, çitin kapısı açılıncada kuzular ve gidikler koşturarak analarının yanına giderler bu arada koyunlarda keçilerde kuzu ve gidiklerde bi meleşmeler olurki öylesi bi anı insanın görmesi ilazım. kuzular gidikler bi hamlede analarını bulamazlar biri o koyunun memesine ağzını uzatır bir diğeri o bir keçinin memesine ağzını uzatır, analarını buluncuya kadar bi koşturmacadır bi meleşmedir devam eder gider. süt sağmaya gelen kadınlar zaman, zamanda olsa arada bir kuzulara gidiklere yardımcı olurlar tutup, tutup analarının yanına götürürler, kuzularla gidiklerde bir güzelce analarının memesine yapışırlar ve arada birde ağızlarını memeye doğru çakarak emerler. daha sonra süt sağan kadınlarında yardımıyla sürünün çobanı kuzuların ve gidiklerin tamamını çitin içine götürür. hemi kadınların süt sağmasından hemi kuzu ve gidiklerin süt emmesinden dolayı koyunlarda ve keçilerde ne can kalır nede fer kalır, işte bu işlerden sonra koyunlar ile keçiler bir güzelce nefes alırlar. sürünün yavrularını çitin içine alırlarken yavrularla anaları birbirinden ayrılmak istemezler genede bir meleşmedir ortalığı alır gider. bu işlerden sonra süt bakracını eline alan kadınlar, ağıllar köyün dışında olduğu için düşerler köyün yoluna. süt sağmak için ağıla gelip gitmek kadınlara zahmetlide olsa O zahmete katlanıyılardı, evleri birbirine uzak olupta birbirini göremeyen kadınların dedi kodu yapma yerleri ağıl yoluydu, ağıla gidip gelene kadar ve davarların sütünü sağana kadar evden ağıla gelmeleri sütü sağıpda geri eve gitmeleri iki, üç saatı buluyudu bu kadar uzun zamanda kadınlara bol bol yetiyidi ve lafınan köyü bırak dünyanın altını üstüne getiriyilerdi. bu işlerden sonra çoban abasını omuzuna almış azığını heybesine koymuş, çoban kavalını abasının iç cebine koymuş, deyneğide elinde, davarın yönünü dilbe bağına doğru çevirmiş, kangal cinsi köpeklerinede Oşşooş Oşşoş diyerek çağırır başları ve kuyrukları dik bi şekilde havlayarak, itleride bir koşturmacadır alır bir kaçı davarın bir tarafında bir kaçıda davarın bir tarafında dilber bağına doğru yola düşer giderler, kurtların çakalların veyahutta hırsızların haddinemi düşmüşki o davara yaklaşalar mazallah param parça ederler..18. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Zaten köpeklerin görünümleri ve heybetleri yeterli geliyidi köpeklerin her biri bir katır gibi bir canavar gibiydi, sıkımı öyle bir yabancı insan olsun yada yırtıcı bir hayvan olsun o davara yaklaşa, korkularından yaklaşa bilirlermi. çoban elinde deyneğiyle keççi geh, keççi geh diye diye dilber bağı tarafına doğru yol alıp ağır ağır gittiler. sabah kuşluk vakti olmuştu davar sahiplerinin çocukları ağıllara geldiler, her ağılın önündede o ağıla ait çitleri vardı'ya, işte o çitlerin içindede kuzuları gidikleri var bu çocuklarda kuzuları gidikleri köyün meralarında otlak yerlere yaymaya götürmek için ağılın kenarındaki çitlerin yılgın çıbıklarından yapılmış kapılarını açarlar, zaten kapılarında kilidi yokturdu. kapı açılmasın diye deriden yapılmış ipinen bağlamışlardı, kapıyı açmak için sadece ipi çözmek kalıyıdı, çocuklarda ipi çözdülermi iş tamam oluyudu. her bir çocuk çitlerin kapısını açtıkca kuzularla gidiklerde bi hoplaşma bi zıplaşma bir koşturmaca oluyuduki görmeye değerdi. insanın o yavruları otlak yerlere yaymaya götürmeyi bırak o yavruların hoplayıp zıplamaları dünya malını değerdi. çocuklarında ellerinde birer yılgın çıbığı bağlara bahçelere ve su kaynağı olan köye yakın yerlere doğru kuzularıyla birlikte yollanırlar. otlağı bol olan bi yere vardılarmı arkadaşlarından birini kuzuların yanında bekçi koyarlar ve diğer çocuklarda tepelere doğru nevruz toplamaya giderler, bir, iki saat kadar tepelerin sağında solunda her tarafında nevruz toplarlar. bir tane bile nevruz bulamayan hallova, mintaz seslenerek ula hallov hallov ayakta dinelmekle sen hiç bir nevruzu bulamazsın, yere çök eğilde aşağıdan yukarıya doğru tepeyi bi güzelce süz, nerede bir nevruz var ise ışıl ışıl ışıldar dedi, hallovda mintazın sözünü dinleyerek diz çöküp fal taşı gibi açılmış gözleriyle tepeyi bi güzelce süzdüki pür dikkat olmuş nevruz arıyı, ışıldayan nevruzları bir bir gördü ve saymaya başladı bir, iki, üç, beş, onbeş, diye saydıktan sonrada kalktı o gördükleri nevruzları teker teker topladı, zaten bir o toplayamamıştı diğer çocukların ellerinde demet demet nevruzları vardı, hallovun nevruzu diğer çocuklarınki kadar olmasada onların nevruzlarının yarısı kadar toplamıştı. aradan hayli vakit geçmiştiki mintaz bir ıslık çalarak ve hepisine birden bağırarak arkadaşlar haydi toplanın gidiyoruz dedi. hele bi gidelim orada kuzular ne alemde müslüm ne alemde orada müslümü yanlız bıraktık diyerek bir kere daha haydin arkadaşlar toplanın gediyik deyip bağırarak arkadaşlarına hemi sesini işittirdi hemide gelin işareti yaptı, mintazın kendiside kuzuların olduğu yöne doğru adımlamaya başlamıştı..19. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Çocuklar nevruz aramak amacıyla dağlarda tepelerde dolana, dolana hayli yorulmuşlardı çok değil on, onbeş dakika yol yürüdükten sonra kuzuları otlattıkları kara çamırlık yolu üzerindeki Hamdi ağanın gölüne gelmişlerdi. hallov, mintaz, eysan dolanmaktan hepiside haddinden fazla yorulmuşlardı, taa kara çamırlık tarafından gelmişlerdi ellerinde deste, deste nevruzları vardı, nevruzlarının bir demedinide bekçi olarak kuzuların başında bekleyen cecenin müslüme verdiler, Eee nede olsa kuzulara sahip olmuş onların başında bekçi olarak beklemişti. çocukların hepiside birlikte uzandılar çayır çimenin üzerine keyiflerinede diyecek yoktu, hani nevruz toplamaktan yoruldularya yorgunluktan çocukların hepside uyuya kalmışlardı, gözlerini bi açıpda uyandıklarında gün ilerlemiş ikindi olmuştu, sağa sola her tarafa baktılar, baktılar ne kuzular var nede gidikler var korkmayada başladılar amma çocukların dördüde dört yana dağıldılar kimi köye doğru kimi sülücone doğru kimi kanber ağanın bahçesine doğru kimide nazey bibinin bahçesine doğru kuzuları aramaya gittiler, mintaz kanber ağanın bahçesine vardıktan sonra arkadaşlarına seslenmeye başladı ulaaoo, ulaoo gelinha, gelin aha burdalar dedi amma bu seslenişini duyan olmamışdı, bu seferde ıslık çalmaya başladı, diğer dört taraftanda ıslığın yankılanan karşılığı gelmişti. ıslık çocukların kendi aralarında bir haberleşme aracıydı, nihayet mintaz aradıkları kuzularını bulmuştu, kuzuları bulduğunada öyle bi sevinmiştiki keyfine diyecek yoktu. kuzularla gidiklerle adeta konuşmaya başladı, bire kuzular bire gidikler siz güzel güzel yayılırken yolu azıttınız vede sapıttınız taa buralara kadar geldiniz, bire gözünü sevdiklerim hiçmi aklınıza gelmedi yada aklınız çalışmadı ya bir hırsıza rast geliriz yada bir çakala veya kurda rast gelirizde onlarda bi güzelce afiyetle bizi yerler diye hiçmi düşünmediniz. amma siz nasıl düşünesiniz siz zaten kuzusunuz gidiksiniz yani malsınız nerden düşüne bilesiniz. diyelimki hadi bir hırsız yada bir kurt sizi yeseydi, biz bu kadar çocuklar cece bibimin hemi elinden hemide dilinden nasıl kurtula bilirdik diyerek kuzuları ve gidikleri bahçeden çıkardı yola doğru getirdi. ıslık sesini duyan diğer arkadaşlarıda bahçeye doğru gelerek mintazı karşıladılar hep birlikte kuzuları götürürken, mintaz arkadaşlarına, arkadaşlar biz bir kaç gün bu tarafa doğru gelmeyekde dilber bağı tarafına doğru gidek deyince, arkadaşlarıda bilmedikleri bir şeyi haklı olarak sordular, buralar bizim için çok iyi yerlerden biri niye yani buraya gelmeyekde başka yere gidek diyilerdiki, mintaz arkadaşlarının sözlerini yarıda kesti ve arkadaşlarına dönerek, arkadaşlar, arkadaşlar bu kuzular ve gidikler varya kanber ağanın bahçesinde vede bostanında hiç bi hayır koymamış bütün bostanı dağıtmışlar tarı mar etmişler eğer kanber ağa bizleri buralarda bi görürse veyahutsa bi yakalarsa bizlerin feleğini şaşırır onun için ben diyorumki bizler yani bu suçu yapan ve bu suça ortak olan hepimiz bir kaç gün buralarda gözükmeyek aradan bir zaman geçtikten ve kanber ağanında hersi endikten sonra bu tarafada tekrar gene geliriz diyerek arkadaşlarını ikna etmeyi başarmıştı, mintazda böylece bu duruma menmun oduğunu belli etmeksizin sevinmişti, akşamda yakın olduğundan kuzuları süre süre tekrar ağıllara getirmişlerdi..20 ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bahar gelmesine gelmişti amma kırk iki yılıda bi hışmınan gelip' ortalığı bi yokluğunan, milletide bi perişanlığınan kavurarak çekip gitmişti. gitmişti nitekim kırk iki yılının bu ağır bilançosu milletin sırtında bi kanbur gibi duruyudu, bu millet kırk iki yılının kıtlığını zar zor atlatmışlardı, atlatmışlardı amma ne çuvalda nede anbarda bir avuç ne un nede bulgur kalmıştı, anbarların içine fareler yuva yapmışlardı, fareler bile aclıktan cirit atamaz duruma gelmişlerdi, milletin uyuduğu zaman gece yarısı fareler ortaya çıkarlar yatakların etrafında insanların üzerinde sağda solda bütün orta yerlerde ve kuytu yerlerde bir parça yiyecek bula bilmek için dolaşıp dururlardı, bu durumdan usanan köylülerde sağa sola her tarafa fak koymuşlardıki fareleri tutada köylülerde farelerden kurtula ve bi rahat yüzü göreler. bi taraftanda kedilere gün doğmuştu kırk ikinin kıtlığında köylüler bir parça ekmek bulamazken kediler her gün etten yana bayram ediylerdi. seçimede az bi zaman kalmıştı,C.H.P.nin başında İsmet Paşa vardı hasan badırıklı köylüler hemi C.H.P.yi seviyiler hemide İsmet Paşayı seviyilerdi amma köyün az bi kısmı köylünün gittiği C.H.P.nin yolundan gitmiyiler, çizgiden çıkmışlar birlik ve beraberlik yolundan ayrılmışlardı. D.P.nin yanında yer almışlardı bütün köylüde bir ateş vardıki su dökmeyinen söneceğe benzemiyidi. köylünün bir kısmı seçim propoğandası için kendilerine tahsis ettiği köy evinde bir kısmıda kendilerine tahsis ettikleri köy evinde hararetli ve ateşli bir şekilde propoğandalarını yapıylardı. bir taraf diğer bir tarafın adamlarını ayartmaya kandırmaya çalışıyılar, köyün ağalarıda fakir fukara olarak gördükleri millete un bulgur gönderiyiler bazılarınada para yardımı yapıyılar, velhasılı bunun adı imecede olsa bir yardımlaşma kampanyası ve bi dedikodu köyün içini almış gidiyi bu durumu gören aklı başında biri sayfalarca roman yazardı. ağalar kendi evlerinden köy evine saldıkları lüküsün bakımını ve camının isini üfleye, üfleye buharlaştırarak bir bez ile ova ova defalarca silerler pırıl pırıl ederler bir damlasını yere dökmeden lüküsün gazını doldururlar her iki tarafında köy evinde çalışan bu insanlar hiç bir birine bakmadan bu işleri yaparlar işleri bitipte içeri girerlerken bir birlerine şöyle bi yan gözle bakarak içeriye girirler, içeride lüküsü pompalar, pompalar gazlı çakmağıda bi çaktılarmı lüküste bir hamlede yanardı karanlık ve loş olan içerisi güneş doğmuş gibi aydınlanırdı. bu işlerden sonra köylülerde bir, iki gelmeye başlarlar. her iki tarafında köy evlerinde radyoları vardı bu radyoyu öyle sıradan biri gelipde çıt diye düğmesini açamazdı bu işi bilen birisi bir ağır edayla ağır abi görüntüsü vererek çok büyük bir iş yaparmış gibi işinin gereğini yerine getirirdi. bütün köylüde saat yedide başlamış olan haberlere pür dikkat kesilip kulak kabartarak haberleri dinlerlerdi acaba hangi parti halktan daha çok pirim alıyı diye can kulağıyla dinlerlerdi, haberler başladığı sırada zaten içerisi sessizliğe hakimdi, sessizlikten sinek dahi uçsa sesi duyulurdu...21. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Haberlerden sonra köy kahvelerinde o koca köyün bütün ahalisi kendi aralarında bi durum muhakemesi yaparlar, bütün umutlar bütün niyetler hemide gönüller C.H.P.nin yanında yer almaktadır amma genede şüphe içindeler. kırk ikinin getirdiği kıtlık ve aclık C.H.P. yi derinden yaralamıştır. Türkiye çapında D.P. de bir hız ile bir gayret ile hızlı bir şekilde iktidara geliyiki hiç bir kimsenin yakalayıpda tutacağı yoktur. hemi gün geldi çattı hemi seçim geldi çattı, amma hemide köylüler bir birine çattılar C.H.P. nin seçmeniyle D.P.nin seçmeni oy kullandıkları seçim sandığı bölgesinde bellerine sakladıkları deyneklerini tek tek çıkartarak bir birlerine ha bire öldüresiye vurmaya başlarlar, bir kavgadır bir döğüştür almış başını gider olmuş. nitekim kavgada yorulanlar bir kenara çekilerek kavgadan feragat etmişlerdir. bu olaylardan sonra köylüler seçim arefesinden sonra aldıkları yaralarını nihayet sarmaya başlarlar. karşı tarafın ezici bir çoğunluğuyla C.H.P. O seçimi kaybetmiştir. birinci dünya savaşında cepheden cepheye koşan, birinci ve ikinci İnönü zaferini kazanan koca İsmet Paşa böylesi bi seçime nasıl olduda yenik düşmüştü, aklıyla fikriyle koca bi dünyaya yön veren O koca İsmet Paşa, şavaşta emir ve komutası altında olan bu büyük millete nasıl olmuştuda yön verememişti, işte buna çok üzülüyüdü. koca bir ulusu kurtarma yollarını ulusal kahraman ulu önder ATATÜRK'le birlikte baş başa vererek çözen koca İsmet Paşa nasıl olduda bir seçime yön verememişti. işte bu durumu hazmedemiyidi hemi İsmet Paşayı sevenler, hemi Malatya halkı hemide hasan badırığın çoğunluğu bir yası matem içindeyidiler. zaman geçtikcede zaman içinde bu duruma ufak, ufak alıştılar. nihayet D.P. iktidara gelmişti geçmişteki iktidarın güclü favorisi C.H.P. de ana muhalefet partisi olarak misyonuna devam etmeye başlamıştı. bayramada az kalmıştı bayram gelsede köylüler bir birleriyle barışsalar diye düşünenlerde vardı. seçim arefesi zamanı içinde birbirleriyle arada birde olsa kavgaları münakaşaları ve ağız kavgaları yapanlar için. bayrama kadar bu arada bir daha hayırlısıyla kavgaları başlamasa derken bayramda gelmişti, köyün ağalarıda araya girmek suretiyle köylüler bir birleriyle bayramda barıştılar köyde köylüde şöyle bi güzelce rahat bi nefes almışlardı, köylüler zaten bir birlerinin akrabalarıydı, birbirlerinden kız alıp kız vermişlerdi ve böylelikle bütün köylüler birbirine akraba olmuşlardı nihayet sonuçta beklenen o barış sağlanmış herkes, bütün köylüler barış havası içinde iyi niyetlerini ve temennilerini birbirine sunarak dağılıp evlerine giderler..22. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Aradan bir kaç yıl geçmişti o zamanki çocuk denecek yaşlardaki köyün gençleri ekeleşmişti, ekeleşmişti amma oralar ücra köşeler ve köylük yer olduğu için, çocukların öğrenecekleri her hangi bir meslek dalı yokturdu, köyün bu çocukları meslekten yana sanki bahtları kaderleri kör olarak doğmuşlardı. yılda bir kerede olsa çocukların doğru dürüst şehire gittikleride yokturdu. peki niye gidemiyilerdiki, çünkü köyde vesayit denen araç yoktu, köyde vesayit olmayınca köylülerinde şehire gitme imkanları pek olmazdı. peki vesayit olmayınca köylüler şehire gidemiyeceklermiydi zar zorda olsa müşkülatlıda olsa tabiki gideceklerdi, amma neyinen elbetteki karakaçanlarla, yani eşeklerle. bu hayvanlarla köyden bi çıktılarmı üç günde ancak şehire gider gelirlerdi, dağlardan zar zor topladıkları odunlarını dahi şehire götürürlerdi. köyden şehire kadar sırtında bir yük odunu götüren eşek o kadar uzun yola dayanamazdı eşek, eşekte olsa yolda bir iki kere yatardı hele birde eşeğin eşek inatlığı tuttumu üzerine çüt koşsan genede ayağa kalkmazdı. eşeğin sahibi o bir yük odunun ipini çözer, ipi çözerkende bir sürü hemide köyden şehire kadar o eşeğe söverdi. birde döner soyha kalsın hemide gözü kör olsun bu yokluğun diyerek bi gayret ile ipi çözer odunları indirir ve eşeğin kuyruğundan kulağından tutarak arada birde eşeğin böğrüne tekme ile vurarak çüş gah çüş gah diyerek eşeğini ayağa kaldırırdı. bu yaptığı işlerden sonra adamın vijdanı sızılardı ve eşeğinin başını kucaklayarak eşeğini severdi benim yiğit eşeğim benim güzel eşeğim diyerek, birde döner eşeğinin gözlerinden öperdi. sanki bir adamla konuşurmuş gibi eşeğiyle konuşurdu, hadi artık öyle küs gibi sineklenme barıştık artık değilmi derdi, eşekde sineklenmekten başını sağa sola çevirdikçe. adamda, eşek kendine bi şey söylüyümüş sanarak sözüne devam ederdi benim yiğit ve güzel eşeğim sende beni yolda koyuyorsunya derdi. sen beni yolda koyma bende sinirlenip sana ne vuram nede sövem diyerek o bir yük odunu tekrar eşeğine yüklerdi, yüklerkende eşeğe işittirmeden içinden ağrı gene söverdi, sövdüğünü eşek duyarsa duyupta ya anlarsa bu sebepten bir daha yatarsa diye korkuyorduda. eşeğede hak vermez değildi hak veriyidide o kadar yola dayanmak kolaymıydı kendiside yorulmuştu, bütün bedeni vücudu kan ter içinde kalmıştı. kendi kendine bu eşek eğer bir daha yatarsa vay gele benim başıma diyidi. odunu indirip yüklediği yere sağa sola etrafa bakındı yerdeki ceketini aldı giyindi, baktıki tabakası yerde onuda aldı ceketinin cebine koydu, ucu çöğürlü birde deyneği vardı onuda eline aldı, ve nihayet döndü eşeğine hadi bakalım karakaçanım Ço Ço Ço,diyerek eşeğiyle birlikte şehirin yolunu tuttular, zaten şehirede az kalmıştı bir iki saat geçmeden şehire vardılar. şehirlilerde kışlık odunlarını almak için şehir içindeki odun pazarına pek gitmezlerdi şehirin dışına ucbağlara kadar gelirlerdi...23. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Şehirin taa bir başına kadar gelen şehirliler kışlık odunlarını almak için sıkı bir pazarlık ederlerdi, pazarlıkta uylaştıktan sonra, oduncu hayvanlarının sırtındaki odunları yıkmak için şehirlinin evine doğru şehirliyle birlikte giderlerdi. şehirlinin evine varınca hayvanın sırtındaki odunlarını yıkar parasınıda aldıktan sonra şehirliyile el sıkışarak helalleşip birbirinden ayrılırlardı. odun alan bazı şehirlilerde çok bonkerdi, gözleri gönülleri toktu, odun parasını oduncuya fazlasıyla verirlerdi, bu arada oduncu odununu hayvanın sırtından yıkarken, şehirli içerdeki hanımına seslenerek hanım hanım sen içeride boş durmada hele bir yemek hazırla bu insanlar taa köylük yerden hemide bir günlük yoldan geliyler acıkmışlardır diyerek hanımına yemek yapmasını söyledi. oduncuda odunların ipini söküp hayvanın sırtından odunları endirip, ipleri çekibileri toplayıp sarana kadar, evin hanımıda yemeği ve sofrayı hazırlamışdı, bazı kadınlar hamarattı bir işi hemen beş dakikada yaparlardı bu kadında o hamarat kadınlardan biriyidi. şehirli bey efendi oduncuya nerelisin emmi diye sordu, oduncuda hasan badırıklıyım yeğen dedi, şehirli adın ney emmi dedi, oduncuda benim adım Abdullah yeğenim abdullah dedi. şehirli ha bire soru soruyudu ve kaç çocuğun var emmi dedi, Abdullah emmide iki oğlum var büyüğünün adı yusup onun küçüğünün adıda hüseyin büyük oğlumada abon yusup derler dedi. bu arada içeriden yanık yanık söyleyen radyonun sesi geliyidi, radyoda bir güzel türkü söylüyüdüki bu türkülere birlikte katılmamak elde değildi ve arada bir abdullah emmide türküye eşlik ediyidi, evin sahibi bey efendi içerideki hanımına seslenerek, hanım hanım şu radyoyu kapat hele dedi, hanım efendi,de eşinin sözlerine uyarak hemen radyonun sesini kapattı ve ev sahibi bey efendi hanımına tekrar seslenerek hanım birde çay koy dedi ve Abdullah emmiye dönerek, Abdullah emmi, Abdullah emmi bende Arguvanlıyım, gözüne sözüne kurban şu çay hazır oluncuya kadar bizim o tarafın bir iki türküsünü söylede hemi elimizin yurdumuzun havası kokusu gele hemide özlemimizi azda olsa bu türkülerle giderek deyince, Abdullah emmide elini kulağına attı söylediği türküler manalı ve seside yanıktı, iki üç türkü söyledi Abdullah emmi baktıki Arguvanlının gözlerinden damla, damla yaşlar akıyı belliki adamın içine işlemişti, Abdullah emmi göz ucuyla pencereye baktıki evin hanımıda orada ağlıyı. abdullah emmi anladıki şehir olsun gurbet olsun bu ayrılık bu hasret insanın içine işliyi. Abdullah emmi daha fazla dayanamadı ve türküsünü bitirdi. Arguvanlıda hanımıda göz yaşlarını silerek kendilerine geldiler, evin hanımı bi işe gec kalmış gibi bi aceleyinen çay tepsisinin üzerine koyduğu çayı şekeri ve bardakları getirdi çayları bardaklara doldurup ağızlarına layık bir şekilde üçüde çaylarını yudumlamaya başladılar...24. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Abdullah emmi Arguvanlıların hazırladığı yemeği yeyip çayınıda içtikten sonra. gerisin geri köyüne gitmesi için ayağa kalkarak malatyada oturan Arguvanlıdan müsade istedi ve evin hanımınada yemeklerin ve çayın çok güzel olmuştu eline ve emeğine sağlık, cenabı Allah birinizi bin eylesin diyerek evin hanımına ve bey efendiye ikisine birden teşekkür ederek eşeğinin yönünü yola çevirerek ve eşeğin yularınıda eline alarak eşekle Abdullah emmi ikiside birlikte çarşıya doğru yürümeye başladılar.Arguvanlı bey efendi Abdullah emminin arkasından seslenerek sende sağol Abdullah emmi, sende sağol, bir daha odun getirirsen odunları satmak için uğraşma al doğru bize getir buraya yık diye uzun uzun Abdullah emminin arkasından bağırdı. Abdullah emmi çarşıdaki hana varınca hanın kenarındaki dut ağacına eşeğini bağlayarak dutun gerisindeki tükana girdi, tükancı Abdullah emmiyi daha önceden tanıdığı için, buyur emmi buyur sen hoş gelesin hele geç şöyle otur hele dedi. tükancı olgun ve saygı değer bir adamdı bütün köylülere harmandan harmana borca malda veriyidi. tükancının babasının ahdı varımış, tükancı babasının ahdını yerde koymak istemiyidi. tükancı köylünün imdadına yetiştikce Allahda tükancıya bol bol kazanç veriyidi. Abdullah emmi alacaklarını liste yapmıştı, ceketinin iç cebinden listesini çıkardı bir bir okumaya başladı, tükancıda pür dikkat dinliyidi, bir metre gaz lambası fitili, iki tene gaz lambası camı on dört numara olsun, üç kilo şeker, üç paket çay, iki kiloluk vite yağı, bir çif otuz altı numara kadınların giydiği lastik ayakkabısı daha nice nice öteberi aldı, Abdullah emminin tam tamına on iki lirası vardı ama on beş liralık öte beri aldı, on lirasını verdi geri kalan beş lirayıda gelecek sefere üç yük odun getirecem beş liranıda o zaman veririm diye tükancıya söylüyüdü, tükancıda tamam emmi tamam senin canın sağolsun diyerek sattığı öteberiyi eşeğin üstündeki heybeye birlikte yerleştirdiler, Abdullah emmi tükancıylada helalleştikten sonra eşeğine binerek deh deh deyip köyün tarafına doğru sürüp gitti eşeğiyle birlikte, epey zaman geçmişti Abdullah emmide hana gelmişti yazıhandan aşağıda balaban köyünün hizasında han varıdı bu han yıkılmıştı bütün köylülerin insanlarıyla bizim köyün insanları bu hana ortak bir dille yıkık han diyorlardı, işte bu hana gelmişti. bir saat veya iki saatlik yolu kalmıştı köye varmasına. Abdullah emmi yıkık handa bir eşek görüyü belliki odunda eşekte şehir yolcusu bi kenardada iki adam bi pazarlığa tutuşmuşlar pazarlık ediyler, adamların ikiside başka köylüler biri oduncu halinden hemen belli oluyu, diğeride şehire gitmek isteyen hali vakti yerinde birine benziyidi.....25, ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Abdullah emmi bu iki kişinin konuşmalarına bi ara kulak misafiri olmuştu, hali vakti yerinde olan adam, odun sahibine amca sen bu odunu şehire götürmeyecekmisin, götüreceksin diyordu ve arkasından sözünü kesmeden devam ediydi, şehire götürünce kaça satacaksın diye soruyudu odun sahibine, odun sahibide dört liraya satarım diyidi, şehirli adamda oduncuya amca sen odununu aha şuraya yık bende senin eşeğine binem beni şehire götürsün senin eşeğin, sen odununu dört liraya vereceğine ben sana beş lira verem diyordu, diyordu amma anlaşma sağlanamıyordu oduncu köylü odununa bakarak ya benim odunum deyip duruyudu, şehirli adam bir daha pazarlık ederek anlatmaya çalışıyıdı,amca senin odunun kaç lira eder diyordu, oduncuda dört lira eder diyordu, şehirli adam peki diyor senin odunun dört lira etsin ancak odununu aha şuraya yık, ben senin eşeğine binem beraber şehire gidek sana beş lira verem diyordu, odun sahibi şehirliye dönerek ben odunumdan vaz geçmem illede odunum diyordu.arif olan Abdullah emmi bu pazarlık bir sonuca varmaz diyerek köyüne doğru eşeğini dehledi. ortalığa karanlık çökmüştü Abdullah emmi hala köye yetişememişti köyde oğlu yusup'u bir telaş basmıştı babası şehirden hala gelmemişti, kardeşi arap üzengi hüseyinide yanına alarak kör pınara doğru papur yolundan aşağı yürümeye başladılar yolda giderken kel baboya rasladılar, babov emmi evinin önündeki sekide öksüzünen birlikte oturmuşlar gatıklı çorba içiylerdi, babov emmi abon yusup ile arap üzengiyi görünce bunlara dönüp vula yusup bu gece vakti iki gardaş nereye gediyiniz diye seslenince, abon yusup'da babov emmi babam şehire odun götürdüydü,de aha gece yarısı oldu daha gelmedi, bizde kör pınara oradanda datcaya kadar gidekte yazıhana doğru şeherin yoluna hele bi bakak bi gelen giden varmı diye babov emmisine laf veriyidi, ve devam ediydi anam merak içinde bize hele bi gidinde babanıza bakın dedi. iki kardeş papur yoluna aşağı yollanıp gittiler, ordan hemen küçük tepeye çıktılar, hele şu tepeden bi bakak dediler, ve baktılar baktılar amma arap üzengi daha küçük olduğu için karanlıkta ne yolu seçe biliyidi nede bi gelen varsa hiç bi şeyi seçemiyidi, amma yusup cin gibiydi baktı baktı ve işte geliy dedi geliy geliy diyerek kör pınara aşağı koşmaya başladı yusup'un arkasından hüseyinde koşmaya başladı datçaya vardıklarında o geleninen karşılaştılar evet o gelen yusup'unan hüseyinin babaları Abdullah emmiydi....26. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Palancı yusup yıllarca köyde palancılık yapmıştı, bu palancılık dönemi içinde en az kırk köyün eşeklerine katırlarına vede atlarına palan dikmişti, daha doğrusu yani kibarcası hayvan tezisiydi. ilk önce palan dikilmesi için gelen hayvana bi bakardı, daha sonra hayvanın ölçüsünü alırdı, palanlar içinde çeşit çeşit kumaşları vardı hayvan sahibiyle birlikte o çeşit çeşit olan kumaşlara bakarak hangi kumaş palana daha uygun olacaksa hayvan sahibide hangi kumaşı seçecekse o kumaşı seçerlerdi, işte şu kumaşın palanı şu paraya bu kumaşın palanıda şu paraya mal olur derdi ardından birde pazarlık yaparlardıki sıkı sıkıya el sıkışarak. pazarlık yaparken araya giripte pazarlığı uylaştıran, pazarlığa yardımcı olan insanlarında saygı değer insanlar olduğu ve onların hatırları içinde üç aşağı beş yukarı pazarlıkta uyuştukları bi gerçekti. daha sonra palancı yusup oğlu mürtezeye oğlum eve gitte anana söyle bir çay bişirsinde al getir deyip mürtezeyi eve salıp kendiside raftaki kalın ve kıymetli kumaşlarını aşağı indirirdi. hayvan sahibinin beğendiği kumaşı alıp geri kalan kumaşıda gerisin geri rafa yerleştirirdi, o indirdiği kumaşı ölçer biçer ardından makasıda eline aldımı hadi hayırlı olsun diyerek, makasda hart, hart diye ses çıkararak palanın kumaşını kesmeye başlardı. hemen hemen bir saat geçmiştiki mürteze elinde tepsiyinen çayı şekeri ve bardakları alıp getirdi, tepside dört tane bardak varıdı, tükanda bulunan adam sayısı ise tam tamına altı kişiydi. dudunun abbas ve gemikci bettalda vardı gemikci bettalında orada tükanı vardı oda tükan çalıştırıydı. palancının tükanına yakındı, palancı yusup bardaklara baktıki iki tane bardak eksik hemen mürtezeye seslendi ula oğul mürteze hele eve gitte ik tene daha bardak getir dedi ve söylemesiyle mürtezenin eve gidip gelmesi bir oldu mürteze iki bardak daha getirmişti, zaten evde tükana çok yakındı. eşeğin sahibi dağın bir köyündendi, dağ köylerinde hasan badırıkta olduğu gibi öyle çay şeker kahve gibi şeyler pek olmazdı, hasan badırığa göre o dağ köyleri biraz gerideydi. o köylü adam çay dolu bardağı eline aldı çaya baktı baktı daha sonra sıcacık olan çayı üfleyerek bir yudum yudumladı, yudumlamasıyla ağzını yüzünü buruşturması bir oldu, palancı yusup duruma vakıf olarak hemen anlamıştı, adamcağız çaya şeker atmayı unutmuştu. palancı yusup adama dönerek bire köylü gardaş sende benim gibi çaya şekermi atmadında yüzünü buruşturuyun dedi ve ardından ekledi aha şuradan iki tene kesme şeker alda çayına at bir iyicenede karıştır şekeri tam manasıyla eritde ondan sonra çayını yudumla bakam dedi..27. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Adamcağız palancı yusup'un dediklerini bir bir uyguladı, tekrar çayını yudumladı ondan sonra çayın şireli olduğundan ve şekerin şiresinden ağzını şapırtadarak palancı yusuba döndü, yusup emmi bizler dağ köylerinde ve hemide kendi köyümüzde çay yüzü kahve yüzü hemide böyle şeker yüzümü görüyük, çay kahve nerde biz nerde diyerek palancı yusuba dertleniyidi. adam üç dört tane çay içtikten sonra, yusup emmi vakit hayli geçti artık ben köye gidecem söylede hayvanı bi dahaki sefere ne zaman getirem dedi, palancı yusup'da üç gün sonra gelirsin dedikten sonra adam eşeğinin bağlı olduğu ağaçtan ipini çözerek tatlı bir keyifle köyünün yolunu tuttu gitti. palancı yusubun evi kocamandı çok büyüktü dağ köylerinden güzel yurtan kara dereden hekimhandan, şehire gidenin gelenin haddi hesabı belli değildi, yolculuk yapan bu insanlar dışarılarda bir su başında yada bir gölgelik yerlerde topluca konaklayıp istirahat ederlerdi, yorgunlukları geçtikten sonrada tekrar hep birlikte yola koyulurlardı, bu duruma vakıf olan palancı yusup arif adamdı evininde büyük olduğunu düşünen palancı yusup niye ben evin bir kısmını hana çevirmiyim diye kendi aklınca düşünüp taşındı ve evinin bir bölümünü hana çevirdi. şehir yerlerde insanlar otellerde yatarlardı, köylerde ve yol üzerinde olan yerlerdede hemi insanlar hemide hayvanlar ayrı ayrı yerlerde olsalarda aynı binanın içinde kalırlardı. palancı yusup bunun yanı sıra birde hancı yusup'luğa terfi etmişti taaki ölümüne kadar. palancı yusup hancılığıda başarmıştı. dağdan veya şehirden gelen köylüler hayvanlarını ahıra götürüp bağlarlardı hayvanının yemini hayvanın önündeki yemliğe döker, tenekelerle suyunu içirirdi, daha sonrada dışarıda hayvanının palanını indirdiği yere gelir, hayvanın palanına yaslanarak bir müddet dinlenmeye çalışırdı. dinlendikten sonra köyün içindeki tükanlara giderek üzüm zeytin peynir yenecek her ne bulurlarsa alıp hana gelirlerdi aldıklarıyla karınlarını doyurup ve bu yemek faslından sonrada hayvanının palanının üzerine kıvrılarak bi güzelce tatlı tatlı uyurlardı...28. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Nasıl böyle tatlı tatlı uyumasınlarki günlerce yol yürümüşlerdi, köylerinden şehire şehirden köylerine gidip gelmek öyle kolaymı her baba yiğdin karımı, hayvanın sırtındada olsa şehire gidip gelmek o insanları hış hamır ediyidi işte bu yorgunluk insanların beden gücünüde bitiriyidi. yalandan gözlerini yumsalar essahtan bayılıp uyuyulardı, palancı yusubun oğulları mürtezenin, hüseyinin, ve abbasın yatıp uyumaları için öyle güzel yerleri vardıki hana gelen giden yolcular bunların yerlerine bakıp bakıp imreniyilerdi vede sonunda kıskanıyılardı niye bu kıskançlık zuhur ediyidi çünkü bunların üçününde yattıkları yer köşktü, köşkede yataklarını sermişler sanki hanın ağası gibilerdi. hele bir keresinde hanın içi yolculardan dolmuş handa hiç yer kalmamıştı yolcuların çoğuda dışarılarda kendilerine göre bir yer bulmuş hayvanlarıda hemen yakınlarına bağlamışlardı, kendileride hayvanların palanlarının üzerine uzanmışlar mışıl mışıl uyuyular, gece bir ara yağmur atıştırmaya başlamıştı bu yaz yağmuru olduğu için bi yağar bi dururdu, yağmurun yağdığında uyanan yulcuların gürültüsünden mürteze ile hüseyinde uyanmışlardı ve bunlarda yolcular gibi yağan yağmurun hışırtısını dinlemeye başladılar, dışarıdaki yatan yolcularda içeriye kaçışmaya başladılar bunların içeriye kaçışmalarından, yağmurun sesine uyanan içerideki yatan yolcularında büs bütün uykuları kaçmıştı. biraz evvelde söylediğim gibi bu yağan yağmur yaz yağmuruydu nolacak sanki gelip geçici yağmurdu, bi anda yağmış bi andada aha kesmişti. dışarıda yatan yolcular tekrar teker teker dışarıya çıkmaya başladılar, sağa sola bakındılar öte berileriyle hayvanların palanlarını duvarların dibine koymuşlardı onlara bi şey olmuşmu diye, yani azmı çokmu ıslanmışlar diye bakındılar yağmurun değip değmediğini eşyalarının yaşarıp yaşarmadığını konturol ettiler, eh işte dediler eşyalara yağmur pekde kar etmemiş diyerek palanları eski düzenine getirerek üzerinede uzanarak tekrar gözlerini yumup uyumaya gayret ediylerdi. içerdekilerinin yerleri sıcak olduğu için vede rahat olduğu için hemen uyumuşlardı, milletin hepisi uyumuştu amma plancının oğlu hüseyin daha uyumamıştı sağa döndü sola döndü bir türlü uyuyamadı, döndü böğründeki yatan abbasa baktı, baktıki abbas mışıl mışıl uyuyor başını çevirip o bir köşke baktı birde kendi yattıkları köşke baktı iki köşkte uzunlamasına konulmuştu, hüseyinle abbasın başları o bir köşkte yatan mürtezenin başıyla bitişikti, hüseyin mürtezeye baktıki oda çoktan uyumuştu, içeride yatan yolculara baktı bir iyicenede dinledi baktıki yolcularda uyumuşlar...29. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Yolcuların her birinin horultuları bir birinine karışmıştı. trenin bir tunele girdiğinde ve ardındanda düdüğünü çaldığında, trenin gürültüsüyle düdüğünün sesi nasıl bir birine karışıysa, işte bu yolcularında sesi öyle bir birine karışmıştı. buda yetmezmiş gibi dışarıdaki hayvanların anırmalarıda uyuyan yolcuların horultularına karıştımı tam bir biremen mızıkacılarını andırıyıdı.bunu bir kitapta okumuştum diyor yazarımız ve aynen şöyleyimiş, Almanyada biremen şehiri varımış o şehirde bir meydanın orta yerine heykeller yapmışlar, hemide üst üste binili hayvanlar karışımından olan hayvan heykelleri, bu hayvanlar sırasıyla şöyleyimiş bir,Eşek. iki,köpek. üç,kedi. dört,horozmuş. diye düşünürken tamamen uykusu kaçan hüseyinin su dökmesi gelir, hüseyin birazda eringeçdi su dökmesi geldi diye o sıcacık yatağından kalkıpda dışarıya, peğe su dökmeye gitmeyecek bir tipti. hüseyini su dökme ihtiyacı biraz daha skıştırınca. kendi kendine madem kalkıp peğe gitmeyeceğime göre, kalkıp şuracıkta köşkten aşağıya doğru su dökem fikrini kendi kendince benimseyip, yatağından kalkıp ayağa dineldi, ve sağa sola bi iyicenede baktı baktı, daha sonrada bağlı olan uşgur yerini aşağıya indirip sağa sola gelişi güzel su dökmeye başladı. tamda su dökmesi biteceği sırada. yusup emmi yusup emmi diye bir ses duydu, alaca karanlık olduğu için kimse kimseyi tanınmıyıdı bu fırsattan istifade ederek hüseyin hemen köşkündeki yatağının içine girip sessizce yattı, hiçde sesini çıkarmıyıdı. sanki kırk günlük uykudayımış gibi gözleri yumuk bir vaziyette kulağına gelecek sesi dinliyidi. o ses yine geldi yusup emmi yusup emmi yağmurun yağmasından olacakki her halım dam damlıyı. damda bir yarık yada bir delik varki herhalım, olanca su arıstaktan yüzüme gözüme vede üzerime akıyı diyerek bağırıydı. içeridende yusup emminin sesi geliyidi, yat ula pezevenk hepisi yağmur suyu değilmi, yarın sabah kalktıkmı dama çıkar bakarız neyi var neyi yoksada elimizden geleni yaparız diyidi. hüseyin'se hiç ses çıkarmıyıdı, palancı yusup'da sabah olunca arıstaktan gelen yağmur suyunun geldiği yeri aramaya başladı o arıstağa bu merteğe baktı baktı daha edemedi çıkıp damın üstüne bakınıp bakınıp durdu amma hiç bir yerde yağmurun akacağı her hangi bir yere rastlamadı, yusup böylece bakınırken Alhasın kızı elif kocası yusup'a seslenerek yusup yusup sen neyi arıyısın damın başında aşağıda o kadar işler var gelde şu işleri görek deriken, oğlu hüseyin anasının yanına varıp kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı...30. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ana ana dedi ve sözünün sonunu getirmeden durdu daha bişey söylemiyi öylecene durunca. anası hey yanı garaya yatatca niye bişey söylemiyin ne diyeceksen çabık söylesene deyince, hüseyin tekrar anasının kulağına eğildi bişeyler mırıldandı, hüseyinin mırıldanmasıyla anası Alhasın kızının gülmesi bir oldu, güldü güldü onun gülmesine kocası palancı yusup'da nihayet gelmişti. hayırdır Alhasın kızı bu ne hal bu ne gülmesi sen boşa gülmezsin amma seni böyle güldüren ney diye sorunca, Alhasın kızı elifde kocasının kulağına eğilip bişeyler söyledi, bu seferde palancı yusup gülmeye başladı. bir taraftan Alhasın kızı bir taraftanda palancı yusup duydukları lafa gülüp duruylardı. hüseyinde hemi anasının yüzüne hemi babasının yüzüne bakarak eh bi zarar ziyan görmeden bundanda kurtuldum diyerek içi rahatlamıştı. palancı yusup oğlu hüseyini yanına çağırarak hele birde sen anlat bakalım benim yiğit oğlum diyerek hüseyini ufak ufak söyletmeye çalışıyıdı. hüseyinde olanı biteni tek tek anlattı. gece yağmur yağdıktan sonra millet geri uyumaya başlamıştı ve bir müddet sonra kendisininde su dökmesi geldiğini erindiğinden peğe su dökmeye gitmediğini ve ayağa kalkarak köşkten aşağı su döktüğünü su dökerkende köşkten aşağıda yatan adamın baş kısmına doğru geldiğini bu şekilde adamın yüzüne gözüne, hatta ağzı açık vaziyette horuladığı için taki adamın ağzının içi bile su dökme istikametinde olduğunu bir bir anlattı. palancı yusup'da oğlunun gözü kara yiğit olduğu kadarda daha çocuk yaşta olan oğlu hüseyine nesihat etmeye başladı, benim güzel oğlum benim yiğit oğlum gece yarısı bir daha su dökmek gibi bir ihtiyacın olursa yatağından kalk peğe git orada gereken ihtiyacını gör. peğe gitmeyipte köşkün üstünde dinelerek sağa sola su dökersen yerde yatan yolcuların üzerine gelir, aynı bu geceki yaptığın gibi buda bizlerin şanına ve şerefine yakışmaz. bak adamın yüzüne gözüne hatta ve hatta ağzının içine kadar bile şey etmişsin, sakınha bir daha böyle bir durum yapma emi güzel oğlum diyerek oğlu hüseyine nesihat ederek ıslah etmeye çalışıydı. hüseyinin gece döktüğü suyundan nasibini alan adamda, arıstağa merteğe yağmurun akabilecek her yerine bakarak inşallah böyle bi yağmur bir daha yağmazda benim gibi yolcularda böyle yağmur yağdığında dam damlamasıyla ıslanmazlar inşallah diyerek handan çıkıp memleketine doğru çekip gitti. çoğu insanların hayattan istediği arzularına ulaşamayan ve genç yaşta hayata veda edenler gibi, palancı yusup'da genç yaşta hayata veda etmişti, hemide arzularına eremeden. Alhasın kızınada üç tane çocuk bırakarak dünyadan göçüp gitmişti. kaderi kör bahdı kara Alhasın kızıda üç çocuğuyla birlikte damın deliğinde kalmışlardı, artık bütün yük Alhasın kızının omuzlarına binmişti, Alhasın kızı aklı başında parasının hesabını kitabını bilen bir osmanlı kadınıydı, çocuklarına babalarının öldüğünü ve onların yetim kaldığını onlara hiç bir zaman sezdirmemişdi kendininde gayret ve çabalarıyla bir kaç tanede tarla aldı, palancı yusup'da vefat ettikten sonra hanıda kapatarak öylece hayatlarını sürdürmeye çalıştılar ..31. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Kırk ikinin kıtlığından bi yokluk içinde benizleri betleri sararmış bi vaziyette zorunan çıkan köylüler, o yaz bi gayret içinde her kimin ufak bir işide olsa canla başla bir birlerine yardım etmek için bi gayret ile hemide koşarak gidiylerdi hiç kimse bir birine yüz eşgitmiyidi, nerede bir ekin derilecek olsa herkes bütün köylü o tarlanın başında olurdu, oraklarını elliklerini almışlar, evinde küpleri olan küplerini almışlar, ahırdaki kara eşşeğide dışarı çıkarmış, içerdeki avradına sesleniyi gız avrat çabuk bakracınan suyu getirde zorunan yaza çıkan şu eşşeğe bi su içirek alıp tarlaya götüremde biraz teneli yem yesinde karnı doysun bari buda bizler gibi bu sene per perişan oldu bi türlü karnı doğru dürüs doymadı, bende palanını getiremde sırtına vuram diye içeri giderken içerdeki kardeşinede seslenerek ula hüseyin, hüseyin şu habeyi getirde şu küpü habeye koyak diyidi bunu duyan hacı oğlu hüseyinde hemen habeyi getirdi kendiside içerden palanı getirdi, nurettin güclü kuvvetliyidi bi hamlede palanı tutunca eşeğin üstüne bindirdi, palanın üstünede habeyi attı hacetlerinide habenin içine iyice yerleştirdi. nurettin ac kalmasın yesin diye omarın kızı satı ağzı kapalı bir kaba sulu yemekte koymuştu yemek dökülmesin diye özene bezene sulu yemeği bir tarafa pilavı bir tarafa sovanla ekmeğide bir tarafa koyduktan sonra dönüp bir daha tekrar konturol etti, nurettinde hanımı satıya dönerek ben aşağı tenciye gidiyim mıhdar ahmet gilin muhacir yolu üzerindeki tarlada ekinleri varımışda ekin dermeye gidiyim haberin olsun eğer tarlanın ekini bitmese belki tarlada kalır orada yatarız nurettin omarın kızını eyice ayıktırarak izah ettikten sonra haydi alasmarladık diyerek bir birleriyle helalleşerek ayrıldılar. nurettinin boyu uzundu ayağının birini kaldırıp eşeğin obir tarafına attı, her hangi başkaları gibi eşeğin sırtına hoplamadan eşeğe bindi, elindede ucu çöğürlü deyneğide vardı, eşeğin yularını tutup ayaklarıynan eşeğin karnına vurarak çüş deh çüş deh diyerek eşeği aşağı tenciye doğru sürmeye başlamıştı. nurettinin evi bayram tepesindeydi, yönüde güneye doğru tenci tarafına bakıyıdı....32. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 30, 40. metre ileridede köylülerin mezarlığı varıdı, mezarlığa doğru eşeğini sürüp giden nurettin gazi gölüne doğru yaklaşmıştı, köyün içine doğru baktıki eşeğiyle biri daha geliyi, hemide adamın eşeği dört nala geliyi, gele gele geldiki gelende bacının çirkindi oda aşağı tenciye hon dermeye gidiyordu, nurettin onu görünce hemen tanımıştı beklemek için çüşş çüşş deyip eşeğini durdurdu. çirkininde eşeği yiğitti bir hamlede, gazi gölünde bekleyen nurettine yetişmişti bir birine selam verdkten sonra ikiside birlikte eşeklerini dehleyerek aşağı tencinin yolunu tuttular, bacının çirkin cıgara içmiyidi amma nurettin fosur fosur cıgara içiyidi aşağı tenciye varıncaya kadar üç dört tane cıgara içmişti, nurettin cıgarasını içerken ara sırada birer ikişer kere öksürüyüdü, nihayet aşağı tenciye varmışlardı oradada üç dört ev varıdı, muhtar ahmedin evi kardeşi arap oğlu cümenin evi iki evde bunların çocuklarının evi vardı. muhtar ahmedin hüseyin hon dermeye gelecek köylüleri beklemek için köyün yoluna çıkmıştı, biraz bekledikten sonra baktıki köy tarafından iki eşekli adam geliyi, onları bekledi, bekledi sonunda o iki eşekli adamlar geldi bir birleriyle selamlaştılar hoş beş ettiler daha sonra hüseyin, nurettinle çirkine ikisine birden arkadaşlar aclığınız varmı eğer aclığınız varsa önce eve gidelim karnınızı doyurun ondan sonra tarlaya gidelim eğer karnınız tok ise tarlaya hemen şimdi gidelim dedi, nurettinle çirkinde sağol hüseyin bizim şimdilik karnımız tok haydi hemen ekin dermeye tarlaya gidelim dediler. sözlerini bitirmeden ardında söze devam ederek hele tarlaya varakda gün yükselmeden ekin dermeye başlayak, inşallah bu gün biteririk eğer bu gün olmazsada yarın, şu ekini derekte elden çıkarak diyerek tarlaya ekine doğru eşeklerini dehlediler....33. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Aşağı tencinin muhacir tarafındaki mıhtar ahmedin ekini derilecek tarlaya gelmişlerdi, hepiside hasan badırıklı olan bütün ırgatlar bir araya toplanmışlardı, ırgatların hepiside aynı köylü olunca kimse kimseye her hangi bir numara yapmaya yeltenemezdi, eğer biri bir numara yaptımı kendi dereceği ekini bir başka ırgat arkadaşına yükledimi bu durumun çok ayıp olacağını bildiği için kimsede öyle her hangi bir numaraya yeltenmezdi. zaten arada bir olsada mıhdar ahmet ırgatların yanına gelip ne kadar ekin derilmiş ırgatlardan her hangi birinin gaytarması varmı diye konturol ediyidi, yıllarca o kadar ırgat çalıştıran mıhdar ahmedin gözünden her hangi bir numara veya şeytanlık kaçarmıydı. arada birde çerçilerden birileri eşeğiyle birlikte tarlalara harmanlara gelir üzüm lokum şeker ve şeker sucuğu satarlardı. mıhdar ahmet yola doğru baktıki bir çerçi eşeğiyle birlikte muhacire doğru gidiyor. mıhdar ahmet hemen oğlu nevzata seslendi, ula oğul nevzet nevzet hele koşda muhacire doğru giden şu çerçiyi buraya çağır dedi, nevzatta yola doğru koşarak çerçiyi çağırmaya gitti, bu arada ırgatlarıda bir sevinç almıştı, ırgatlar hep birlikte yola bakarak ula hele şu çerçinin eşeğine bi bakın eşeğide çok zayfmış o kadar yüke o eşek nasıl dayanıyı yazık o eşeğe diyorlardı, ırgatların içlerinden biride o eşeğe sormak gerek o yükü nasıl taşıdığını diyerek milleti güldürmeye çalışıyıdı.nevzat çerçiyi çevirmiş ırgatlara doğru getiriyidi gele gele geldiki bizim köyün adamı ve çerçisi kör hüssük emmi. mıhdar ahmet çerçi hüssüğe ula hüssük neyin var neyin yok var olanı hele endirde şu ırgatlar bol bol bir şeyler yesinler dedi devam ederek zaten sabahtan belli bir harman olacak kadar ekini guş gibi hemen derdiler ve hemide çok çokda yoruldular dedikten sonra, çerçi hüssükde sandık sandık üzümü şekeri lokumu ve şeker sucuğunu indirdi, eşekten bu kadar yükleri indirince eşeğin yüküde hafiflemiş olduki, yükde hafifleyince eşekte bi rahat nefes alıp yayılmaya başladı, ırgatlar tam tamına on kişilerdi birde mıhdar ahmedin çocukları vardı, bunların hepisinede bir sandık sucuk yetmezdi ırgatların hepiside sucuk istemişti mıhdar ahmet bu ırgatların hepisinede iki sandık sucuk aldı ve kaç lira tuttuysa parasınıda hüssüğe ödedi..34.. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- mıhdar ahmetin aldığı öteberilerden ırgatlar biraz yedikten sonra tekrar bi gayret ile işe koyulmuşlardı, gün öğleyi bulmuştu amma gel gelelim ırgatlar hemi yorulmuşlar hemi acıkmışlardı, göher anada ırgatlara yemek hazırlamış amma çocukların hepide tarlada oldukları için, kaynı arap oğlu cümenin oğlu hasanınan yemek çıkınını tarlaya ırgatların yanına yollamıştı. ırgatların gözleride yoldayıdı acaba yemek geliyimi gelmiyimi diye bakınıp duruyulardı, akılları fikirleri gelecek olan yemekteydi, mıhdar ahmet oğlu nevzata ula nevzet nevzet şu küpü alda get pınardan su doldurda gel hele diyerek oğlu nevzatı pınara suya saldı, bu arada oğlu hüseyinede dönerek ula hüseyin hüseyin hele eve gitde göher ananın hazırladığı yemekleri getir derken, elinde çıkınla arap oğlu hasan çıka geldi, göl tarafındanda nevzat omuzunda su dolu küpünen çıkıp geldi. mıhdar ahmet ırgatlara dönerek, uşaklar siz yemeğinizi afiyetle yeyin yemeğinizide yerken hemide dinlenmiş olursunuz, bende hele biyol eve gidem belki eve bişey ilazım olur diyerek mıhdar ahmetde evine doğru yollandı gitti. bu arada kör hüssükde eşeğide epece dinlenmişlerdi, kör hüssük mallarından sattığını sattı satamadığını gerisin geri eşeğine yükledi. eşeğininde yularını eline alıp çekerek vede ço ço ço diyerek ver elini başka harmanlara doğru çerçilik görevini tam manasıyla yaparak eşekte yüklü olan üzümü şekeri lokumu ve şeker sucuğunu satmak için çekip gitti. ırgatlar gelen yemek çıkınını orta yere serdiler hepiside o çıkının etrafına toplanıp oturdular çıkından çıkan bir külte sac ekmeğini bir tencere etli pilavı on onbeş tane kuru sovanı sofra bezinin üstüne koydular bir küpde ayran gelmişti o ayranı içmek için dört beş tanede tas gelmişti onlarıda sofra bezinin yanına koydular ve ırgatların hepiside ya Bismillah ya Allah diyerek kaşıkları çaldılar o gelen pilava. küpteki ayranıda taslara doldurdular, ırgatlar yemeklerini yerken ara sırada tasdaki ayranlarını içtiler, karınlarını tıka basa doyurmuşlardı, karnı doyan ırgat Allaha çok şükür diyerek bir kenara çekildiler. nevzatta tencereyi tası toplayarak tekrar o çıkına sarıp eline aldı boşalmış ayran küpünüde diğer eline aldı oda eve doğru evin yolunu tutup gitti.35... ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Irgatlarda bi yerde oturmak için kendilerine uygun olan bir kesek bularak üzerine oturdular, cıgara içenler birer cıgara yaktılar içmeyenlerinde karınları tok olduğu için uykuları gelmişti uykuları gelenlerin çoğuda şöyle bir kenara çekilerek toprağın üzerine boylu boyunca uzanmış uyumaya çalışıyılardı, amma nafile uyuyamazlardı, çünkü derilen ekinlerin sapları yere uzanmış yatmak isteyen ırgatların sağına soluna böğürlerine batıp duruyudu, ırgatların böğürlerine batan bu saplardan dolayı uykusu gelenlerinde uykusunu kaçırtmıştı, zaten güneşte tepeden vura vura ırgatları bi eyice terletmişti, uymak isteyen ırgatlar uyuyamayınca edemedi kalktılar tencinin gölüne doğru yollanıp gittiler, onlar göle doğru gidince, gerideki ırgatlarda onların peşinden göle doğru gittiler. en sonra göle giden ırgatlar göle vardılarki önceki giden ırgatlar gölün içindeler bi güzelce çimiyler. sonra gelen ırgatlarda soyunup bi güzelce onlarda çimmeye başladılar. suyun içinde olmaktan güneşin ve sarı sıcağın etkisi kalmamıştı, ırgatlar biraz çimip rahatladıktan sonra tekrar hepiside sudan çıkıp üstlerini giyinip tekrar ekin tarlasına doğru yol alıp gittiler. ırgatlar biraz olsun rahatlamışlardı Eee karınlarıda toktu, ellerine elliklerini takanlar taktı ellik takmayanlarda elliksiz olarak oraklarını ellerine alıp ya Bismillah ya Allah diyen başladı ekini dermeye. nurettinde arkadaşlarına, arkadaşlar biraz daha gayret edersek akşama kadar honu bitiririk diye söylüyüdü, nurettini duyan arkadaşlarıda inşallah, inşallah diyilerdi. arada birde böyle doping ilazımmışki dah bi gayret ola. nurettini duyan ırgatlarda ha babam de babam orakları ekine çalıp duruyulardı. akşam olmuştu amma tarlada ekinin bir kulağı daha duruyudu. gayret edip çabuk dermekle ekin bitmemişti. akşam karanlaşınca ırgatlar yatmak için mıhdar ahmedin evinede gitmediler, ne olur ne olmaz olaki ekini harmanı yakarlar diye ırgatların hepiside harmanda yattılar. zaten yorulmuşlardı, harmanın üzerine uzananların gözleri yumuldu hepiside uyumuşlardı, sabah olduğunda her biri gömülmüş oldukları harmanın içinden çıkmaya başladılar, her çıkan ırgat boynunu sırtını kaşıyıdı üstüne başına batmış olan gılçıkları temizliyidi, beş on dakika böyle bir üst baş temizliği yaptıktan sonra göle doğru yol aldılar, gölde su boldu bir iyice ellerini yüzlerini ter temiz yıkadılar, ekinin ve harmanın tozunu toprağını üzerlerinden attılar, gerisin geri ekin tarlasına döndüler, zaten ekinin bitmesinede az bi şey kalmıştı bi gayret ile kuşluk vaktine kalmadan ekini kurtarmışlar ve bitirmişlerdi, daha sonrada mıhdar ahmet bu ırgatlara yomiyelerini vererek ve birde teşekkür ederek köylüleri köye doğru yolcu ettiler..36.. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hasan badırıkta böyle iş bulup'da çalışanların haricinde, hasan badırığın elcileride vardı bu elciler köydeki boş gezen ırgatları bir bir belirler ve bunları toparlayıp işe götürürlerdi, köydeki köylü ırgatları belirlemek çok çok kolaydı nihayetinde derli toplu vede güzel bir köydü, bu köyde yaşayan insanlarda zaten belli insanlardı hepiside bir birine akrabalardı. hasan badırığın bu elcileri Adana'daki çiflik ağalarıyla'da anlaşma yapmışlardı, köydeki ırgatları zaman zaman Adana'ya pamuk toplamaya'da götürürlerdi. hasan badırıkta elcilikten anlayan iki tane elci vardı, bu iki elci bir birine kardeştiler bekar ile kardeşi yusup' bekarın esas ismi mehmet'ti lağabı bekardı mehmet desen kimse hemen bilemezdi amma bekar dedinmi herkes tanırdı. bu bekar emmi ırgatlara guzu, yavru diye seslenirdi böyle yumuşak görünümlü birisi olsada, işler yerini almadımı ırgat kısmıda yanlış bişey yaptımı, bekar emmi hemen tök sözlü birisi oluverirdi, hele hele ırgatlar tarlada çalışırken vaymıki işten kaytaralar yada kaçalar işi aksatan oldumu o işçi yandı demektir, bekar emminin o tök sözlerini duyacağına ölsün ondan iyidir durum hal vaziyet böyleyiken ancak ırgatlarda ona, yani bekar emmiye ve onun o inneleyici sözlerine çoktan alışmışlardı. Eee bazan, arada bir olsada ırgatlarında sırtları kaşınıyıdı yani laf duymak istiylerdi. işin cazip yönüne bakınki zaman zaman'da olsa ırgatlar bekar emmiyi hemi kızdırmak ve hemide söyletmek için işten kaçarlar, kaytarırlarki bekar emmide kızıp ırgatlara bişeyler söylesin, hani banyo yaparsında rahatlarsınya, işte bu ileri geri söylenen inneleyici sözlerde varya bu ırgatları banyo yapmış gibi rahatlattırıyıdı. yine bir gün ırgatlar kendi aralarında böyle bir kumpas kurup bekar emmiyi kızdırmak için ırgatın biri gitmiş çayda akan suda çimiyi, diğer bir ırgatta bekar emmi bekar emmi dınganın ismail çaya gitti iki saat'tir çayda çimiyi diye bağırarak bağırtısını bekar emmisine işittirir. bu sözü duyan bekar emmide gözünün altından sağı solu bi kolaçan etti baktıki gerçekten dınganın ismail ortalarda yoktur amma ilk tepkisini o bağıran ırgata verdi, ula hey dürzü eşşek gibi ne bağırıysın..37. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Burada kulağı sağır biride yoktur dedi, amma halinden'de belliki elci bekar emmi çok kızmış, sanki bir tosun gibi burnundan solumaya başlamıştı, ırgatlarda bu işin farkındalardı, zaten bu işi bu tezgahı ırgatlar teriplemişlerdi. hususi olarak dınganın ismaili çaya çimmeye salmışlardı ve bir şekildede bekar emmiye işden kaytaranı duyuralarda, elci bekar emmide o kaytarana ağzını aça gözünü yuma. nitekim sonuçta öyle oldu, işten bir kaytaranın olduğunu söylediler ve bekar emmide ağzını açıp gözünü yummuştu. ırgatlar hemi çalışıyılar hemide bir taraftan bekar emmiyi gözetliyiler, ismaili çağırmaya maççiğin hasanı çaya saldılar, hasan çaya vardıki ne görsün ismail suyun içinde bi güzelce çimiyi. hiç bir şey hemide dünya bile umurunda değil, ismail maççiğin hasanı karşısında görünce gülmeye başladı ne o hasan sendemi işden kaytardın deyince, maççiğin hasanda yok ula ben işden kaytarmadım beni saldılarki seni bulamda işe götürem işte bunun için geldim bekar bilmiyiki bu bir tezgah dedi ve ismailde peki orada ne oldu yani bekarı iyicene kızdırdınızmı ileri geri söylemeye başladımı diye sorular soruyudu amma hasanda hiç duymuyudu oralı bile olmuyudu. bir gayret içinde kendiside soyundu çayın derin olan kısmına doğru suya atladı. bir iki kulaç attıktan sonra ismailin yanına vardı halen gülmekte olan ismaile hasan'da katıldı oda gülmeye başladı. ula boş ver ismail sende, bekarın sağı solu belli olmuyor bir bakki iyi birisi oluyor bir bakki kızgın boğalar gibi bağırıp çağırıp kızıyor, yani biz işçilerde az değilik'ya boğaya kırmızı bez tutan adamlar gibiyik, nihayet çimmekten usanan bu iki kafadar sonunda sudan çıkıp üstlerini giyindiler çalışan ırgatlara doğru yola koyuldular, ırgatlara yaklaşınca uzaktan ağrı bekarı gördüler baktılarki bekar tarlanın içinde kendine bir cılga yol yapmış bir ileriye doğru gidiyi birde dönüp geriye doğru geliyi, hasan'ınan, ismailin ikiside bir birine bakarak bekarın böyle gidip gelmesi hiç hayra alamet değil dediler ve ikiside anladılarki bu kaytarma işine bekar çok kızmıştı. diğer ırgatlarda şimdi bir patlaklık verecek diye göz altından hemi bekarı hemide ismaili takip ediylerdi. maççiğin hasan taa oradan ağrımbağırmaya başladı bekar bekar ve hemide ey millet beni duyun ismaili yılan vurmuşta ondan dolayı tarlaya gelememiş..38. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sözde ismail ayak yoluna çıkmışda ayak yolundayken arkadan bir boz yılan gelip ismailin ayağından vurmuş bekara karşı tezgahı böyle kurmuşlardı. ve ismailde seke seke sanki bir yılan vurmuş gibi topallayarak hasanın yanında bir elide hasanın omuzunda, hasanda ismail'e destek olarak ikisi birlikte geliyler. aslına bakarsanız ismail ne ayak yoluna çıkmıştı nede bir boz yılan ismaili vurmuştu. bir hafta önceden ismailin ayağından bir çiban çıkmış daha sonrada çiban patlamış halada çibanın yeri kıp kırmızı bi vaziyette belli oluyudu çibanın ağzı bile daha kapanmamış açıktı. bekarın dilinden hemide acı sözünden kurtulmak için böyle bir masum yalana baş vurmuşlardı, bekarında ta oradan sesi geliyidi, guzu guzu daha borcunu ödemedin avradıyın sırtındaki bin dallı fistanının parasını ben verdimidi diyerek yeri göğü bir birine katıyıdı. ismaille hasan geldiler, bekar baktıki ismailin ayağında bir bez sargısı var sanki yılan vuruğu gibi, bekar ismail noldu ayağına demeden maççiğin hasan hemen söze girdi. bekar bekar ben gittiğimde ismail yeriyemiyidi yerde sürünüyüdü, adamcağızı bir boz yılan vurmuş bende hemen cebimden bıçağımı çıkartıp yılanın vurduğu yeri bi iyicene kanattım orayıda emdim tükürdüm emdim tükürdüm derken ismail bayılmadan, nerdeyse bayılacaktıya şükür bayılmadan yılanın zehirini temizledim, bu masum yalana bekar inandığı gibi bütün ırgatlarda inanmışlardı, ırgatların hepiside gelip ismailin topalladığı ayağına baktılar ve bir kenara oturttular. çayda iken bekar bu yalanı anlamasın diye ayağına bağladıkları bezi çözdüler birde baktılarki ne bakalar çiban olan bi yara, amma bekarında anlayamıyacağı kadarda yılan vuruğu olan bi yara kıp kırmızı gerisin geri hemen bezi ayağına bağladılar, maççiğn hasan'ın içinede bir korku düşmüştü eğer bekar biraz daha baksa o yaranın yılan vurması değilde çiban yarası olduğunu anlayacaktı diye yüreği gümbür gümbür atıyıdı. bekarda biraz evvel o bağırması ve çağırması için üzülmeye başlamıştı bekar değirmene doğru yol alırken, maççiğin hasanada hasan kirva ismailide al değirmene getir yömiyesi çalışıyı korkmasın yömiyesini kesmiyecem diyerek gitti. hasanda ismailde arkadaşlarına bakarak böyle bir yalanı bekara nasıl yutturduk bu yara bir hafta evvelki çıkan çiban yarasıydı deyip hep birlikte gülüşmeye başladılar..39. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Her köylük yerde olduğu gibi hasan badırık köyünde'de bahar geldiğinde bütün köyün insanları güneşin aldığı, güneşin vurduğu evlerinin duvar diblerine dizilirler, kimileride duvarının dibine bir seki yaptırmış yada tahtadan yaptığı iskemlesini getirmiş otururlar. hele hele birde tatlı lafı ağızlarına aldılarmı gün ikindi oluncaya kadar, o tatlı hemide bitmez lafınan günün nasıl geçtiğini bilmezlerdi. günlerden bir gün Alicov gelmiş bacının veli gelmiş kör haydov gelmiş, gene bir duvarın dibinde, güneşe karşı durmuşlar güneşleniyler, hemide çevredeki civar köylerin nasıl asimile olduklarını konuşuyular. yani bu civar köylerinin bazıları Alevi köyü olan hasan badırık gibi Alevi köyleriymiş, ancak çevredeki bazı bir çok köylerin Alevilikten sünniliğe döndürme gayreti içinde olan o zamanki padişahların pilan ve projelerinin olduğunu hatta ve hatta hasan badırığada tarihten dolayı yanılmıyorsam, 1400. lü yıllarda bir cami yapılıp hemide zoraki bir cami yapılıp hasan badırığıda Alevilikten sünnileştirme kampanyası girişimi ve gayreti içine giren ve kuvvet gücleriyle zorbalık yapan padişahların, hasan badırık gibi Alevi köylerine acımasızca tavır ve davranışlarını konu edip konuşan köylülerin konuşmalarını yarıda kesen kör haydov, arkadaşlar sizlerin dediği o köylerin hepisi taa Aliseydi dediğimiz ziyaretin ordan tutunda medik tarafına kadar bir sürü köy Alevilikten sünniliğe döndüler. nolacak iradesiz herifler padişahın zulmüne dayanamadılar. biz istemesekde, aha bizim köyede cami yaptılar, yaptılarda noldu yani, kendini bilen Allahı Muhammedi bilen vede Hz.Aliyi, Ehlibeyti, 12,İmamları Kur'anı bilen Allahın bir kulu olsun hiç bu yoldan dönermi, Allaha gidilecek bir yol varsa oda Allahın kur'an'ı ve Ehli beyti'dir, diğer yollar aynı fravunun yolu gibi put perest yoludur. gel gelelim bizim köye gelince aha kaç yüz sene olmuş hiç değişmemiş gene Alevi gene Alevi, kör haydov lafını bitirmek için son cümlesinde Allahın Muhammedin ve Ehli beytin yolundan o yüce rabbim ayırmasın rahmet hasana hüseyine,vede lanet olsun yezide diyerek lafı alicove verdi. alicov'de arkadaşlar bilmemki sizde biliyinizmi geçmişteki bizim o padişahların hepiside Alevilermiş, taaki yavuza kadar padişahlık sırası yavuza gelince o padişah oluyor ancak yavuz sultan selim gayrı meşru olarak kendi uşkurunun peşine düşünce bu uşgur sevdası uğruna Alevilikten başka yönlere dönmüş, nolacak böyle dönek padişahlardan şu güzelim memlekete zarardan başka ne kadar fayda gelirki.40. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hemi memlekete hemi kendi kanından olan o yüce millete yani bizlere zarardan ziyandan başka zaten hiç bir yararları olmamışki. Alicov arkadaşlarına, arkadaşlar size bir bektaşi fıkrası anlatamda hele bi dinleyin amma bu anlatacağım fıkranın aslına gelince gerçek bir olayı açıkca anlatamadıkları için bunu fıkraya çevirmişler, lafın birini bırakıp birini söylüyüm amma, gene o lafa gelecem kaldığımız yerden devam edecez, biz gene fıkraya gelelim padişah 2,nci mahmut bir bektaşi dergahına gitmek için yola çıkar 2,nci mahmut, bektaşi dergahına daha varmadan, hani kötü haber çabuk ulaşır derlerya, dergahta ve çevresinde aman dikkat edin padişah 2,nci mahmut dergaha geliyi duyduk duymadık demeyin böyle bir haber dergaha ulaşır. bu haberi duyan bektaşi canlarda 2,nci mahmut dergaha geliyi diye korkularından dergahı terk ederler, dergahta tek başına bir erenler kalır, bir tek o dergahı terk edemez, padişah 2,nci mahmut dergaha geldiğinde sağa sola dergahın her tarafına bakarki dergahta erenlerden başka hiç bir Allahın kulu yoktur, padişah 2,nci mahmut erenlere dönerek Ey erenler görüyorumki dergah bom boş bu dergahın müdavim mürütleri olan canlar neredeler diye sorar, Erenlerin cevabı ise hazır, Ey devletli padişahım 2,nci mahmut gelirde canlarda canmı kalır diye cevap verir, tabi padişahta alacağı en güzel cevabı erenlerden almıştır. Alicov sözünü kesmeden devam ederek arkadaşlar aha size soram 2,nci mahmut dergaha gelince dergahtaki O Alevi canlar niye saklanmak ihtiyacını duymuşlarki, cevabınıda gene ben verem, 2,nci mahmut devrinde, ne kadar başta o yüce Rabbim olmak üzere onun elçisi Hz. Muhammedi, Hz. Ali'yi, Ehli beyti ve 12,İmamları seven Alevi canlar varsa, padişah 2,nci mahmut'un bu Alevilerden astığı astık, kestiği kestik olmuş işte bu sebepten bu canlar 2,nci mahmutun zulmünden kaçarlarmış.lafını bitiren Alicov şimdi önceki lafa padişah yavuzun mevzusuna gelelim diyerek gene söze başlar, yavuzun babası şah ismaille müsayip kardeşlermiş, alicov arkadaşlarına arada birde akıl vererek, arkadaşlar bu müsahip kardeşlik sadece Alevilerde var Alevilerede bu müsahiplik nereden geliyi biliyinizmi diye sorar ve cevabınıda yine kendisi verir bu müsahiplik taaki Hz. Muhammed ile Hz.Ali'den geliyi, Alevi inancında ve tarıki müstakimde ikrar veren bir kişi kendisine bir müsahip bulur bu müsahiplik bu kardeşlik yüce Allahın biz kullarına emir ve farzıdır ve bu müsahiplik Allahın emridir işte kanıtı.(Kur'an'ın, Ali İmran süresinin 103, Ayetinde) açıkça beyan edilmiştir, alicov sözlerini bitirmişti ve durum vaziyet işte böyle arkadaşlar diyerek arkadaşlarından bu anlattıkları için olumlu onay bekler olur ve arkadaşlarıda bacının veliynen kör haydovda hay maşallah hay ağzına ve diline sağlık Alicov..41. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sen bu lafları nereden öğreniyinki diye sorulduğunda, Alicovda bunu bilmeyecek ne varki Kur'an'ı açın okuyun tarihi açın okuyun ilim ve bilim adamlarının kitaplarını açın okuyun dedikten sonra döndü kör haydov'dan özür diledi, kör haydov'un esas adı haydardı pir sultanın adını vermişlerdi ancak anadan doğma gözleri kördü, alicov hani biraz evvel demiştiya açın kitabı okuyun kör haydov'da kör olduğundan dolayı kitap okuyamayacağı için alicov kör haydovdan özür dilemişti. amma kör haydov'unda kafası çok çalışırdı hafızası çok kuvvetliydi bir duyduğunu bir daha unutmazdı. böylece üçüde bir müddet çeşitli konulardan konuştuktan sonra. Alicov arkadaşlarına arkadaşlar, arkadaşlar biz yine gelelim biraz evvelki konuştuğumuz yavuza hani yavuz Aleviydide niye sünni oldu birazda bundan laf edek, hemi bilgimiz çoğalır hemi ufkumuz dağarcığımız genişler, bu yavuz varya o zamanlar yolda bir kızı görüp o kızın güzelliğine aşık olur, evine giden kızın arkasına takılır evine kadar takip eder, kızın eve girdiğini görünce yavuzda arkasından o eve tanrı misafiri olarak gelir, kızın babasıyla hoş beşten sonra, yavuz kızın babasına durumu vaziyeti anlatır, ben senin kızını görünce ona aşık oldum Allahın emriyle peygamberin kavliyle kızını istiyim der, padişahın oğlundan bu sözleri duyan kızın babası ne diyeceğini şaşırır ve ne diyeceğini unutur, aradan biraz zaman geçtikten sonra aklı başına gelen kızın babası, olmayacak bir işin sözüne girmek için aklınıda çalıştırarak söze şöylece başlar. sizi tanıyor ve biliyorum siz sevgili padişahımızın kıymetli oğlusunuz geleceğinde padişahısınız. sevgili devletli padişahım kızımı iste aha şurada ayağına kurban olarak kesem, ancak ben örf adet ve geleneklerimizi unutamam ve yüce Allahımızın emirlerine vede kur'an'ın ahkamına karşı gelemem bu saydıklarıma karşı gelemeyeceğim için kızımıda sana eş olarak veremem niye veremem, çünkü kızım Şah İsmail'in beşik kertmesi işte bu sebepten veremem, kızın babasından bu sözleri duyunca yavuz'un beti benzi atmıştı, bir padişah oğlunun isteklerine fakir bir kız babasının yok demeside dünyada eşi benzeri görülmemiş bir olaydı. bu olumsuz cevabı alan yavuz bir hiddetle kalkıp gitti, babası 2,nci beyazıda varıp olan olayın gerçek tarafını anlatmayıpda yalan yanlış anlatarak, bir kızı babasından istediğini kızın babasıda kızını vermediğini söyledi. bu yalan yanlış olayı duyan ve bilmeden 'de olsa tez elden alıp getirin bakalım şu kızın babasını diyerek 2,nci beyazıtta emrini vermişti. hemen derdest olarak kızın babasını alıp getirirler ve bir hiddetle kızın babasına bağırıp çagırırlar sen kim oluyorsunda kızını benim oğluma vermeyesin benim canımı daha fazla sıkma şimdi senin başını vurdururumha der. 42. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Padişahın bu hiddetli sözlerine karşı kızın babasıda, sevgili devletli padişahım emir buyur başımı vurdur, benim bu başım senin yoluna kurban olsun. ancak beni konuşturda öyle başımı vurdur deyince padişahta kızın babasına hadi konuş bakalım der. ve adamcağız başından geçen olayları bir bir anlatır, yavuzun kızına aşık olduğunu gelip Allahın emriyle kızını istediğini, adamın kendiside yavuza, padişahım emret aha şurada kızımı ayağına kurban diye kesem, ancak kızımı sana veremem. çünkü biz bir ahd iman ederek kızım ile Şah İsmailin beşik kertmesi olduklarını ve bu sebepten dolayı kızımı yavuza veremeyeceğimi söyledim. vede gene aynı sözümün arkasındayım istersen vurdur başımı, başımda kanımda senin yoluna helal olsun devletli padişahım deyince. 2,nci beyazıt'da kızın babasından bu lafları duyunca gözleri fal taşı gibi açılır, ve döner yavuza sorar böylemi oldu der, yavuzda evet anlamında başıyla onaylar, yavuzun bu evet anlamındaki onayına karşılık padişah bir kat daha hiddetlenmiştir, o hersinen herkesin huzurunda yavuzu padişah makamından kovar. vede sen nasıl olurda koca Şah İsmail'in beşik kertmesini istersin, o benim müsahip kardeşim diye arkasından hayıflanarak söylenmeye başlar ve kızın babasından özür diler. 2,nci beyazıttan sonra yavuz padişah olur, yavuzun esas ismi selim'dir sultan,lık ise padişah olduktan sonra bir san olarak verilmiştir ancak yavuz'luk ise zalim olduğu için verilmiştir, neticede o kız meselesi yüzünden yavuz, Şah İsmaile kin beslemektedir ve 1500,lü yıllarda çaldıran savaşını başlatır, ve çaldıran savaşında bazı entirikalarla Şah İsmail yavuza yenilir. yavuzda Alevilikten sünniliğe ilk adımı atmış olur, ve böylece Aleviler arasında zalim ve dönek padişah olarak hafızalarda belleklerde yerini alır. alicov ceketinin cebindeki köstekli saatını çıkarıp baktıki epey zaman geçmiş sabah saat 9,da güneşlenmek amacıyla gelmişlerdi, duvarın dibinde güneşlenirken ordan burdan konuşa konuşa akşamın 5,i etmişlerdi karanlık çökmek üzereydi, bacının veli arkadaşlar haydin dağılıp evlerimize gidek karanlık çökmeden deyince, kör haydov'da vallaha isterse gece olsun isterse gündüz olsun benim için hiç değişmez deyince üçüde birlikte gülmeye başladılar, alicov'da ula haydov senin bu espirili şakan'da olmasa herhalde bizlerde bu dünyada hiç gülmeyecez diyerek üçüde dağılıp evlerine gittiler.43. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- aradan yıllar geçmiş aşağı tenci sözcüğü'de milletin gönlüne iyice yerleşmişti, önceleri aşağı tencinin adı insanlara bir garip geldiysede şimdi'de benimsemişlerdi. gene'de daha yeni yeni alışmışlardı, yukarı tenciyi deseler orayı bütün alem biliyidi hemide yüz yıllardır biliyler, ve hemi'de orada yüce bir zatın türbesi'de var adı'da büyük, kendi'de büyük Kızıl deli hazretleri var. güççük mıhdar'ınan dalon hasan köyün geçmişinden laf ederlerken dalon hasan bakıyki konuştukları laf dağılıp gitmiş, aşağı tenci'nin, yukarı tenci'nin vede Kızıl deli hazretlerinin, yani bu üçünün'de birden bir arada lafı olamıyacağına göre güççük mıhdara emmi oğlu biz gene aşağı tenci'nin nasıl kurulduğunun laf'ını edekde, yani nasıl kurulduğunuda hepimizde biliyikde genede laf olsun diye şurada güneşlenirken zamanımız geçe, daha sonra'da aşağı tenciye vede Kızıl deliye doğru geliriz, hemide evde ekmek bişiriyler lafı bitirekde gidem ekmek yağladıp getiremde ikimizde aha şurada bi güzelce yiyek dedikten sonra derin bir lafın içine tekrar daldılar. mıhdar ahmet köydeki evini Alhasın yusup'a sattı, sattıktan sonra'da aşağı tenciye bir konak yaptırdı mıhdar ahmet'ten sonrada onun kardeşi arap oğlu cüme'de bir konak yaptırdı böylece her iki kardeş'de aşağı tenciye yerleşmiş oldular. aşağı tencide onların arazileride çoktu bu arazilerin bazı yerlerinde bol bol kaynak sularıda vardı, adamlar boşa akan bu suları bir araya toplamak için göllerinide yaptırdılar. buraya kadar her şey iyi hoşda tenciden köye, köyden tenciye gidip gelmek zor ve müşkülatlı oluyudu, bazan yayan gidip geliyler bazanda hayvanla gidip geliylerdi, amma kışın köye gidip gelmek çok zor oluyudu o karda kışda yağmurda fırtınada hele hele kışın o acı ayazında irezil oluylardı, her taraf bir beyaz örtünün içinde ne giden var nede gelen var, kurtların ulumaları hemi köyün ucundaki evlerden hemide tencideki o iki evden rahatlıkla duyuluyudu, hemi arap oğlu gil hemi mıhdar ahmet gil ya bir kurda yada bir çakala rast gelirsek diye evden dışarıya çıkmaya korkuyulardı her taraf kurt kaynıyıdı, ancak onlarında beş altı tane kangal cinsinden itleri vardı kurtlar olsun çakallar olsun tilkiler olsun o itlerin korkularından o evlerin kenarına dahi yaklaşamıylardı, bahçelerde sağda solda uluyup duruylardı. dalon hasan bir ara güççük mıhdara emmi oğlu sana bir şey diyemmi dedi, güççük mıhdar'da buyur söyle emmi oğlu dedikten sonra, dalon hasan'da emmi oğlu insanların bazılarıda aynı kurt gibi değillermi.44. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Temsilde hata olmaz amma kurtlar hemi sinsi olurlar hemi galleş olurlar hep galleşce saldırırlar, insan olsun hayvan olsun hele hele koyun keçi kısmı olsun sinsice saldırırlar avlarını parçalar'lar ve sonuçta öldürür'ler. bende sözü işte buraya bağlamaya çalışıyım, bu kurtlar gibi tilkiler gibi olan iki ayaklı canavarlar var, işte bu iki ayaklı kurtlar ve tilkiler, kendi halinde namuslu dürüst ve mazlum insanlara hep zarar vermekteler, ekinlerine bağlarına bahçelerine hemide özbe öz canlarına zarar vermekteler öyle değilmi emmi oğlu deyip güççük mıhdar'dan he doğrusun hasan onayını aldıktan sonra, valla emmi oğlu deyip kaldığı yerden sözüne devam etmeye başladı. emmi oğlu aha sanada diyem köyümüzün bu insanlarına zarar veren o canilere ben gece gündüz hep beddua ediyim, hemide her aklıma geldikce bu zararlı mahluklara lanet okuyum, zaten kendine lanet okutturan insanlığa zararlı mahluklar insan olsalar, ne kendilerine nede kendilerinden önceki bu dünyadan göçmüş olan, hemide gururlanarak böbürlenerek atalarından söz ettikleri o atalarına rahmet yerine lanet okutmazlar, öyle değilmi emmi oğlu diyerek dalon hasan bu ateşli vede hararetli konuşmasına, güççük mıhdar'dan gene doğrusun haklısın onayı aldıktan sonra, bu seferde güççük mıhdarın kendisi söze başladı bak emmi oğlu biraz beni dinlede sana bir ata sözü anlatam, senin bu söylediklerinde sen yerden göğe kadar haklısın, bizlerde gariban insanlarız zalime gücümüz yetmiyi. ağalarınan kanun adamlarıda omuz omuza çalışıylar bir kanun adamı köye geldimi nerede buluyun onu, tabiki ağanın sofrasında Eee ağanın sofrasına gelen o kanun adamı ağayımı kayırır yoksa bizim gibi gıçı boklu fakir fukarayımı kayıracak, ancak ben bunu derken karalamak amacıyla demiyim, genede hak doğrudan yana olur. bu söze başlamadan sana bir ata sözü diyecektimya aha diyim sende dinle, hani derlerye asıl azmaz bal'da kokmaz, şu koca türkiyede yetmiş iki buçuk millet var bunların hepisinden'de iyilik ve dürüstlük bekleyecek değilsinya eğer herkes iyi ve dürüst olsaydı, ATATÜRK var olmazdı demekki hemi bizim içimizde hemide dünyada hemi zalimler hemi vijdansızlar hemide hainler varki bizim kurtarıcımız o yüce ATATÜRK'ü cenabı Allah bize yolladıda, vatan hainlerinin hepisinide olmasa çoğunu temizledi..45. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Güççük mıhdar sözünü daha bitirmeden, içeriden dalon hasan'ın hanımı Alhasın torunu yeterin sesi gelmeye başladı hasan hasan siz acıkmadınızmı, eğer acıktınızsa ekmek yağladık gel yağlı ekmeği götürde mıhar emmiminen yeyin diye bir iki kere ses gelince güççük mıhdar'da gah ula hasan bu kadar konşmamıza rağmen karnımızda tabiki acıktı şu yağlı ekmekleri getirde bir güzelce karnımızı doyurak der iken hasan'da kalmış yağlı ekmeği getirmek için içeriye doğru yollanmıştı, dalon hasan'ın içeri gitmesiyle gelmesi bir oldu ekmek hılasına sarılı kucağında bir külte yağlı ekmek vardı, sekinin üzerine hılayı serdiler, hasan tekrar içeriye gitti bir güççük bakraç dolusu ayran getirdi ya Bismillah ya Allah diyerek yağlı ekmeğe giriştiler, her bir'i üçer dörder tane yağlı ekmek yediler yanında ikişer üçer tasda ayran içtiler, karınları doymuştu güççük mıhdar dalon hasana ,hasan emmi oğlu gösterdiğin bu misafir perverliğine ve hemide yedirdiğin yağlı ekmek için içirdiğin ayran için cenabı Allah birinizi bin eyleye ve yine cenabı Allah Halil İbrahim bereketi vere dedikten sonra, hasan'da ne demek emmi oğlu yediğin yağlı ekmek'de içtiğin ayranda helalı hoş olsun dedi ardından ekmek hılasını ve ayran bakraç'ını toplayıp içeriye götürdü. Alhasın torunu yeter halen sacın önünde ekmek pişiriydi, ocakta ateş yanıyı sacın üstünde'de paaç gibi kızararak pişen sac ekmeği ve ekmeğin kokusu taa on kapı öteye gidiyi güççük mıhdar gibi insanında yiyesi geliyidi. yeter hatın dışarıya doğru kocası hasan'a seslenerek hasan eger doymadıysanız gene ekmek yağlayamda yeyin diyidi, amma bu arada hasan ekmek damına yeter'in yanına gelmişti sağol hatınım sağol bende emmim oğluda tıka basa yedik karnımızda doydu, seninde eline emeğine sağlık dedikten sonra elindeki bakraç ile ekmek çıkınını yere koyup gerisin geri emmisi oğlu güççük mıhdar'ın yanına gitti, vardıki emmisi oğluda ayağa kalkmış yolcu gibi güççük mıhdar emmisi oğluna, hasan dedi ben biraz caminin ardındaki bahçeye gidecem geçenlerde domates biber patlıcan sediri dikmiştimde hele bir bakam canlanmışlarmı eğer canlanmamışlarsa biraz suvaramda canlanalar deyip oradan uzaklaştı dalon hasan'da güle güle emmi oğlu güle güle diyerek emmisi oğlunu uğurladı..46. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Mıhdar ahmet, hayvanın sırtında köye gidip gelmekden usanmış sonunda bir motor almıştı oğlu hüseyinde şöförlüğünü yapıyı, kış gününün o soğuğunda motorun üstünde köye gidip gelmenin zorluğunu mıhdar ahmet çok iyi biliyidi, en sonunda dayanamadı yok efendim bu iş böyle gitmeyecek dedi ve bir gamıyon almak düşüncesine kendini inandırmıştı, yaz neyisede kışın motorun üstünde köye gidip gelmek veyahutsa yayan köye gidip gelmek mıhdar ahmed'e gayrı zor geliyidi. bir gamıyon almak ilazımdı kafaya koymuştu, bir gamıyon alacaktı. gamıyon hiç para kazanmasa dahi sırf köye gidip gelmek için o gamıyonu alacaktı, köyde mıhdar ahmet'de dahil hiç kimsede gamıyon yokturdu, tek tük motor vardı, büyük olsun küçük olsun köylülerin her biri'de anasından yeni doğmuş kuzuyu sevdikleri gibi o motorları severlerdi hemide hiç incitmeden ellerini motorun kaporta kısmında gezdirerek severlerdi, ya birde gamıyonu görse bu köylü hele görki nasıl sevecekler diye kafasında kurgu kuran mıhdar ahmet bir an olsun uykudan sıçırar gibi sıçıradı kendine geldi, ayıktıki hayale dalmış, yok dedi yok bir an önce şehere gidip bir gamıyon almak ilazım dedi. şehere gider pangaya varırım söylerim panganın müdürüne pangaya yatırdığım paradan gamıyon alacak kadar para çekerim, giderim hacı heriflere duyduğuma göre onlar gamıyon bayiliği yapıylarmış alırım bir gamıyon, hemide acenteden hemide gıcır gıcır bir tene almak ilazım, isterse hacı herifler gamıyon bayisi olmasın panganın müdürüne sorarım şeherde gamıyon bayiliğini kim yapıyor diye, giderim o bayiye alırım bir gamıyon hemide gıcır gıcırından diye düşünen mıhdar ahmet uykudan uyanırcasına yine sıçırayarak irkilerek uyandı kendine geldi ve yine bir hayale dalmışsın mıhdar ahmet dedi kendi kendine, bu gidişle sen hep hayale dalacaksın en iyisi yarından tezi yok doğru malatyaya git bir gamıyon al dedikten sonra pencereden başını dışarı çıkartıp sağa sola bakmak ve temiz bir hava almak için baktıki kendilerine misafirler geliyi hamidiye yolundan ağrı sapmışlar tenciye doğru bir sürü kalabalık geliyi, tencinin itleride o gelenlere yola doğru havlamaya başladılar, her bir it hamidiyenin yoluna doğru havlayarak koşuşurken mıhdar ahmet'de pencereden bağırmaya başladı, ula hüseyin hüseyin şu itlere sahap olun bize doğru gelenler var onlara bir şey yapmasınlar tutar birini ısırırlarda yazık olur, misafirden önce şu itlerin önüne çıkın diye bağırıydıki mıhdar ahmet'in kardeşi arap oğlu yetişti.47. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- O havlayan itlere bir bağırınca itlerde kuyruklarını kısarak bahçelere doğru kaçışıp gittiler, itler kaçışınca tenciye gelen misafirlerde bi rahat nefes aldılar, kadınlar olsun çocuklar olsun çok korkmuşlardı, Allaha şükür korktukları gibi olmadı, arap oğlu cüme misafirlerin imdadına yetiştide onları itlerin gazabından kurtardı. gelen misafirlerde gele gele geldilerki hepiside kanber ağa gilden, zaten kanber ağa gil ile mıhdar ahmet gil kavumlar, biri diğerinden kız alarak akraba olmuşlardı. baharın gelmesiyle havanın güzelliğinden evin kadınları çoluk çocuğu almışlar gazi gölüne doğru gezinirken yolları tenciye kadar gitmiş, arap oğlunun itlere bağrmasını duyan mıhdar ahmet'in gelinide yola doğru bakıyıki o gelenler kendi adamları, hemen yola doğru koşuyu ve bir birlerine kavuşup bi hasretle sarım gürüm oluylar sanki bayram'mış gibi güle oynaya misafirlerini alıp getiriyi evlerine hasret çatlatırcasına. gece uykusu gelmeyen yatağında dönüp duran mıhdar ahmet akşamdan sabaha kadar'da düşünüp durdu, hep gamıyon gaydasıyla sabahı sabah etti, sabah gün doğmadan kalktı elini yüzünü yıkadı ve hanımına hanım şu oğlana hüseyine haber etde oda kalkıp motoru hazırlasın şehire gidecez dedikten sonra kendiside üzerini giyinmeye başladı mıhdar ahmet'in sesine hüseyin çoktan uyanmış oda hemen kalkmıştı, hüseyinde babasına kalktım baba kalktım şimdi motoru hazırlarım, motorun arka tarafınada senin oturacağın bir yer yaparım şimdi deyip dışarıya çıktı, aradan yarım saat geçmiştiki motorun çalışma sesi evin içine kadar geliydi, çok geçmeden hüseyin içeriye geldi babasına, baba motorda hazır, senin oturacağın yerde hazır dedi mıhdar ahmet'de hadi gelde hele bi sabah kahvaltını yap şu çorbanıda içde şehire öyle gidek dedi. ve hep birlikte çorbalarını içtiler. çorbalarını içerlerken mıhdar ahmet geceki düşündüğü ve yapacağı işleri bir kerede oğlu hüseyine anlattı. oğul dedi şimdi sürersin doğru malatyaya, malatyaya varınca ordanda doğru pangaya, pangada panga müdürüyle biraz işim var, müdür beyinen biraz konuştuktan sonra dedi ve durakladı sözünü bitirmedi, bitirmedi amma oğluda Eee baba dedi panga müdürüynen konuştuktan sonra ne olacak ne yapacaksın hele onuda açıklada bizde merak içinde kalmayak diye babasının konuşmasının devamını sağlamaya çalışıyıdı...48. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Mıhdar ahmet'de söylemek istemiydi, amma daha sonra ne olduysa söylemek istedi ve oğluna dönerek bak oğul beni iyi dinle şimdi biz burdan çıkıp malatyaya vardık değilmi, oğluda hee vardık dedi, oğluma deyem oradan'da pangaya giderik panga müdürüynen biraz konuşup, hüseyin'de hee baba işte o konuşmanın aslı ney hemi'de o konuşmadan sonra ne olacak dedi. mıhdar ahmet'de oğluna oğul sözümü kesme müdürden soracam şey gamıyon acentesini yani duyduğuma göre hacı heriflere gamıyon acentesi bayisi diyiler amma belkide başka bir yerdir gamıyon bayisi dedi mıhdar ahmet. gamıyon bayisi'nin adını duyan hüseyin'in yüzü gülmeye başladı, yoksa gamıyonmu alacan baba dedi öyleyise hadi o zaman hadi hadi hemen malatyaya gidek diyen hüseyin bir an önce malatyaya gitmek istiyidi, ikisi'de birlikte aşağıdaki çalışan motorun yanına geldiler, hüseyin motorun arkasına tahta dan yer yapmış üzerine kilim sermiş hemide kat kat sermiş kilimi, üzerinede minder koymuş halı yastığınıda motorun oturağına yaslamış tam bir ağa yeri olmuştu, mıhdar ahmet yerine otura bilmesi için bir sandelyenin üzerine çıkıp oradanda kendine hazırlanmış olan yerine oturdu. oğluda direksiyona geçti ve motor ufak ufak yürümeye başladı, mıhdar ahmet'de kapının ağzında kendilerine bakan hanımına hadi Allasmarladık hanım diyerek el salladı, hanımı'da güle güle gidin güle güle gelin diyerek uğurladı ve tez geçmeden motor'da gözden kayboldu gitti. iki üç saat yol gittikten sonra hemi malatya'ya hemi'de banka'nın önüne varmışlardı, hüseyin motoru frenleyerek bankanın önünde durdurdu el frenini çektikten sonra aşağı inip motorun sallamasından her tarafı tutulmuş ve ayaklarıda uyuşmuş olan babasına yardım ederek aşağıya indirmeye çalışırken bankanın bekcisi mıhdar ahmet'i görünce hemen tanıdı oda koşarak geldi hüseyinle birlikte yardım ederek birlikte mıhdar ahmet'i motordan indirdiler. motora yaslanıp biraz öylece bekledikten sonra bankanın bekcisine dönerek oğlum müdür bey yerinde değilmi diye sordu bekcide evet ahmet amca müdür bey yeride cevabını alınca, müdür beyinde bankada olduğunu bekciden öğrenmiş olup oğlu hüseyine dönerek hüseyin sen burada biraz beni bekle, bu işler için ben müdür bey ile biraz görüşem nasıl bi yol takip edeceğimizi o bize anlatır bizde ona göre hareket ederiz diyerek bankaya girdi. şehirliler motornun ismini duymuşlardı amma bizzat motorun kendisini ilk defa görenlerin ağızları bir karış açılıyıdı, yetişkin genç oğlanlar olsun genç kızlar olsun helede küçük çocuklar olsun motora gıptayla bakıylardı bazılarıda nasıl bişey diye ellerini sürüylerdi..49. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Burası bir bayram yeri olsaydı yada luna park gibi bir yer, o ocukları olsun o kızları olsun motora bindirip indirmekle günlük bir çuval para kazanır insan diye düşünen hüseyin'inde zaman zaman onlara bakmaktan ağzı açık kalıydı. yanından geçen güzellere baktıkca ağzının açıklığını unutuyudu, kendine gelip ayıktımı ilk işi açık olan ağzını kapatmak oluyudu, oradan geçen güzellerin motordan fazla hüseyinin açık ağzına bakıp bakıp gülmelerini umursamadan güzellere dipten başa kadar inceden inceye süzerek bakması yüzünden kendisininde ne acıkması nede susaması aklının ucundan bile geçmiyidi, ama ağzıda kurumuştu belliki susamıştı, bankanın bekcisi elinde bir şişe gazozla içeriden çıkıp geldi, hüseyin gardaş bankanın müdürü sana'da gazoz saldı al sende gazoz iç diyerek gazozu hüseyine verdi, yüreği yanan boğazı kuruyan hüseyin'de bir dikişte gazozu bitirdi, hüseyin gazozu içince birde üstüne üstlük genirmesi tuttu bu genirmesinden dolayı oradan geçe vatandaşlar bu sese bir kerede olsa istemeden dönüp bakıylardı. aradan belki bir saat belkide iki saat geçmişti banka müdürüyle mıhdar ahmet hala konuşuyulardı, hüseyin'de aklınca yahu bunlar kaç saat'tır ne konuşuyular yoğusam babam şu goca şehirimi alacak diye düşünürken içeriden önce bekci muhafız olarak çıktı arkasından'da banka müdürüyle mıhdar ahmet yan yana çıktılar, bankanın müdürü yakışıklı babayiğit bir adamdı, banka müdürüynen mıhdar ahmet tokalaşıp tekrar görüşmek üzere diyerek birbirine esenlik dileyerek ayrıldılar. motorun yanına gelen mıhdar ahmet oğluna sür oğlum sür hele sür dedi, hüseyin'de nereye süreceğini bilmeyerek babasına, baba süremde hele söyleki nereye sürem deyince, mıhdar ahmet'de eksik laf dediğinin farkına vardı, ve sür oğlum eyi bir lokantanın önüne kadar sürde şu acıkmış karnımızı bi doyurak ondan sonra'da yapacağımız işi birlikte konuşup birlikte bir karara bağlayak dedi, hüseyin motoru sürerken mıhdar ahmet ha bire laf veriydi, nihayet bir lokantanın önünde durdular motoru bir kenara park ettiler lokanta'dan içeriye girip bir masaya geçtiler, mıhdar ahmet bankanın müdürüyle ney konuştuysa oğlu hüseyine bir bir anlattı, 50. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bankanın müdürü bir acantacıya haber salarak pangaya kadar gelmesini irica etti, acantacıda işlerinin yoğun olduğundan saat dört'te geleceğini bildirmiş, bu arada boş zamanımız olduğu için şurada rahatca yemeğimizi yiyekde saat dört'te pangada, panganın müdürü acantacı ve ben buluşacaz, hele şu gamıyon işinide bi halledekde çekek köyümüze evimize gidek diye ha bire oğlu hüseyine laf veriydi. saat üç olmuştu mıhdar ahmet oğlu hüseyine hadi oğul Allaha şükür karnımız doydu dedi şimdi sıra pangada pangaya doğru gidekde şu gamıyon işini halledek diyidi, ikisi birlikte lokantadan çıktılar motora binip bankanın yolunu tuttular. mıhdar ahmet bir yandanda alacağı gamıyonu aldıktan sonra, gamıyonla köye varmalarını köylününde ilk defa bir gamıyon göreceklerini ve ilk defa gamıyon görecek olan köylülerin çoğunun'da şaşıracaklarını, hele birde gamıyon kırmızı olursa taa tenciden bile ışıl ışıl parıladığının belli olacağını köylülerin gıpta ile gamıyona yaklaşacaklarını, ürkek bir şekilde gamıyonun kaportasına olsun kasasına olsun ellerini usul usul süreceklerini, ellerini gamıyonun üzerine sürenlerin bir atın yavrusu tayı sevdikleri gibi seveceklerini, kendi ağalığının bir kat daha artacağının hayalini düşüne düşüne bankanın önüne geldiklerinde o düşündüğü hayalini bir kenara bırakıp yine oğlu hüseyinin yardıyla motordan inerek bankaya girdi. baktıki müdür beyin yanında kelli felli birisi oturuyu, banka müdürüde mıhdar ahmet'i görünce buyur mıhdar ahmet buyur şöyle otur dedi ve işte şözünü ettiğim acentacı bey efendi bu arkadaş sağolsun bizi kırmayıp buraya kadar geldi bizde anlaşmayı yapalım, gamıyonda bir ay içinde fabrikadan çıkar vede sen sağ ben selamet oluruz yani sözün gelişi deyip bankanın hazıralmış olduğu kağıtları mıhdar ahmet'le acenteci imzaladı, imzalar atıldıktan sonra mıhdar ahmet yahu biz bu kağtlara imza attık amma ne için imza attık diye sorunca, banka müdürü araya girerek mıhdar ahmet o imzaladığın kağıtlar gamıyon alıp satma sözleşmesiydi diyince mıhdar ahmet rahat bir nefes aldı, acentacıda bir ay sonra gamıyon hazır dedi, mıhdar ahmet'de acentacıya aman gardaşım gamıyonun rengide kırmızı olsun diye tembih ediydi. bankada çalışan hademe üç bardak çay getirdi, iyide oldu hademenin getirdiği çaylar, pazarlık yapmaktan üçününde boğazları kurumuştu, üçüde gelen çaylarını yudumlamaya başladılar. mıhdar ahmet banka müdürüne gösterdiği çaba ve gayretlerinden dolayı teşekkür etti, dönüp acentacıyada teşekkür etti, ve daha yolumuz uzun diyerek her ikisiylede tokalaşarak bankadan çıkan mıhdar ahmet oğlu hüseyine hadi oğlum şuradan eve bir şeyler alak ondan sonra'da doğruca köyün yolunu tutak dedi, hüseyinin eve alınacak öte beriyi düşünecek hali yoktu ha bire babasına baba gamıyon işini ne ettin tamammı diye soruyudu babasıda o iş tamam artık oğlum diyerek oğlunu biraz olsun rahatlatmıştı.51. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Fateyin alirza dul anası fatey ile birlikte fethiyeye yerleşmişlerdi, bayram tepesinin mezarlık tarafına iki gözde ev yapmıştı, fateyin alirzanın öyle pek kimseside yoğudu garip yiğit bir adamdı anası fatey garı alicenliydi, alicende'de çürük yusub'un bacısıydı, alirzanın babası hıdır ise sivasın zara tarafından kalkıp taa alicene kadar gelmiş, alicende çürük yusup gile hizmetger durmuştu, zara'daki hısım akrabalarını terk etmiş tek başına zara'dan çıkıp gelmişti. dürüst ve terbiyeliydi, hemide başında bir büyüğü olmadığı ve bekar olduğu halde, demekki dürüstlük ve terbiyelilik bir insanın soyundan gelirmiş diye hep aklından geçirirmiş çürük yusup, çürük yusup gilin evleride malatya sivas yolunun kenarında dağın yamacındaydı. günlerden bir gün damın üzerindeki lov damdan yere düşüyü, artık nasıl düştüyse o lov bilerekmi düşürülüyü yoksa bilmeyerekmi düşürülüyü velhasılı kelam lov damdan yere düşüyü, çürük yusup gilin evleride yörepte olduğu için o lov yuvalana yuvalana taa aşağıdaki malatya sivas yoluna kadar varıyı, varıyı amma bu lov'u oradan tekrar damın başına kim getirecek. hani yapılamayacak zorlu ve meşakketli bir iş oldumu herkes kendi içlerindeki garibanın yüzüne bakarlarya o yapsın diye, alicendede çürük yusup gilin hepisi o fıkara zaralı hizmetger hıdırın yüzüne bakarlarmış hıdır güclü kuvvetli derler, hıdır babayiğit derler, hıdır yakışıklı derler hıdırı bol bol pofpoflarlar, amma hıdırda saf ve temiz olduğundan aklından hiç geçmiyiki o lovu kendinin sırtına saracaklar. peki hıdır ne yapıyı, sadece hıdır davara gidiyi geliyi ahırı ağılı süpürüyü dışarıya ahbını döküyü, adamcağız hizmetgerliğine devam ediyi hemide işini hiç aksatmamak kaydıyle. alicenin gençleri çok olduğu gibi kızlarıda çoğudu, alicen dağlık bölgede sapa bir yerde kurulu olduğu için oralara pek gidip gelen'de yoğudu, oralar insanlara sapa geliydi bu yüzden gidip gelen olmadığıdan oğlanları büyüdüğü gibi kızlarıda büyümüştü hatta ve hatta ekeleşmişlerdi. işte bu lov sebep'mi olacak nolacakki sivasın zara'dan gelen ağzında dili var amma hiç sesi soluğu çıkmayan gariban terbiyeli hıdıra fatey kızı nasip olacaktı..52. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Çürük yusup hıdırı bir kenara çekerek bir iyice pof poflayıp tamamen galeyana getirdikten sonra, bak hıdır diye sözüne şöylece başladı, bizim burada bütün gençlere tek tek söyledim amma gençlerden bu lovu getirecek hiç bir deliganlı bulamadım, bu gençlerin içlerinde cöher galmamış, cöher olmadığı gibi kendilerine güvenleride galmamış. aha sanada söylüyüm eğer sen bu lovu aşşağıdan alıp bu damın üzerine getirirsen sanada bir sürprizim var, hemide seni böyük bir mükafata boğacam aha şu goca dağlarda şahidim olsun diyerek, çürük yusup gene bir iyice hıdırı şişirip pofpoflamışdı, senin gibi güclü kuvvetli, senin gibi yiğit, senin gibi namıskar, senin gibi dürüst, buralarda senin gibi heç bir baba yiğitte göremiyim hemide şu dağ köylerinde buna bende dahil diyerek hıdırı gök yüzüne, şaha çıkarıyıdı, hıdırda bu sözleri duydukca sanki o dağ köylerinde hemide o dağlarda kendi gözünde kendini bileği bükülmez koca bir kahraman hemide deli dumrul gibi bir kahraman olarak görüyüdü. bilmeyerekde olsa bu kadar övülmeye dayanamayan hıdır buyur söyle yusup ağam benden isteğin nedir, arzun nedir vede hemide bana olan sürprizin nedir, hele söyle ağam diyerek sabırsızca çürük yusup'un ağzından çıkacak lafa söze hatta ağzının içine bakıyıdı, hıdır'ın nutku durmuş nefesi kesilmişti bir şaşkınlık içinde kendine söylenecek söze kulak kesilmiştiki birdenbire çürük yusup bu sessizliği bozdu, hıdır'ın omuzuna elini koyarak bak hıdırım bak benim yiğit arkadaşım dedikcede hıdır'ında damarından ılık bir şey taa yüreğine kadar iniyidi, bak bu lov varya şu yolun oraya kadar yuvarlanan lov, işte bu lov senin hayatıyın kötü giden kaderini değiştirecek, gün gelecek ekmeğini yeyip içtikce bu lova dua edeceksin, hemi bu lovun sayesinde senin yıldızında parlayacak yedi köye senin kahramanlık destanın yayılacak, belkide gün gelecek seni romanlara bir kahraman olarak konu edecekler, sen bunları heç idirak ediyinmi, hemide eli kalem tutan o büyük yazarlar seni bir kahraman gibi yazacaklar dedikce, hıdırı bir kenara bırak, hıdırın duyduklarına zaten ağzı bir karış açılmış, çürük yusup'da uydurarak hıdırı bir kahramanmış gibi gösterip söylediklerine kendisi bile inanmaya başlamıştı .53. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- İçinden ağrı kendi kendine söylenerek, ula çürük yusup bunun altıda üstüde bir lov bu lovuda getirtmek için zaralı hıdıra dökmedik dil yakmadık yağ bırakmadın diye düşünürken o sessizliğide hıdır bozdu, Eee yusup ağam bana diyecek lafını sözünü bitirmedin diyerek çürük yusup'a laf veriyidiki, çürük yusup kendine geldi he hıdırım he nerede kalmıştık dedi, hıdır'da yusup ağam sen beni öğe öğe bu dağlarda bir kahramana benzettin bu bir, ikincisi bana bir sürprizin varıdı, üçüncüsüde damdan yuvalanıpda malatya sivas yolunun orada bekleyen lov, hadi de ne deyeceksen, de,de,insanı yani beni merakta koma daha ben davara gidecem, şammey bacıyıla fatey'de davarı sağmışlardır, ben olmayınca davarı orada başı boş bırakmazlar hemide şimdi orada beni bekliylerdir, ben hemen davara gidecem de hadi söyle ne diyeceksen dedi, der demezde hıdır hemen ayağa kalktı, çürük yusup'da o zaman sen get şammey'inen fatey'i bekletme daha münasip bir gün'de, bu münasip gün dediğim yarın'da olabilir seninen bir araya gelekde ikimiz baş başa verek bir eyice konuşak hadi sen get davarına deyip hıdırı savdı. hıdırı savdıktan sonra tamam dedi çürük yusup' bu işde tamam fatey kızıda hıdıra veririk gider, hemi'de hıdır kurtulur, avrat sahabı olur. hemide biz kurtuluruz her daim elimizin altında bir çobanımız olur, böyle güclü kuvvetli adamı çırayınan arasak vallaha'da billaha'da zor buluruz, bunda'da bir hayır varki bizleri yaradan o yüce Allah hıdırın yolunu bizim buraya kadar çekip getirdi, demekki onunda burada yiyecek ekmeği içecek suyu varımış, inşallah bu aklımdaki iş'de olurda hepimizde rahat bir nefes almış oluruz diyerek kendiside kalkıp evlerine doğru meşeliklerin içinden ufak ufak yürümeye başladı, eve yaklaştığında şamey ile fatey'e rastladı, kızlar çürük yusup'a soruylardı sen bi şeymi dedin hıdıra, ne dediysen bu çoban hıdırın keyfine diyecek yoğudu ağam dediler.54. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Çürük yusup'da şamey ile fateye bakarak gülmeye başladı, ve ardından sözüne devam etti, şırıngayınan onun damarından bi eyice serum verdim'de o, o yüzden gayrete geldi hemide onun gayreti daha azalmaz, get gedin onun gayreti dahada çoğalır diyerek evin kapısını açıp içeriye girdi. çürük yusup'un bu konuşmalarınıda, hıdır kafasının içinde evirip çeviriyi düşünüyü düşünüyü amma bir kabına koyamıyıdı çürük yusup ne demek istiyidi bir türlü aklı almıyıdı. arada bir'de oğlum hıdır sen okula bile gitmemişsinki, sanki bir iki lafın şifresini çözecek kafamı var sende, senin gibi birinden olsa olsa man kafa olur o man kafaylada ancak bu davarlara çoban olursun, eğer davarlarda evin yolunu bilmezseler sen bu kafayınan bu davarları eve bile götüremezsin diye düşünüp kendi kendine hayıflanıyıdı. arada birde keçilere koyunlara bağırıp çağırıyı bazı keçilere taş atarak gittikleri sapa yerlerden çeviriyidi bu arada acıktığı aklına geldi gayrı acıkmıştı, eşeğin üzerinde heybesi vardı, eşeğin yanına vardı heybedeki azığını çıkardı heybenin diğer gözündende küçük küpünü çıkardı, küpün'nün içinde ayranı vardı, bir meşenin dibine oturdu çıkınını açtı o gün'de ekmeğinin yanında gatıklık olarak kavurma domates sovan koymuşlardı Ee azığının yanında ayranıda vardı sevindi sevincinden gülmeyede başladı, ya Bismillah ya Allah diyerek yemeye girişti. bir iki lokma alınca, bir kenarda yatmış ama gözleride seni yerim diye çıkınına bakan itini gördü, itin böylece gözlerini dikmiş çıkınına baktığını görünce dayanamadı yüreği el vermedi itine seslendi gel fino gel çobanın en yakın arkadaşı kendi itidir gelde birlikde yemek yiyek oşşooş fino gel deyince finoda kalkıp koşarak hıdırın yanına vardı fino hemi başını eğmiş hemide kuyruğunu sallayarak hıdıra cilveyinen naz ediyidi, hıdır'da ekmeğinin yarısını finonun önüne attı hıdır'da fino'da bir güzelce karınlarını doyurdular.55. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Çürük yusup'un o söyledikleri, aradan üç dört gün geçtiği halde hıdırın aklından hiç çıkmıyıdı, gene öyle bir günde öyle bir saat'te çürük yusup'unan beraberdi, hıdırın içinde gor'unan yanan bir ateş vardı duramadı, ya yusup ağam sen geçen beninen konuştunya sanki bilmece gibiydi, tek bildiğim şey şu aşağıdaki yolun oraya kadar yuvalanıp giden lov, hıdır sankide yalvarırcasına Allahı seversen ne deyeceksen açıkca de,de bende hemi bilem hemide içim rahat etsin diyerek çürük yusup'dan bir çüt cevap bir çüt laf almaya çalışıyıdıki, çürük yusup söze başladı bak hıdır'ım seni çok severiz şuraya geleli bir iki sene oldu yada olmadı ama heç bir çiğ tarafını görmedik, namuslu dürüst vede çalışkansın seninen bir hısım olmak istiyik amma hısım olmadan önce yapacağın bir iş var, o işi yapda ondan sonra seninen hısım olak dedi, çürük yusup sustuğunda hıdır'ın önceden karışmış aklı bir kere daha karıştı, bu yapacağı iş ne işiydi bilmediği için, içinde bir korku hasıl olmuştu bu korkuyla birlikte yiğitlik tarafıda kabarmıştı, söyle yusup ağam söyle hele şu yapacağım iş ney, yapacağım işden sonra sizinen benim hısımlığım nasıl olacak, hele söylede seninde benimde içimiz bi güzelce rahatlaya hadi yusup ağam hadi söyle diyerek çürük yusup'un son sözünün ne olacağını ne diyeceğini söyletmekti hıdır'ın gayesi. nitekim çürük yusup'dada bu diyeceği lafı daha bekletecek yada saklayacak halıda gücüde kalmamıştı, bi taraftanda aşağıdaki malatya sivas yolunun oradaki lov'a bakıyor içinden ağrı, ulan lov acaba senin bu yaptığın taa oralara kadar yuvarlanıp gittiğin hayramı alamet yoksa şerremi alamet diye düşünürken, bana bak hıdır dedi, çürük yusup böyle diyince hıdır'da karda kışda donmuş buz parçası gibi, çürük yusup'un karşısında buz parçası gibi donup kaldı, ağzında tüküreğini bile yutkunamaz hale gelmiştiki çürük yusup hıdırım rahat ol kendine gel vede senin ilk işin dedi böyle diyince , hıdır'da söyle ağam söyle dedi, çürük yusup sözümü kesme hıdırım sözümü kesmede bende söze başlamışken sözümü bitirem diyerek hıdırı susturdu ve sözüne kaldığı yerden geri başladı hıdır senin ilk işin diye başlayınca, gene hıdır he ağam söyle dedi amma çürük yusup hıdırı duymuydu hiç oralı bile olmuydu gayrı.56. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Söyleyeceği söze kendini adepte etmişti, söyleyeceği sözü olsun lafı olsun söyleyip kurtulmaktı, söylemek için nihayet karar vermişti, hıdıra dönerek hıdırım senin ilk işin şu malatya sivas yolunun ordaki, günlerdir aylardır bekleyen o lov varya işte o lovu oradan alıp buraya bu damın üzerine getirmen olacak, ben düşündüm taşındım bu lovu getirecek senden başka bir baba yiğit buralarda bulamadım, işte o lovu sen oradan alıp getirirsen bende düşündüm taşındım senin mükafatını senin ummadığın bi şekilde hemide seni mutlu edecek şekilde vereceğim dedi, çürük yusup bunları hıdıra dedikten sonra derin bir oh çekti, sanki sırtından büyük bir yük, sanki bir dağ kalkmışcasına rahatladı, hıdır'da tamam yusup ağam tamam. senin kaç gündür canını sıktığına kendini yorduğuna değermiydi, isterse bana mükafat'ta verme vereceğin mükafat senin olsun deyince, çürük yusup yok yok olmaz öyle şey olamaz, sana vereceğim mükafat benim olamaz olsa olsa senin başarından yiğitliğinden vede dürüstlüğünden dolayı senin olur dedi, bu övücü lafları duydukca hıdır'ın gözleri çakmak çakmak oluyudu, genede hiç bişey anlamıyıdı ne anlayacaktıki karşısındaki adam bir muamma gibiydi bütün sözleri bir bilmeceye benziyidi, söylediği bir sözü kırk kere devir dayim etsen içinden anlaşılır doğru dürüst bir söz çıkaramazsın, böyle bir durumda hıdır nasıl bir mana çıkarsınki, bunca duyduklarına hıdır'ın bile aklı ermiyidi. ancak hıdır'ın aklında başka bir hesap vardı, yusup ağası o lovun oradan alınıp damın başına kadar getirilmesini kendisine bir görev olarak vermişti, bu görevide hıdır and içerek kendisine mal etmişti. tabiki hıdır'da yiğitliğe erkekliğe poh sürmeyecekti, zaten serinde yiğitlik desen var mertlik desen o da var, o lovu neydip edip getirecekti. hıdır yusup ağasına ağam ben bi eve kadar varam'da hemen geliyim dedi ve kalkıp eve doğru yollandı, az bi zaman geçmeden elinde bir çekibiyinen çıka geldi ve hıdır ağasına yusup ağam ben aşağıya papur yoluna kadar eniyim deyip meşelerin içinden yola aşşağı yeriyip gitti, biraz sonra hıdır yolun kenarındaki günlerdir lafını sözünü ettikleri o lovun yanına varmıştı bile. lovun üzerine oturup bir elinide lovun üzerine koyarak konuşmaya başladı, hele beni bi dinle taş parçası, dinliyormusun beni ula lov diyerek, sen bana ya hayırsın yada şersin, eğer hayırlı olursan bana, bende her gün ziyaret deyi gelip seni ziyaret edecem, veyahutsa eğer şer olursan beni hüsrana uğratırsan inanki dinime imanıma..57. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Seni bu yolun üzerine dikip dünya durdukca bekci etmeyi bırakda, bu yoldan aşağıya taa sarsap deresine kadar yuvalarım hemide tren yoluna varıncaya kadar yuvalarım, orada'da o raylar varya seni bi güzelce o rayların üzerine korum kara tren'de gelip sana çarparak senide un ufak param parça eder, eğer böyle param parça olmak istemiyisen, sende benim gibi bizleri yaradana yalvarda ikimiz için hayra alamet olsun diye lovunan konuşuyudu, biraz konuştuktan sonra hadi bakalım lov diyen hıdır oturduğu lovun üzerinden kalktı. eğer burada bu lovu sırtıma almaya kalkarsam sakata düşerim ve başarılı olamam diye on onbeş metre ileride bir tümsek yer vardı lovu yuvalayarak oraya kadar götürdü. hıdır inceden inceye her şeyi hesaplamıştı, çalışma hayatından deneyimli olduğu için çalışma işine kafası çalışıyıdı, lovu o tümseğin oraya götürdükten sonra kendine beş on dakika dinlenme payı verdi biraz dinlendikten sonra hadi yiğidim aslanım hıdırım şu lovu çekibiyle bi güzelce bağla al dalına kuş gibi çık evlerin olduğu yere diye içinden düşünerek çekibiyi lova bi güzelce sardı sıkıca'da eylemişti, tam tümseğin üstünde ve ucunda olan lovun önüne geçti çekibinin her iki tarafındanda omuzuna geçireceği kısmı'da omuzuna geçirdi, lovu'da öyle sıkı sıkıya bağlamıştıki sanki bıçağın altına yatan kurbanlık koyun gibi hiç kıpırdayacak hali yoktu. hıdır şöyle bir iki yokladı hemi kendini hemide lovu olacak bu iş olacak dedi ve ardından ya Bismillah ya Allah dedikten sonra birde Allah Muhammed ya Ali dedi ve lovu sırtladı kocaman lovu omuzuna almıştı her babayiğidin karı değildi o kocaman lovu sırtına almak hele hele bir yere götürmeyi bir kenara bırak, kimse yerinden bile oynatamazdı. hıdır ağır bir yükün altında olduğunun bilincine varmıştı, ömründe hayatında böyle bir yükün altına girmemiş ve sırtına almamıştı. adımlarını dikkatlice ağır ağır atmaya başladı. lovu sırtına aldığı tümseğin çukurundan yavaş yavaş ve dikkatlice çıkmaya uğraşıyıdı, aradan epey zaman geçmesine rağmen yol boyunca evlere doğru, yükünü yüklemişde rampaya sarılan gamıyonlar gibi tatlı tatlı arada birde ıh ıh sesi çıkararak ağır adımlarla yürüyordu, çabuk yürüyemiyordu amma karınca misali ben bu lovu yukarıya eve kadar götürürüm diye aklıdan geçiriyor ve buna inanıyordu.58. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Her tarafı kan ter içinde kalan hıdır, yolun dört'te birini yürümüştü, bu arada çürük yusup evdekilere emir vermiş orada ne kadar çor çocuk oğlan kız varsa hepisi dama çıksın'da aşağıdan hıdırın gelişini daha rahat görsünler diye, diğer komşu evlerdeki milletinde hepisi kendi damlarına çıkmışki onlarda çoban hıdır lovu nasıl getiriyi hemi göreler hemide hıdır gibi bir yiğidin lovu getirişine şahit olalar. şammey içten içe hayıflanıyıdı götürdüler beni taa nerelere gelin ettiler diye, hıdır ise alicende bulunan kızların gönlünde taht kurmuştu gösterdiği bu yiğitliğinen, çürük yusup dışarıdan ağrı içeriye seslendi kızlar çabık küpünen ayranı getirin dedi, fatey kız damdan inmesiyle küpünen ayranı yusup ağasına hemen yetiştirdi, çürük yusup küpünen ayranı alır almaz hıdıra doğru aşağıya yollandı, dikine aşağı'da olunca yürümek insan oğlu çabuk gidiyi hemen iki üç adımda hıdıra yetişti. baktıki hıdır sırtındaki lovu bir tümseğin üzerine koymuş herhal yeni koymuşki göksü bir körük gibi inip inip kalkıyor daha nefesini toplayamamıştı yüzünü gözünü bırak üstü başı bile yam yaş olmuştu terden. çürük yusup hemen küpü uzattı al yiğidim al kahramanım alda kana kana bi ayran içki yüreğini soğudan diyidiki hıdır dur ağam dur şimdi bu soğuk ayranı içersem bana dokuna bilir hele nefesimi bi toplayamda ondan sonra içerim dedi yusup ağasına, ve derin derin nefes alıp veriyi omuzlarını kollarını sağa sola kıvırarak dönderiyidi, eğerki ağrımış veyahutsa tutulmuş biyeri varsaki böylelikle adaleleri forumda tutmaya çalışıydı, bu durumu gören çürük yusup ula aferim hıdırım şu dağ köylerinde hemide şu dağlarda senin gibi bir yiğide daha ıraslamadım deyip hıdırın omuzunu sırtını severek tapıhlıyıdı, hemi hıdırın sırtını tapıhlıyıdı hemide şeherin o sosyeteleri ne anlarki tapıhlamaktan, tapıhlamanın ne olduğunu sorsan onlara aha şursyada yazıyım deyip parmağını tükürekleyip yeri çizdiğini gören hıdır dayanamayıp hayırdır ağam gene neyin hesabını yapıyın diye sorunca, çürük yusup şeherliler dedi bu şeherliler varya her şeye bizim aklımız erer ve her şeyi biz bilirik diyilerya, hıdır melül mahsun olarak hee ağam şeherlilerin bilgisi çoktur çünkü adı üstünde şeherliler.59. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Peki öyleyse hıdırım ben sana bir hareket yapacam bu yaptığım hareketin ney olduğunuda senden soracam bakam bilecekmisin deyip hıdırın sırtını iki üç kere öfeleyerek yavaş yavaş şaplak vurdu ve dönüp aha sanada soruyum hıdırım ben sana ne yaptım, hıdırda ne yapacan ağam sırtımı sıvazlayıp tapıhladın deyince, çürük yusup'da hah işte bu, bu söylediğin varya ne dedin bir daha söyle bakam diye tekrar sorunca, hıdır'da ağam sen benim sırtımı sıvazlayıp tapıhladın yani beni taltıfladın övdün lovu buraya kadar getirdiğim içindeyince. çürük yusup'da işte hıdırım benim yiğit gardaşım bende bunu düşünerek şeherliler bilmez deyip parmağımıda tükürekleyerek aha burayada yazıyım dedim. gene anlamayan hıdır neyi bilemezler ağam, şeherliler neyi bilemezler hele bi açıkca açıklada bende bilem acaba doğrumu deyince, çürük yusup'un yüzü eşgidi, ağasının yüzünün eşgidiğini gören hıdır hemen hatasını düzeltir gibi oldu sözüne devam ederek ağam gerçi senin şimdiye kadar eksik noksan konuşmuşluğunu duymadık inşallah bundan sonrada duymayız deyince, çürük yusup'un yüzüne menmuniyet verici hal geldi tebessüm ederek hıdırım hıdırım şeherliler neyi bilmezler biliyinmi benim, aha şimdi senin sırtını sıvazlayıpta tapıhladığımı bilmezler, şeherliler her şeyi bilseler bile bizim köy hayatını bilmezler, bostanı kavunu karpızı hıyarı hırtiği bilmezler, ahırdaki ineği danayı ahbını bilmezler, ağıldaki koyunu keçiyi kuzuyu gidiği bilmezler, tarlayı sapı samanı honu harmanı bilmezler, kara sabanınan tarlaya koştuğumuz öküzü bilmezler, hele bizim atları katırları kara kaçanları yani eşekleri bilmezler, hele hele eşeklerin üzerine binmeyi heç bilmezler, peki bu şeherliler neyi biliyler sen biliyinmi hıdırım deyince, hıdırda başını ağasına doğru çevirerek yok ağam bende onların neyi bilip neyi bilmediklerini bilmiyim deyip sözüne devam ederek peki neyi biliyler ağam dedi. çürük yusup içerden içerden göksünü geçirerek ah ahh hıdır gardaşım bu şeherlilerin bildiği tek şey var oda bizim gibi köylülerin sırtına binmeleri, başkada bildikleri bi zıkkım yoktur sadece şeherliler bizim gibi köylülerin sırtına bir sülük gibi yapışmışlar heç enmeyide bilmezler, bak köylük yerden şehere her şeyi biz gönderiyik onlarda hazıra konmuş seyip evlatlar gibi yeyip içiyler, bizlerinde gadal gayıp ayağımız şehere düştümü bizlere uzaktan uzağa bakıp bakıp kenar kenar'da kaçıylar, halbuki köylük yerden buğdayı unu bulguru mercimeği mısırı tavuğu yumurtayı yağı çökeliği pendiri kavunu karpızı.60. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Patlıcanı biberi domatesi fasulyeyi bezelyeyi elmayı armudu kaysıyı aklına ne gelirse hemi yiyecek kısmını hemi yakacak kısmını bütün herşeyi köyden şehere biz köylüler gönderiyik, hemide bak sana ne deyem hemi bizim yani milletin hemide bu vatanın kurtarıcısı ulu önderimiz gazi mustafa kemal ATATÜRK'ün böyük bir sözü var ATATÜRK'ün o böyük sözü ney sen biliyinmi hıdır diye sorunca, hıdır'da yok ağam ben okumadımki bilem yanıtını alan çürük yusup, bak hıdır'ım bu deyeceğimi eyice belle kulağındada küpe olarak sakla belki bir gün sana ilazım olur, ATATÜRK demişki köylü milletin efendisidir. Allah razı olsun o büyük insan benim gönlümde yaşıyor vede ölümünü kabullenemediğim Atamızın mekanı cennet olsun ruhu İmam Ali efendimizinen Ehli Beytinen yan yana olsun, yattığı toprağı kendini incitmesin. zaten vatan millet hayınlarından sahte hacılardan hocalardan vede yurdumuzun düşmanlarından incineceği kadar incindi, inşallah Atamızın yeri cennettir, bizleri ve yeri göğü yaratan Allahım o yüce inasnı ATATÜRK'ümüzü dünyaya bir daha getirirde yarım kalmış işini bitirir, yurdumuzu kötülerden bir kere daha kurtarır. bunu dedikten sonra hayli zaman geçtiğinin farkına vardılar, bu arada çürük yusup'unda konuşarak zaman kazandırmasından dolayı hıdır'da bi eyice dinlenmiş ve yorgunluğunu çıkarmıştı, hıdır hemen yerinden kalktı o kalkınca yusup'da kalktı, yusup hıdıra yardım etmek isteyince hıdır yusup'a sen dur ağam ben hesaplı kitaplı yapacam bu işi bi yanlış hesap beni sakat eder diye nazikce ağasının yardımını reddetti. gene tümsekte duran lovun ön tarafına geçti çekibiyi omuzlarına dikkatlice geçirdi ve çekibiyide eline sıkı sıkıya kavradıktan sonra ya Bismillah ya Allah deyip goca lovu gene sırtına aldıı, adımlarını usul usul atmaya başladı her adımını yere bastıkca kesekler ayağının altında un ufak oluyudu, hıdır'ın ayağıynan bastığı yer sanki ditiriyordu. bir kenarda durarak bu gördüğü manzaraya pel pel bakan yusup hıdır'ın bazı hal ve hareketlerine şaşırarak gözleri bir dananın gözleri gibi açılıyı çakmak çakmak oluyudu. hıdır'ın içmediği ayran küpünü eline almış oda yan tarafda hıdırın adımlarına kendisini uydurarak usul usul gidiyidi. hıdır'da gene yükünü yüklemiş man gamıyonları gibi uzun bir rampaya sarılmış tatlı tatlı arada birde ıh ıhh diyerek ağır adımlarla yoluna devam ediydi. hıdır'da acaba yaklaştımmı diye arada birde göz ucuyla yukarıdaki evlere bakıyı ve içindende yok yok daha epey var evlere diyordu.61. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hıdır yorgun argın'da olsa kendi kendine bi söz vermişti, eve kadar yolda bir kere daha mola verecek şekilde konaklayacatı, bu konaklayacağı yeri'de hesaplayarak vede canını dişine takarak yürüdü yürüdü evlere az bi yer kalmıştıki buralarda bir daha konaklarsam buradan'da kalktımmı Allahın izniyle burdan sonrada evlere varıncaya kadar konaklamadan oraya varırım diye düşünürken şöyle göz ucuyla gene bir tümsek gördü, tümseğe yaklaşarak bir gamıyonun geri geri gelip buğday silosuna yanaşıp buğdayını boşalttığı gibi hıdır'da sırtını tümseğe dayayıp lovu yavaşca yere indirdikten sonra omuzunu sıkarak iz yapan çekibiyi çıkardı, bir tosunun burnundan soluyarak nefes alıp vermesi gibi, hıdır'da aynı bir tosun gibi soluyudu, gene kan ter içinde kalmıştı her yanı ıslanmıştı lovu indirdikten sonra hemen sırtı goyun yattı, her yanı ağrıdığı gibi sırtı daha'da çok ağrıyıdı, döşü bir körük gibi inip inip kalkıyordu, çürük yusup hıdır'ın bu halini görünce aklından bacısı fatey geçti, bu oğlanın bu kadar zorlandığına göre bu kadar yorulduğuna göre acaba fatey kızı buna değermiyidi diyerek değip değmeyeceğini düşünüp duruyudu amma bir türlü karar veremiyidi. esasında fatey kızın bu kadar eziyete değip değmeyeceğinin kararını verecek olan biri vardı oda çoban hıdır'dı, hıdır'dı amma fıkara oğlanında bundan hiç bir haberi yoğudu, hıdır evlere yaklaşmıştı kızlar oğlanlar hatta gelinler ve kadınlarda damlarının başına çıkmışlar çoban hıdırı gözetliyilerdi. hıdır yattığı yerden şöyle bi doğrulup hemen doğrulduğu yerede oturdu, teri'de soğudukca gayrı her tarafı iyiden iyiye ağrımaya başlamıştı. bir ara lovu götürmekten vaz geçmeyi düşündü, ama bir sefer söz vermişti birde erkekliğe poh sürmüyüdü, hemide aklından ağasının vereceği o bilmediği mükafatı düşünüyüdü acaba neydi o mükafat,diye düşünen hıdır durup durup bu adam bide bana numara yaptıysa'ya bana öyle mükafat falan verecem deyipde ta o yoldan ağrı bu lovu bana getirtmekse işi, işte o zaman çıranı yakarım senin diye içinden ağrı düşünüp duruyu. eğer o mükafat için bana numara yaptıysa bende çoban hıdır'isem bu sürüyü ya kurda kırdırırım yada trene çarptırır telef ederim. yok eğer sözünde dururda doğruysa benide menmun edecek bir mükafat olursa bu çürük yusup'uda aha bu lov gibi alır omuzlarımda taşırım diyerek aklının içinda kırk tane tilki dolanıyıdı.62. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- O küçücük kafasının içinde dolaşan tilkilerin kuyrukları bir birine değmiyidi, döndü yusup ağam küp dolumu yoğusam boşmu diyerek küpün dolumu yada boşmu olduğunu öğrenmek istedi, yusup hemen küpü uzattı al yiğidim al koçum alda kana kana iç benim bi tane can dostum arkadaşım diyerek ayran dolu küpü uzattı, hıdır'ında küpü aldığıyla depesine dikmesi bir oldu lık lık lık diye ses çıkararak küpü bir dikişde yarıya indirdi, küpü yere koyduğunda çenesinden boğaz gıdığına kadar ordanda döşüne aşağı ayran akıyıdı, kolunun yan tarafıyla ağzını elinin tersiylede boğaz kısmıyla döş kısmını sildi, birde genirmesi tuttuki mübarek sanki çüte koşulan tosunun böğürtüsü gibi ses çıkartıyıdı. az kaldı az kaldı yusup ağam az kaldı ben söz verdim sözümde durmalıyım, eğer sözümde durmazsam mertliğe vede yiğitliğe poh sürmüş olurum değilmi yusup ağam diyerek kendi alacağı mükafatıda ima ederek, aha ben sözümde durdum sende sözünde dur demeye getiriyidi. çürük yusup'da hıdır'ım ben her zaman dediğim gibi senin çobanlığına yiğitliğine mertliğine hemide insaniyetliğine hele hele namusluluğuna deyecek heç bi sözüm yok benim deyecek heç bi sözüm olmadığı gibi aha şu bizim elimizde obamızda yurdumuzda bile heç bi kimseninde sana deyecek sözleri olamaz. benim sana verdiğim söze gelince bende, sana verdiğim sözün üzerinde duruyum sen demeki ağam unuturda öylece kalır sanma, belki olaki aklından böyle geçer, sakın,ha hüsrana düşürecek her hangi bir düşünceye kaptırma kendini, düşünme bile benimde sözüm söz diyerek hıdıra bir nebze olsun morel vermeye çalıştı, çalıştı amma genede hıdıra verdiği sözü yerine getirecekti. hıdır gene ayağa kalkıp az kaldı yusup ağam az kaldı şu lovu bu seferde sırtıma aldımmı heç bi yerde mola vermeden vede durmadan doğru eve kadar giderim inşallah deyip, gene sırtını dayadı o gocaman lova çekibiyi omuzlarından geçirdi, yusup ağası'da yanındaydı oda çekibiyi yokladı konturol etti ve kenara çekildi, hıdır'da ya Bismillah ya Allah diyerek lovu sırtladı ağır ağır adımladıkca ayağının altına gelen kesekler gene un ufak oluyudu her adım atışında sanki deprem oluymuş gibi o meşelerin çalıların çatırdayarak hışırtısını evin önünde ve damın başında seyreden bütün ahalide duyuyulardı, hıdır iştaha gelerek bir gayretle yürüyordu, az kalmıştı evin önündeki düzlüğe bir kaç adım kalmıştı, çürük yusup'da seyirci olan millete çekilin çekilin yol açın yol açında hıdır rahat bi şekilde yürüye diyerek bağırıyıdı.63. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Millet,de yolu açmak için sağa sola kaçışmaya başladı hıdır'da evin önündeki düzlüğe adımını atmıştı, bir kaç adım daha yürüdükten sonra çürük yusup'la iki genç daha hıdır'ın yanında hazır bulunarak üçüde el birliğiyle hıdır'ın sırtındaki lov'a bağlı çekibiyi dikkatli bi şekilde omuzundan çıkarıp lovu'da kucaklayıp yere koydular. amma onların üçününde hıdırın sırtından lovu alıpda yere indirene kadar canları çıkmıştı, hallerini bi görseniz sankide hıdır'dan fazla yorulmuşlardı. hıdırın sırtından o goca lov alınınca sankide sırtından goca bir dağ kalkmış gibi oldu rahat bi nefes aldı, gitti duvarın dibindeki sekinin üzerine boylu boyunca uzandı, etrafına toplanıpda merakla kendisine bakanlara, kendiside o milletin yüzlerine mazlumane pel pel bakıyıdı, kan ter içindeydi üstü başı terden yam yaş olmuştu döşü bir körük gibi inip inip kalkıyordu, hemen çürük yusup sekinin üstünde yatan hıdır'ın yanına gelerek eğilerek anlından öptü, yok yok dedi bu az olur deyip tuttu birde iki gözlerindende öptü, hıh dedi işte böyle öpülür kahramanların anlıda gözleride deyip sekinin üzerine dineldi millet azmı gelmiş yoksa çokmu gelmiş diye sağa sola başını çevirerek bir iyice bakındı eh dedi millette yeterince gelmiş işte şimdi tam yeri hıdıra verdiğim sözü açıklamanın tam yeri dedi hemide bütün ümmü cihan'da duymuş olur, hemide vermiş olduğum sözüde yerine getirdiğimi bilmiş olurlar, yusup ağalarına güvenleri bir kat daha artmış olur diyerek aklının içinden geçirdiği düşüncelerini açığa vurmanın tam zamanıydı. ahalinin coşkulu halini gören yusup ağa hanımına dönerek gız avrat aha bu ahaliye bir çaydanlık çay bişirde bir eyice şeherli çayı içsinler, içsinlerde buradan dağılmasınlarki, bende aha bu çoban hıdıra verdiğim sözü bir ağa olarak hemi bu milletin hemide şu obanın ağası olarak umum milletin huzurunda açıklayam diyen yusup ağa, hanımına yarı emir yarı'da nutuk çekercesine bir çaydanlık çay bişir dedikten sonra, ağanın hanımıda uyy vışş hele şuna bak diyerek içeriye girdi sitildeki suyu çaydanlığa dodurup ocaklıktaki yanan ateşin üzerine koymasıyla dışarıya çıkması bir oldu, ağanın hanımıda kocasının ne diyeceğini merak ediydi, acaba ne sözü vermişti vereceği mükafat neyidi herkes gibi oda merak içindeydi. şammey gelin ise bir kenara oturmuş olanı biteni mazlumane bi şekilde seyrediydi nasıl olsa benim için her hangi bi şey olmayacağına göre merak etmemde yersiz olur diye içinden geçirirken fatey kızı geldi oda şammeyin yanına çöküp oturdu.64. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Her ikiside merak içinde gardaşları yusup'un yüzüne bakıylardı hele ne konuşacak diye. yusup'un hanımı içeriden geldikten sonra yusup hanımına dönerek gız hatın çay suyunu koydunmu diyerek hemide milletede duyurarak bağıra bağıra sorduktan sonra vede hanımından he he cevabını aldıktan sonra, çürük yusup millete dönerek bir politikacı edasıyla sevgili akrabalarım sevgili köylülerim vede bu lovun getirilişine şahit olmak için zahmet ederek köyümüze kadar gelen sevgili vede gıymatlı vatandaşlarım, hemide okuyarak geleceğin adamları olacak evlerimizin sevimli ve gıymatlı çocukları vede alicenin gelecekteki ağaları olacak ağa adaylarına ve bu sözlerim burada hazır bulunan böyük küçük gız oğlan kadın erkek bütün herkesedir, bütün herkes benim deyeceğim sözlerimi duysunlar hemide duydukları sözlerimi bütün aleme birem birem anlatsınlar, köyümüze kadar zahmet ederek gelmiş bulunan misafirlerimizde her bi gettikleri yerlerde şu anki benim değerli ve gıymatlı sözlerimi bütün aleme anlatırlarsa çok çok menmun olurum. sevgili vatandaşlarım şu görmüş olduğunuz lov varya aylar önce nasıl olduysa şu bizim damdan yere düşüyü, yere düşmesiylede şu görmüş olduğunuz malatya sivas yolunun oraya kadar yuvalana yuvalana sanki dügüne gider gibi taa yolun oraya kadar varıyı hemide kendi başına hemide kendine heç kimse yardım etmeden böyle bi olay ümücihanda ne duyulmuş nede görülmüş bu işe çok şaşırdığımı söyleye bilirim, çürük yusup böyle konuşdukca konuşuyu amma çocuklarda kendi aralarında fiskosa düşmüşlerdi, o lovu fatey abamız damdan aşağıya düşürdü ve aşşadanda yüteledide taa aşşadaki yolun oraya kadar yuvalana yuvalana getti bu olanları ağamız bilmiyiki egerki bi bilse vay gele fatey abamızın başına diyilerdi, çocukların bu fiskosunu duyan fateyde onlara kaşlarını çatarak etlerini cimdikle cimdikliydi. çürük yusup bu gürültü ve gargaşa olan tarafa dönüp hemi çocuklara hemi fateye şöyle bi ters ters baktıktan sonra hüss diyerek işaret etti çocuklarda fateyde yusup ağalarından çekindikleri için hemen sus pus oldular, ortalık bi sessizliğe bürünmüştüki bu sessizliği gene ağa bozdu, sevgili vatandaşlarım sevgili dostlarım bizim gibi bir aileyede hıdır gibi çalışkan dürüst vede bi o kadarda namıslı adam ilazım, cenabı Allah'da hıdır'ın yolunu evirip çevirip bizim buraya kadar getirmiş, birde üstüne üstlük yütelemeyinen dönmeyen şu goca lov kendi başına olacakki damdan eniyi taa aşşadaki yola kadar gediyi, yani bu olacak iş değil, bu olsa olsa ancak Allahtan olur. hıdır'da dahil bizim hepmizde bu lovun yüzünden çok çok badireler atlattık, bende her zaman sözümde durduğum gibi.65. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bir kere daha gene önceden vermiş olduğum bir sözümü yerde komayıpda yerine getireceğimden dolayı çok çok mutluyum vede huzurluyum, çürük yusup bu sözlerini böyle konuşurken, şammey gelin gene sessiz ve sakince oturuyudu ve hemide bana göre heyecan verecek bi şey olmadığına göre sessizce dinlemek daha yeğdir düşüncesine hakim olan şammey, eger heyecanlanacak birisi varsa oda fatey gızı o heyecanlansın belki fateyi hıdıra verir yusup ağamız diyerek içinden geçiriyidi amma genede şammeyin kulağına bişeyler çalmıştıki ağasının konuşmalarından kulağını alamıydı dikkatlice dinliyidi. hıdır'ında gözü kulağı ağasının iki dudağı arasından çıkacak o bir çif sözdeydi. hıdır ağasını dinliye dinliye gayrı içinden ağrı bıkıp usanmıştı, kendi kendine de hadi be ne deyeceksen dede hemi ben hemide seni dinleyen şu millet hemi senden hemide senin şu iştimandan uzun uzadıya konuşmalarından kurtulsun, artık bende usandım millet'de usandı. sanki bana ATATÜRK'ün kurduğu meclisde karar alan meclis başkanı gibi oldu. ula senden olsa olsa şu alicenin vede şu dağların deyip ardından tövbe tövbe insanı dinden imandan çıkaracak bu adam deyeceği iki kuru laf yüzünden deyerek boynunu cık cık cık diye sağa sola büktü ve sustu. çürük yusup sözlerine devam ederek sevgili dostlar belki bilmiyorsunuz ben malatyaya adam saldım akşama kalmaz gelir, üzüm leblebi şeker sucuk lokum vesair buna benzer bir çok şeyler ısmarladım, şeherden gelecek yolcum getireceklerini getirsinde, akşamda aile meclisini bir araya toplayam ediraflıca bir eyice konuşup' şu karşınızda gördüğünüz yigit ve mert olan hıdıra verdiğim sözü yerine getirem diye karşısındaki o topluma nutuk çekiydi, ağanın ağzından bu lafları duyan hıdır ile millet kulaklarına inanamadılar, acaba bu verilen söz neydi, hıdıra bir piyango vurmuştu amma hayrınamı yoksa şerrinemi bunuda kimse bilmiyidi. aşşağıdan şeher yolundan iki eşekli biri çıkmış geliyidi bu gelende kim olabilir diye millet'de hep birlikte yola doğru bakışmaya başladılar. çürük yusup'da işte geliy geliy diyerek millete müjde verir gibi keyifli keyifli sesleniyidi, baka baka tanıdılarki çürük yusup gilin eski hızmetgerlerinden birisi, eşşeğinin birine şeherden aldığı öteberileri yüklemiş birinede kendisi binmiş taa malatyadan ağrı geliydi, daha evlere varmamıştı biraz uzaktaydı amma ta oradan ağrı yusup ağasına bağırıydı, yusup ağam yusup ağam istediklerini şeherden alıp getirdim hemide malatyadan bol bol selamlar getirdim sana hemide malatyanın o goca dükkan sahaplarından selam getirdim diyerek hemi el sallıyıdı hemide bağırıyıdı, çürük yusup'da ulan dürzü yılan vurmuş gibi ne bağırıyın deyeceklerini gelipde aha burada şu milletin huzurunda desene hey gidi hin oğlu hin diyerek kendiside zevkinden dört köşe olmuştu..66. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Nihayet yusup ağanın esgi hızmetgeri eşekleriyle birlikte geldiler, eşekleri kapıya yanaştırıp çüşş deyip durdurduktan sonra eşekten inerek ağasının yanına koşarak giden eski hızmetger, tekmil verircesine yusup ağam dedikleriyin tümünü bir bir aldım, şeherdeki tanıdığın o bakkalların sahaplarının hepininde bol bol selamları var, yusup ağaya çok çok selam söyle her hangi bir emri olursa başımız üstüne yeterki bizlere bir haber uçursun gerisini heç düşünmesin dediler dedi. akşam olmuştu çürük yusup önceden tasarlayıpda ayarladığı büyüklerinide çağırtmıştı hepiside eve toplanmışlar ancak evde bir sessizlik hakimdi, ağılda davarların yanındaki çoban hıdırda eve gelip misafirlerinde olduğu odaya girmişti. ağa kısmı her zamanki gibi makatta çoban veya hızmetger kısmıda kapının dibinde oturduğu için hıdırda kapının hemen dibinde yerini almıştı. gene bir örf adetlerinin gereğini yerine getirmek için toplanmışlardı, ancak ne kızın nede oğlanın fikrini almayı bırak sorma zahmetine bile girmemişlerdi. iki büyük bir birlerine Allahın emriyle peygamber efendimizin kavliyle kızınız fatey kızı oğlumuz hıdıra istiyik dediklerinde, hıdırın şaşkınlığı yüzüne vurmuştu, bi sarhoşluk ve şaşkınlık içine düşmüştü, havluda ocaklığın başıda bacısı şammey ile oturan fateydede bir şaşkınlık varıdı. şammeyde bütün bu olanları duyunca hadi gız hadi gözün aydın şanslı kızmışsın aslan gibi bir gocaya sahap oluyun Allahtan daha ne istiyin diye bacısı fateyi tebrik ediyidi. çürük yusup hıdıra dönerek kalk hıdırım kalkda şu böyüklerin ellerini öp dedi, hıdır'da o niyeki deyince çünkü örf adet böylede ondan hıdırım dedi, ve kulağınada eğilerek işte sana vereceğim mükafatda buyudu diyerek hıdırıda tebrik ediyidi. hıdır ayağa kalkarak sırasıyla tek tek büyüklerin ellerinden öptü ağasınında eline varacaktıki, ağası dur hıdırım dur dedi ve gelde senin anlından ben öpem çünkü sen hemi yiğit hemide dürüst bir adamsın diyerek hıdırıda taltıflarcasına tutup anlından öptü, iş şirinceliğe gelmiştiki komşularından orta yaşda kadının biri önlüğünün içine üzümü şekeri leblebiyi yani şirincelikleri doldurmuş orada hazır bulunan millete avuç avuç dağıtmaya başlamışdı bile sitillerede şerbeti doldurmuşlar şerbetide kadının biri çoluk çocuk herkese tas tas dağıtıydı. mlletede bir güzelce neşe bir güzelce keyf gelmiştiki bütün herkesin yüzleri gülüydü. bu birlikteliğin olacağından haberleri olmayan ve bu nişanlanmayı en son anda öğrenen hatta ve hatta fikirleri bile alınmayan fatey kızı ile hıdırın bile keyiflerine diyecek yoktu. her zaman bir birlerine yakın olan fateyle hıdır şimdi utandıklarından yan yana gelmeye bile utanmaya başlamışlardı, sonuçta bir yıl nişanlı kalan fateyle hıdırın düğünlerininde zamanı gelmişde geçiydi bile .67. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Sonunda yusup ağa'da bu nişan işinin gecikmesinin farkına vararak belli bir günde düğünün yapılmasına karar verdiler, düğünün yapılması için karar verdikleri o gün geldiğinde üç gün üç gece düğün yaptılar, mallar davarlar kesildi kazan kazan yemekler pişirildi, yedi köyden düğün için gelen misafirlerde vardı, bütün herkes yediler içtiler güldüler oynadılar sonunda hıdır ile fatey kızı everdiler her ikisinide gelin odasına koydular gelinle damat muratlarına ermişlerdi, düğünden sonrada köylüler evlerine uzaktan gelen misafirlerde köylerine gittiler, aradan yıllar geçmiş hıdır ile fateyin battal ile alirza isminde iki oğulları birde safiye isminde kızları olmuştu , zaman içinde çocuklarda boy atmış gürbüzleşmiş yetişmişlerdi. bunca geçen zaman zarfında çoban hıdır karda kışda dağda bayırda çobanlık yapmaktan hastalanır şehire gidemediklerinden vede köylük yerlerdede dotorun bulunmayışından hakkın rahmetine kavuşur. çocuklarda alicende kalıp babaları gibi çoban olmak istemiylerdi bu sebepten dolayı fethiyeye göçmüşlerdi, fethiye bütün köylerin merkezi durumunda olan bir köydü. alirza içinden ağrı böyle düşünürken içeriden bağırtılı bir ses gelmeye başlamıştı sanki ortalığı çınlatırcasına, alirza alirza ula neredesin alirza sığır geleli kaç saat olduda daha bizim inekler gelmedi, şu ineklere bir bak hele nerede kaldılar diye oğlu alirzaya bağıran fatey oğlununda nerede olduğuna bakıyıdı. alirzada damlarının arkasındaki bayram tepesindeki çimlerin üzerine uzanmış anası fatey garının anlatmasıyla, babasının taa sivas zaradan çıkıp alicene nasıl geldiğini, babasıyla anasının nasıl evlendiklerini, babasının genç yaşta hakka nasıl yürüdüğünü, yetim kaldıklarında nasıl geçindiklerini, ve fethiyeye nasıl göçtüklerini bir film şeridi gibi kafasının içinden vede gözlerinin önünden bir bir geçirirken hemi mahsun hemi üzgün hemide gözlerinden göz yaşlarının damla damla akmasıyla arada birde göksünü geçirerek vede anası fatey garının o bağırtılı sesini duymasıyla bir anda öyle bir irkildiki sanki rüyasında korkmuşda uykudan sıçırarcasına irkilip sıçıradı , yattığı yerden şöyle bir doğruldu, onca zamandır başının içinden geçmişe ait olan geçirdiği hayelleri bir anda silinip gitmişti, elleriyle akan göz yaşlarını sildi, evlerine doğru bakarak gene anam bağırıyı ya Allah ya Bismillah diyerek kalktı eve bi gidem hele ne deyecek gene ne derdi var diyerek anasının yanına doğru yürüyüp gitti eve yaklaşınca ne deyin ana ne deyin bana diye soran alirzaya anasıda. ula ne deyem sana sığır geleli kaç saat oldu amma bizim ala düveyinen anlının ortası sarı olan sarı gız gelmedi, sarı gız,da anlaşılacağı gibi evin büyük ineğiydi anlaşılan ala düveye daha isim vermemişti.ineklerin gelmediğini duyan alirza'da anasına ana sen heç merak etme ben hemen şimdi geder inekleri bulur getiririm diyen alirza baktıki inekler bayram depesinin çayırında yayılıylar, alirza anasına dönerek ana ana inekler aha şurada yayılıylar gidemde sarı gızınan ala düveyi getirem sen canını sıkıpda boşuna üzülme benim güzel anam dedi ve gerisin geri dönüp inekleri getirmeye gitti. fatey garıda oğlunun ardı sıra sağol benim yiğit oğlum tuttuğun altın ola o gurban olduğum Allah'da heç bi zaman seni darda komaya diye oğlunun ardı sıra dualarını sıralamıştı oğlunun kendisine ne kadar sadık bir evlat oduğundan dolayı duasını kesmeyerek devam eden fatey garı oğlunun ardı sıra beni heç zorda koymadın, alirza demeden yanımda baş ucumda oldun, yorgun düştümmü dermanım hasta düştümmü doktorum oldun, Allah'da senin doktorun olsun, başın dişin ağrımasın benim garip yiğidim diyerek oğlu alirzaya bin bir dualar edip durdu fatey garı.68. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Fethiyede o goca köyde hüseyinin arkadaşları kuzuya giderken hüseyinse davar yaymaya gidiyidi, köyün bu gençlerinin yaşları çocuk denecek kadar gencecik yaşta olmasına rağmen, hatta hüseyinin yaşı davar yayacak kadar yaşta olmadığından, ve buna rağmen hüseyine sorulduğunda, yav hüseyin bak senin emsallerin davara değilde kuzuya gidiyler, amma sen bak davara gidiyisin bunun sebebi ney diye sorduklarında, hee o guzuya gidenler benim arkadaşlarım amma onlar davara gidemezler, çünkü davarı dağda bayırda ovada yayacaksın, dağda bayırdada adamı rahat bırakmazlar deyip o kara gözleride derinlere dalıp dalıp gidiydi. hüseyine seslenerek gözlerinin derinlere dalmasından kendini uyandırıp ayıktırdıktan sonra gene soruyduk, dağda bayırda davarı yayarken kim sizleri rahatsız ediyiki hüseyin dediğimizde, yüzümüze bakıp bakıp kim olacak tabiki kurtlar dedi, kurtlar sürüsüne bir iras geldinmi davarı bırak kendi canını bile zor kurtarırsın, eğer dikkat etmezsen bellimi olur belkide bazı koyunlar gibi geçiler gibi sende kurtlara yem olabilirsin, o yüzden dağlar çok tehlikeli olduğu için guzuya giden o arkadaşlar davara gitmiyiler. birde o arkadaşların bazıları korkaktır, bazılarıda kan gördülermi hemen kan tutar. amma ben ne korkarım nede beni kan tutar elime deyneğimi aldımmı, yanımdada iki tene itim oldumu daha garışmayın benim keyfime, isterse on tene kurt gelsin bana vız gelir tırız gider diyerek kendisine sorular soran yusup dayısına ve dayısının hanımı almacıya çobanlığın inceliklerini ve zorluklarını inceden inceye anlatıyıdı. yusup dayısı'da önceden duyduğu bir olayın doğruluğunu yeğeni hüseyine sorarak duyduğunun ne kadar doğru olduğunu eğer doğruysa nasıl zuhur ettiğini bir kerede yeğeni hüseyinin ağzından duymak istiyidi. yusup ağa hüseyin yeğenim dedi bunu duyan hüseyin buyur dayı deyince, buyurun var olsun yeğenim deyip sorusunu yöneltti, hüseyin sen davarları dağda yayarken davara kurtlar saldırmışda sende itlerinen birlikte olup o kurt sürüsünü kovalamışsınız, bu kurtları nasıl kovaladınız hele bi anlat'da birde senden dinliyek, bu olayı bu kurt kovalamyı elden duyduk amma birde senden duyak hele, kurtları nasıl kovaladınız diyerek yeğeni hüseyini hemi konuşturuyu hemide olayın aslını öğrenmeye çalışıyıdı, yusup ağa dedinmi işte orada bir kere durup düşüneceksin, ağalığında hakkını veren biri olarak yusup ağanın evinden misafiri hiç eksik olmaz, temsilde hata olmaz amma gelenin gidenin konup göçenin haddi hesabı bilinmezdi.69. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Varlıklı adamdı kafasıda çok çalışıydı adı üzerinde yusup ağa derlerdi akıllı ve cin gibi adamdı, hanımına dönerek gız hele şu hüseyine ceviz getir bestil getir üzüm getirde hemi yesin hemide şu kurtları, itlerinen bir olupda nasıl kovaladılardı hele bir bir anlatsında bizde bir kahramanlık öyküsü dinliyek diye almacıya seslenmişti, zaten yusup ağa demeden almacı bir sini yemek hazırlamıştı siniyi getirdiki sinide yok yok ne arasan var bal var kaymak var kavurma var çökelik var pendir var zeytin var yumurta haşlamış, işte zengin fakir hali böyle durumlarda kendini belli ediyi, zenginin evinde ne arasan var bolluk bereket var, fakirin sofrasındaki tenceresinde ancak gazma takılar yavan kuru ekmeği bile bulmak zor oluyu. almacı'da hüseyin acıkmıştır hele önce karnını bi güzelce doyursunda daha sonra cevizi üzümü bestili getiririm, hüseyinde kurtları nasıl kovaladıysa her olan biteni bir bir dayısına anlatır değilmi hüseyin dedi. hüseyinde hee haçca bibi diyerek dayısının hanımının sözlerini tasdikledi ve girişti sofradaki kavurmaya vede diger yiyeceklere bir güzelce karnını doyurdu. haçca bibiside hüseyin aha sana çerezinide getiriyim diyerek sofrayı toplayıp odadan çıktı. hüseyininde karnı doymuştu kenara çekilerek sırtınıda duvardaki halı yastığına yaslayarak bi güzelce oturdu, dayısı yusup ağada makatta döşek kalınlığındaki minderine oturmuş ara sırada yoldan geçenlere başını çevirerek pencereden bakıydı. minderin üzerindeki tesbihinide eline alıp de hadi başla dercesine yeğeninden bi laf beklercesine yüzüne bakıydıki, hüseyinde dayısının ne için baktığını anlayıp lafı ağzına aldı dayı diyerek böylece söze başlamış oldu. şu iboş gil beni küçük görüyler, bana sen davar yayacak çağda değilsin sen kuzuya git diyiler. bende ben kuzuya muzuya getmem kuzuya getmek benim için çocuk işi getsem getsem ben davara giderim dedim, delinin ibo benden yana oluyu amma o birileri beni küçük gördükleri için anamada sen hüseyini davara değilde kuzuya gönder demişler, ancak ben bir kaç gün hemi davara hemide kuzuya getmedim, baktılarki olmuyu edemediler daha bana karışmadılar, bende davara getmeye başladım. heç benim gibi birini hemi davarımdan hemide itlerimden ayıra bilirlermi.70. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Öyle değilmi dayı deyip kendi düşüncesinin doğruluğunu, dayısına'da senin düşüncelerin doğrudur hüseyin diye tasdikletdikten sonra, bende delinin iboyunan birlikte davara getmeye başladım, davara gidip gelmem günler haftaları haftalar ayları kovalıya dursun, benimde aklıma daha eyi bir itim olsun diye gangal cinsinden yeni guzlamış bir yavru bulup aldım, o yavruya gözüm gibi bakmaya başladım, amma oda yediği ekmeğin hakkını veriyidi habire böyüyü, gangal cinsi itler böyük olur amma, buda böyüye böyüye sanki bu it değilde katır oldu, bin sırtına götürmem demez alır seni götürür, elli ayaklı beş dakka yerinde durası bile gelmiyi ordan oraya, ordan oraya hoplayıp zıplıyı sankide gatır gibi oldu. yazıda yabanda davuşan olsun dilki olsun ne benim deyneğimden nede itimden kurtulamıylardı. itimin adınıda şavata diye vurmuştum, ben bir taraftan şavata bir taraftan dağı taşı inletiyik, dağdaki daşdaki davuşanlar olsun dilkiler olsun keklikler olsun dağda her ne varsa ikimizin elinden zar ağlıylardı, bu arada gene havalar soğumaya başlamıştı o güzelim bahardan yazdan heç bi eser kalmamıştı, kış aylarının o buz gibi soyuğunda olsun ayazında olsun deyneği bile elimizde doğru dürüst tutamaz olmuştuk, kardan yol diye bişey yoğudu, her taraf gardan kürtüklemiş, davar olsun biz olak kürtüğün üzeride gedip geliyidik, gene kış günlerinden bir gün davarı aldık güvendiğin o sırttan ağrı dolana dolana dilber bağına gediyik, edirafta ara sıra kurtların dilkilerin çakalların ulumaları oluyu amma bizim itlerde yaman itler her ne taraftan bi uluma sesi gelse hep birlikte o yana doğru bi hücum ediyler amma kaşılarına her hangi ne bir dilki nede bir kurt çıkmıyıdı. bu arada delinin ibo, hüseyin edirafta kurtlar dilkiler var nolur nolmaz onun için çok dikkatli olmamız ilazım deyip kendisi davarın bi tarafından bende davarın obir tarafından itlerin iksini ben yanıma aldım tabi birisi benim itim şavata, itlerin ikisinide ibo yanına aldı böylece davarlarda konturolumuz altında dilber bağına endik, amma bu arada sepkende eyice azıttıki göz gözü göremez hala gelmişdik, edirafımızda kurtların uluma sesi eyice gelmeye başladı, derken hemen yakınımızda bir uluma sesi daha, ardından bir çenilti bir boğuşma sesi duyup koşuştukki kurdun biri cansız yerde yatıyı biride topallayarak kaçıyıdı amma şavata bu kaçan kurda yetişmesiyle bir döş vurarak kurdu depe taklak bi yuvaladı yuvalamasıyla, bi baktımki şavata kurdu ağzına almış ağzındada sağa sola bir iki sallıyı şavatanın ağzı havadayken dutup birde yere vurdu.71. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Ben şavatanın yanına vardığımda kurdun cansız bedeniyle karşılaştım şavatada ayağını kurdun üzerine koymuş, eğer kurt cana gelipde bi hareket etse varya gene kaldırıp yere çarpacak. dayısına tatlı tatlı laf veren hüseyin, dayı sen biliyinmi benim itim şavata varya bende adamım deyen çok adamdan akıllı, ben şavataya şavata sen burda dur akşama kadar bu davarı bekle desem yabancı bi kimseyide koyma desem orada akşama kadar bekler ve davarın yanınada heç bi kimseyi yaklaştırmaz, sıkıysa biri gelsinde hele bir koyuna yaklaşsın, şavata o geleni param parça eder kurt bile heç bi şekilde yaklaşamaz diyerek hüseyin, yusup dayısına çobanlığının ve itinin kahramanlığını en ince ayrıntısına kadar bir bir anlatıyordu, dayısı yusup ağada gün görmüş geçirmiş adam olduğu için yeğeninin bu anlattıklarını dikkatlice dinliyidi ve hemide yeğeninden bu vahim olayı anlatmasını kendisi istemişti. hüseyinde tamam dayı diyerek dayısını kırmamıştı çobanlık öyküsünü anlatıyordu, amma gene karnı acıkmıştı almacı bibisi ceviz üzüm bestil gibi yiyecekler getirecekti amma her halde oda unuttu yada bir işi vardıki çerezi getirmemişti, hüseyin acıktıkca bitlenmeye başladı sağa baktı sola baktı döndü dayısına dayı almacı bibim nerede diye sormaya başladı, Eee dayısıda arif adam arife tarif gerekmez, hele hele ağa olmak heç kolay bi iş değil belli bi evrelerden geçerek belli bi aşamadan sonra ağa olunur bununda hepisi yusup ağada mevcuttu, hüseyinin bitlenmesine dayanamayan yusup ağa, hüseyin hele bi kalak bakam ayağa deyince, hüseyinde hemen ayağa kalkıp bişeymi istadin dayı dedi, dayısda hüseyin almacının işi var herhalde sen almacının yanına getde hele bi bak ne iş yapıyı birde sana cevizi üzümü bestili versinde al getir ikimizde şurada hemi yiyek hemide sen şu çobanlığını bi eyice anlat hele, ben sizin bu iki kurdu öldürdüğünüzü bilmiyidim böylece bunuda öğrenmiş olduk amma şu bir kaç tane kurtları kovalamışsınız'ya onu bi anlatda onuda bi duyak hele nasıl olmuş dedikten sonra hüseyinde tamam dayı hele bi gidem bakam deyip evliğe doğru giderken almacı bibim niye gec kaldı anamda gelirdi'ya anam niye gelmedi birde anama bakam diyerek mırıldanan hüseyin, ben'de hemen dönerim dayı diyerek odadan çıkarken dayısı yusup ağanında yüzünde bir gülümseme bir tebessüm belirmişti.72. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hüseyin bir hamlede içerden çıktı hemen evliğe yöneldi seslenmeye başladı almacı bibi almacı bibi ses gelmeyince evlikten ekmek damına doğru yöneldi ekmek damına vardığında baktıki ocaklıkta ateş yanıyı ekmek sacınıda ocaklığa kurmuşlar sacın üzerinde'de kavurmalı börek pişiriyler, hüseyinin anası Alhasın kızı elifde gelmişti, hüseyin ana sen ne zaman geldin buraya geldiğinide haber etmedin deyince anasıda neydem oğul evde canım sıkıldı hele almacının yanına bi gidem dedim, buraya geldiğimdede havluda almacıyı gördüm, oda bana bacı içeriye heç girme gardaşın hüseyini biraz konuşturuyu, davar yayarken karda kışda kurtlar davara saldırmışda hüseyin'de, davarı nasıl kurtarmışlar onu anlatıyı. sen beninen gelde ocağı yakak hazır hamır varıken o hamırı kavurmalı börek yapakda gardaşınla hüseyin gene acıkmışlardır bir gözelce börek yesinlerde karınları doysun dedi bende baktımki yusup'unan sen'de datlı datlı konuşuydunuz içeri girmeyip almacıyınan ekmek damına geldim size börek bişiriyik oğul dedi. hüseyin saca baktı baktı sacın üzerinde pişen böreğin kokusuna dayanamadı hemen bir tane börek aldı iki sokumda aşırdı eğildi bir tane daha alırken elinin üstüne çalıyınan adam akıllı bi vuran oldu, hüseyin baktıki anasının elinde goca bi çalı var, çalıyınan o okkalı vuruşuda anası elif vurmuştu, oğluna bekle vulan biraz hele bak içerde deve dişi gibi gardaşım bekliyi, sende bekle hepisinide bişirek surfada kurulsunda hah o zaman doyasıya ye, amma şimdi ne elini uzatacan nede bi tene bile olsa alıp yemiyecen, işte bi tene yedin oda şimdilik sana yeter diyerek analık ağırlığını koydu, koydu amma hüseyin anasının çalıyınan vurmasına hiç aldırırmı, anasına ah anacığım ah ben nice kurtlarınan boğuştum nice itlerinen güleştim senin bu çalınmı beni börekten edecek diyerek dilkinin kümesten bir hamlede tavuğu kapıp kaçırması gibi hüseyinde sacın üzerindeki böreklerden birini aynı dilki gibi anasınında gözleri önünde kaşla göz arasında bir hamlede kapıp iki lokmada aşırması bir oldu.73. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Anası yetişemedi böreğe, börek uçup oğlunun midesine inmişti bile, oy hüseyin hüseyin alemin deyip durdu gene neyise hele şunun yaptığına bak utanmıyda dedi ve ardından dağlardaki kurtlar ovadaki itler bile bundan kurtulamıyda şu tepsideki böreklermi bundan kurtulacak heç imkanımı var diye söylenen Alhasın kızı, almacıya hadi gız hadi, hadi bacım hadi şu börekleri götürekde yusup'da yesin bari yoğusa bu oğlan burada bu börekleri yeyip bitirecek diyerek Alhasın kızı börek sinisini kaptığı gibi gardaşı yusup'un oturduğu odaya doğru yollandı, almacıda peşinden yollandı, hüseyinde gülerek bir keyif ile oda onların peşinden yollandı dayısının oturduğu odaya doğru. Alhasın kızı gardaşı yusup'u çok seviydi öyle gün oluyduki bir titizlik içerisinde kendi eliyle yemekleri hazırlayıp gardaşına yediriydi, Alhasın kızı elif gil dört kardeşlerdi ikisi kız ikisi erkekti yusup ağa ile Alhasın kızının kendilerden hariç daha bir gardaşıyla birde bacıları vardı, o gardaşının adı hüseyindi ama hüssük derlerdi, kız bacılarının adı'da isaf'tı. Alhasın kızı elif bunların içinde en çok gardaşı yusup'u severdi o bir gardaşıynan bacısınıda seviydi amma elifin yanında yusup'un yeri başkaydı, işte o sebepten elif yusup'u eliyle besliyi anaç tavuğun civcivlerini yaydığı gibi yusup'uda öyle yayıydı. tabi yusup ağada kendinin sevilmesinden ve kendine canı gönülden titizlikle bakılmasından hoşnuttu, bu durumdan çok çok menmundu, her zamanki yaptığı gibi gene sofrayı sermiş, gardaşının oturacağı tarafa etli yemeklerinen kavurmalı börekleri itina ile özenerek itina ile koymasıda Alhasın kızının meziyetlerinden biriydi, nede olsa oda zengin yerin kızıydı. her ne kadar gelin olup baba evinden ayrıldıysada bu maharetliliği baba evide gördüklerinin bir kanıtıydı. hadi yusup gel dedi gardaşını çağırdıktan sonra oğlu hüseyin,ede sofrayı işaret ederek hadi sende gel dedi. almacı bi şey için evliğe gitmişti, Alhasın kızı almacı neredesin hadi sende gelde birer tene börekde biz yiyek diye çağırıyıdı, almacı odaya girdiğinde elinde inek tasıynan dolu ayran vardı, ayrıyeten diğer elinde'de ayran içmek için birde su tası vardı. hep birlikte sofraya oturdular ve Bismillahirrahmanirrahim deyerek böreklerini yemeye başladılar.74. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yemekler yenmiş ayranlar içilmişti, her zamanki olduğu gibi yusup ağa makata çıkarak kendine rahatlık veren hemide döşek kalınlığındaki minderleri olan o köşesine geçerek minderinin üzerine baş köşeye bi ağalık edasıyla oturmuştu. Alhasın kızıynan oğlu hüseyinde aşağıda yerdeki minderlere kurulmuşlardı, almacıda yemek bılaşıklarını yıkadığı için pek oturamıyıdı ancak ara sıra içeriye gelip gidiyidi. yusup ağa yeğeni hüseyine dönerek de hadi hüseyinim yemeğimizide yedik şu kurtları nasıl kovaladıysan hele anlatta senden bir heyecanlı macera dinleyek dedi. hüseyinde he dayı valla doğru söylüyün, geçen kışıdı ben yanlız getmiştim davara, yanımdada eskisi gibi öyle dört beş tene itte yoğudu, bir şavata vardı birde kara baş varıdı, bende davarı kırklardan aşşağı dostal tarafına kuru çayın oraya götürmüştüm daha sonra davarın yönünü kuru çaydan bu tarafa doğru geri çevirdim yol boyu kırklara doğru geliyim amma havada fırtınalı birde kar yağıyı yağan kar fırtınadan sepkene dönüşüyü derken zar zor depenin birini döndük, kırkların tutlara varmamızada az kalmıştıki davara bir panik düştü bir ürkmedir oluyu sağa sola bir kaçışma başladıki deme getsin bi baktımki şavataynan kara başda davarların ürktüğü tarafa doğru koşuştular, bunları böyle görünce bende itlerin koşuştuğu yere doğru koştum, koştumki ne koşam üç dört tene koyun yerde yatıyı, dahada yaralı koyunlar keçiler vardı, sekiz on tene kurt davara saldırmışlar, davara saldırdıkları yetmezmiş gibi birde itlerin edirafını çevirmişler amma şavatada kurdun birini ağzına almıştıki havadan yere çarpıp yerde avhalarken o esnada bende yetişdim, Oo ne bakam baktımki kurtlar kızışmışlar saldırıylar amma itlerde kızışmışlar kurtları davara yaklaştırmıylar, davarsa paren paren olmuş dağılmışlardı nasıl ettimse bende itlerin yanına varmıştım o kurtların içinden nasıl geçtim nasıl o itlerin yanına vardım bende bilmiyim, ben şavatanın yanına varınca şavata herhal benden kuvvet aldıki içten gelerek canı gönülden habire hamle yapıyı bende elimdeki pelit deyneğimle habire kurtlara vuruyum, bir ara kurtlar bizi sıkıştırdı amma şavatayla ben sırtı sırta vermişizki ben bir taraftan vuruyum şavata bir taraftan zaten şavata bir kurdu yakaladımı daha o kurdun heç şansı olmuyu, şavata bir ayağıynan kurdun üstüne basıp ağzıynanda ısırdığı yeri tuttumu kurdun kolu olsun budu olsun neresi rast gelirse koparıp atıyı heç dayanmıyıdı derken o mücadelede bizim bir kaç koyunla keçimiz telef oldu amma bizde dört tene kurdu öldürmüştük kalan o bir beş altı tene kurdunda gayrı heç bi hökmü kalmamıştı, birde baktıkki geri kalan o kurtlar sarsap tarafına doğru kaçmaya başladılar şavatada kurtların peşlerinden daldı getti, karabaşa gelince o it akıllı bir itti kurtların dağıttığı sürüyü sağdan soldan çevirerek toparlayıp kırkların tutlarının oraya getirmişti Eee bende itlerinen birlikte kurtlarınan boğuşa boğuşa heç farkında olmadan bi baktımki bende kırklardayım davarda kırklarda.75. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ancak bizim'de bir kaç tene eksiğimiz vardı, en önemlisi'de itim şavatay'dı, orada yusuf ağa lafın arasına girerek kurtlar kaç koyun'unan kaç geçi'yi parçaladılar diye sorunca, hüseyin'de dört koyun'la iki geçi'mizi parçaladılar diye cevapladı. hee bu arada'da benden öyle bi ter akıyki, o kışda gıyamatta insan heç terlermi demekki terlermiş, benim yerimde eğer başka birisi olsaydı terlemeyi bırakda öyle bi durumda davarıda bi kenara bırak kendini bile kurtlara yem ederdi. Eee yusup dayı o sekiz on tene kurdunan boğuşmak'da dile kolaydı o kadarcık terlemişim çokmu yani. ama terim soğudukcada beni aldı bir ditiretme duldalanacak bi yerde yokturki duldalanam, edemedim gidip davarın orta yerine girerek onların ısısından bende biraz ısınıp rahatladım, üşümem geçtikten sonra şavataya bakmak için kara başı yanıma aldım kırklardan yukarı çıktımki iki kurdun daha cansız bedeni karın üzerinde yatıdı bende sağa sola bağırarak Oşşoşş şavata Oşşoş diyerek aramaya başladım, bu arada bi baktımki kara baş koşarak getti, demekki şavata'nın kokusunu almış bir biriynende buluşunca, hani zorlu bir cenkten çıkmış kahraman edasıyla birbirinin yüzünü gözünü yalamaya başladılar, karabaş gancıktı onun için birazda cilve yapıydı o kadar kurdu kovalamak kolaymı dayı, bende itlerin yanına vardım şavatanın boynuna sarıldım yiğit itim kahraman itim sen bu dünyanın en korkusuz itisin senden başka heç bir ite it demem vallaha diye şavatanıngözlerinden öpmeye başladım, hee birde karabaşda var dedim oda çok kahramanlık yaptı kurtların birinide kara baş boğarak öldürdü, bende kurdun birinin kafasına deynekle hokkalı bi şekilde vurunca hemen oracıkda karın üzerine yığıldı kaldı diğerlerinide şavata halletti zaten geri kalan kurtlarda kaçıp canını bizim elimizden zor kurtardı, bende oradan itleri alıp kırklara doğru davarın yanına geldim, geldimki baktımki orada davarı nasıl bıraktımsa heç bi yere gıpraşmamışlar daha öylaca duruylar, kendi kendime herhalde kurtlardan korktularki öylece duruylar dedim. yaralanıp ölmüş koyunun birini hemen orada on dakkada yüzüdüm kuyruğunu şavatay'la kara başa ellerimle yedirdim etinide önlerine attım baktımki itler bi bayram ediylerki, bende oradaki kaynak olan su yalağına gidip elimi yüzümü bi eyice yıkadım tutların altına gelip çıkınımdaki ekmeğimide yedikten sonra davarı sürdüm köye doğru dilber bağına geldiğimizde bi baktımki iboşunan gardaşı cüme karşıdan çıkıp geldiler. bakıylarki havanın heç dadı yoktur fırtanadan dolayı yağan kar sepkene dönüşmüş, hüseyinde davarda yanlız diye hamdi ağalar korkmuşlarda hele bi gedinde hemi hüseyine hemide davara bakın bu kışda gıyamatta nolur nolmaz demişler, benimde kırklar tarafına gideceğimi çoban cüme bildiği için onlarda kırklara doğru gelmişler.76. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Beninende öylece karşılaşmış oldular, iboşunan çoban cüme bana baktılar itlere baktılar davara baktılar bi şaşkınlığa düştüler, iboş bana dönerek vula hüseyin vallaha sizin başınızda bi iş var siz boş değilsiniz, sizin başınızdan bir olay geçmiş herhalde diye bana soru sormaya başladıydıki kurdun biri devriş Ali'nin bağındaki çalılardan geçmek isterken, demekki geçememiş hemen oracıkda ölüp kalmış, iboşda çalıların arasındaki bu kurdu herhalde görmüşki. tamam dedi tamam size ve davara kurtlar saldırdı değilmi, şahit uzakta değil aha burada yatıyı dedi. demekki oda şavatanın gazabından kurtulamamış çalıdan o tarafa geçerken hemen oracıkta ölüvermiş tam tamına altı kurdu o iki itinen ben birlikte öldürmüştük, ama kurtlarda bizim altı tene koyunla geçimizi telef etmişlerdi. iboş gilinen gelen itlerinen iboşu orada davarın yanında bıraktık, beninen cüme birde şavataynan karabaşı alıp doğru kırklara o kurtların ölüsünü tutların oraya getirip koyduk o kurtları getirene kadar canımız çıktı itler rahat bırakmıyı bizi kurtların ölüsünü bile şavata ağzına alıp havada sallıyı zorunan eliden alıyık eğerki itler bizi tanımasalar varya bizide parçalayacak haldelerdi o kadarki kızmışlardı. yukardaki kurtların ölülerinide yolun üzerine getirip koyduk çalının arasındakiynen bahcanın içindekinide yolun üzerine çıkardık toplam altı kurdu da biz öldürmüştük, telef olup ölmüş koyunlarıda heç ellemedik öylece oldukları yerlerde bıraktık, bu işlerimiz bittikten sonra sıra davara gelmişti davarıda sürdük köye doğru yeridik, akşamınan köye ağıllara varmıştık, bende öyle bi üşümüşümki hemen ağıla girdim kuzuların olduğu yere orada çobanların üzerinde yattığı tahtadan bir sedir vardı hemen o sedirin üzerine uzandım her zamanki gibi içerisi ısıcaktı bende öyle yorulmuşumki hemen oracıkta uyumuşum. davar sağanlar gelip davarı sağmışlar geri getmişler heç birinden haberim olmamış yorgunlutan ve uyku sersemliğinden bayılmış getmişim. o bir kaç tene telef olan koyunların içinde bizimde bir koyunumuz telef olmuştu öyle değilmi ana dedi, anasıda he oğul he, kurdun parçalayıpda öldürdüğü o koyun varya bizim her sene çüt çüt doğuran mor koyunudu diyerek hemi oğlunun kurtlarla boğuşmasını onaylıyıdı hemide mor koyununun kurtlara yem olmasını söylüyüdü. hüseyin uyuduğu yerde uyuya kalmıştı yorgunluktan uyanacak halde değildi aradan kaç saat yada kaç gün geçtiyse hüseyini çoban cüme uyandırmıştı ağılın içi her ne kadar sıcak olsada hüseyinde her ne kadar tatlı bir uykuda olsada çoban cüme bir kere uyandırmıştı. hüseyin uyanıp kalktığında kendini bi yokladıki her tarafı ağrıyı o yorgun haliyle evlerinin yolunu tuttu ağıldan kapıya çıkarken kapının önünde yatan şavatayla karabaşında sağını solunu şöyle bi yokladı onlarıda konturol etti baktıki onlarda iyiler ağılın önünde uzanmışlar ayaklarını (patilerini) yalıylar, iboşda hamdi gilden ısıcak yal getirmişdi her birininde önüne birer sitil ısıcak yal koyduktan sonra itlerde dilleriyle şapur şupur yala giriştiler arada birde başlarını kaldırıp ileriye doğru bi bakıylar daha sonra tekrar yala girişiyler, hüseyin itleri bir müddet böyle seyrettikten sonra şavataya dönerek şavata ben eve gediyim ben gelene kadar sende bu ısıcak yerde beni bekle davara falanda getme benden sana tatil ben ne zaman evden gelirsem o zaman ikimiz birlikte davara gideriz emi diyerek ağır ağır eve doğru gitti.77. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bu olaydan sonra iboşunan çoban cüme köyün içinde beninen itlerin kurtlarla bu boğuşma olayımızı bir kere anlatmışlar, anlatmışlar amma köyün içide bu lafınan çalkalanmaya başlamıştı bile, beninen şavatanın birde karabaşın üçümüzünde kurtlarınan nasıl boğuştuğumuzu her ne kadar bizim davarımızı kurtlar parçalayıp telef ettilersede bizimde kurtların çoğunu öldürdüğümüzü köylülerde bu olayı bir hikaye gibi bir masal gibi anlatıp anlatıp duruylar işte böyle oldu bizim kurtlarınan boğuşma işimiz yusup dayı diyerek hüseyinde kurtlarla sankide dans edermiş gibi boğuşmasının lafını sözünü ballandıra ballandıra anlattı sonunuda ballandıra ballandıra bitirdi. amma bu arada hemi yusup dayısının hemide daysının hanımı almacının gözleri fal taşı gibi açılmış ağızlarıda bir karış ayrılmıştı, hüseyinin itlerle birlikte kurtları kovalama hikayesini can kulağıyla dinlemişlerdi. hüseyin lafını sözünü bitirince yusup ağa ile almacı hatın bir an için kendilerine gelip ayıktılarki kendileride kendi kendilerini hüseyinin kurtlarla boğuşma maceralarının içinde derin bir hayale kaptırmışlar dalıp gitmişlerdi, almacı hatın bu olayı dinlerken kurtlarınan hüseyin gilin o boğuşma sahnesinde zaten kendinden geçmiş nefeside kesilmişti, sanki bir heykel gibi donmuş kalmış hüseyinin ağzına bakıyıdı, eğerki hüseyin höt dese oracıkta yığılp kalacaktı işte öyle bir hali vardı, içini geçirerek Öö,öff diyerek kendine geldi. pilav bişirmek için ocağa tencereyinen su koymuştu aklına gelince eyvah dedi, su kaynaya kaynaya şimdi tencerede suda kalmamıştır hüseyinin datlı laflarından suyuda unuttuk deyip odadan çıkıp ekmek damına doğru gitti, ekmek damında ocağın başına vardığında tencerenin kapağını açıp baktıki ateşin üzerindeki tencerede pilavlık için konan su daha kaynıyıdı eh dedi daha su bitmemiş, eğer su bitseydi tencere dibine yanardı, dahada heç bi şeyede yaramazdı diye kendi kendine böyle söylenirken oradaki su sitilinden iki tas su alıp tenceredeki suya ilave etti altınada biraz daha çalı çırpı getirip koydu sönecek olan ateş bi harlandıki, harlandıkca harlandı üzerindeki tencerenin kapağını havaya doğru oynatırcasına pilav suyuda hemen kaynamaya başladı, almacıda çar çabık bulgurunu getirip saldıki bir an önce yemek bişsinde biran önce geri odaya gide. kendi kendine şimdi hüseyin gör hangi tatlı lafa başladı diyerek düşünüp dururken, gız anam maşallah hüseyin,dede ne yürek varımış ne cesaret varımış o kadar kışda gıyamatda hele hele göz gözü görmeyen sepkende davara kurtlar dalsında sende o iki tene itinen o kurtlar sürüsüne baş gel olur şey değil valla onun yerinde başka birisi olsaydı davarı bırak korkusundan altına bile gaçırırdı kendinide kurtlar bi güzelce yerdi amma hüseyininde yiğitliğine diyecek yoktur.78. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hüseyinin yiğitliğinden olacakki o kurtlardan canını zor kurtarmış yoğusa kendiside o kurtlara yem olurdu ula aferim sana hüseyin diyerek lafınanda olsa almacı hatın hüseyini mükafatlandırıyıdı. misafir odasında yusup ağa, hüseyinin bir iştahla anlattıkları laflarını can kulağıyla bir bir dinlemişti. hüseyinin bir heyecanla o maceralı ve hemide tatlı tatlı anlattığı lafları bittiğinde yusup ağada göksünü geçirerek vay anam vay ula bu olanca işlerin hepisi senin başındanmı geçti, o kurt sürüsüyle karşı karşıya gelip o iki itinen tek başına boğuşan sensin öylemi bir kere daha ula aferim sana hele gel yanımada şu dayın yusup senin o iki gözlerindende birem birem öpsün diyerek hüseyini yanına çağıran yusup ağa bacısı elifede dönüp gız bacım elif bizim köyü bırak şu ediraftaki bütün köyleride bırakda, hele hele malatyada bile sekiz on tene kurtlara iki tene itinen karşı koyacak hemide kurtlardan bir kaçını öldürecek heç bir baba yiğit göremiyim, hele hele biri sekiz on tene kurdu bırakda bir tene kurt görsün hemen altına gaçırır. hani nerede böyle yiğenim gibi bir yiğit daha diyerek hüseyini hemi övüyü hemide taltıflıyıdı, dayısının gelde şu gözlerinden öpem dediğinde hüseyinde yerinden kalkmış dayısının yanına gelmiş dayısının sözünün bitmesini bekliyiki dayısıda gözlerinden öpe, amma makatta oturan dayısıda kurtların davara saldırmasına birde hüseyin ile o iki itin kurtlara karşı koymasına kendini öyle bir kaptırmışki bacısı elife hüseyini öve öve göklere çıkarmıştı, hüseyin baktıki dayısının karşısında beklemekle olacak gibi değil dayı dayı deyince yusup ağa bacısı eliften yönünü çevirdiki hüseyin hala karşısında dineliyi, helal olsun sana ula yeğenim, yiğit hüseyinim diyerek kollarını açıp gel hele gel seni bi doyasıya öpem sen yiğitlerin yiğidisin hemide sen bu dağların vede kurtların padişahısın. eğer hüseyin gibi bir yiğidi daha bana göstersinler buda hüseyin gibi yiğit desinler bende şu bıyklarımı keserim nerdee hüseyin gibisi diyerek hüseyini göklere çıkarıyıdı, hüseyinde kurt boğma işinde sanki dünya şampiyonuymuş gibi üzerinde bir yiğitlik edası vardıki deme gitsin. yusup ağa bu dünyada dedi, eğer kurtlarla hüseyinin bi boğuşma yarışmasını düzenleseler ben inanıyorumki o kurtları neyder eder hüseyin boğar öldürür, eğerki bir madalyada takılacak olsa kesin kez o madalyaları hüseyin kazanır boynunada takardı, böylede bir oyun olmadığına göre, gel hele gel yanıma yeğenim diyerek hüseyini yanına çağırıp koynundaki iç cebinden çıkardığı yüz lirayı yeğeni hüseyine verdi, bak yeğenim farzetki bir kurt boğma şampiyonluğuna katıldın.79. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Say vede kurtlardan boğup öldürdüğünüz hariç hani diğer kurtlarıda kovaladınızya o yiğit itlerinle, bu parada sana madalya yerine hediyem olsun ananın ak sütü gibi harca, yarın o davarı olan davar sahaplarınıda bi göremde onlardanda sana mükafat alam diyerek yusup ağa son sözünüde noktalamış oldu. hüseyinde dayısı yusup ağadan almış olduğu paranın keyfiyle kalktı dayı sana bi şey diyemmi dediğinde dayısıda söyle yeğenim deyince bu verdiğin para için sana çok çok teşekkür ederim çok sağol dayıcığım dediğinde, dayısıda sende sağol yeğenim aldığın para helalı hoş olsun güle güle harca o para senin yiğitliğiyin mükafatı diyerek dayı yeğen hoş bi şekilde belli etmeden olsa'da birbirlerini taltıflıylardı, hüseyin hoşça kal dayı diyerek evden dışarıya çıkarken Alhasın kızı elifde hadi gardaş sağlıcakla kal Allah ırahatlık versin deyip ana oğul ikisi birlikte yusup ağanın evinden çıkıp kendi evlerine gittiler. o koca köyün içinde evlerde sokaklarda kahvede büyüklerin küçüklerin daha doğrusu bütün köyün dilindeydi hüseyinle o iki itin sekiz on tene kurtların hemi bir kaçını öldürmeleri hemi kalanları kovalamaları hemide az bi zaiyatla o koca sürüyü canlarını ortaya koyarak canla başla bir kahramanlık göstererek kurtlardan kurtarmaları hüseyini ve o iki itleri efsane etmişlerdi, hüseyin bir kahraman olmuştu, kahramanlık destanı bütün milletin dilindeydi en çokda genç kızların dilindeydi. hüseyinle kurtları bir peri masalına çevirmişlerdi, hüseyine yiğit adam mert adam diyerek gönlünden geçirenler bile vardı. bu kızlardan biride cüre mamoğun kızı yeterdi kendi davarlarında çoban olan kahraman hüseyinle daha çok ilgileniyidi acaba ne yapsamda hüseyini kendime bend edip arkadaş olsam diye hemi onun hesbını yapıyor hemide hüseyin gilin evlerine gelip Alhasın kızına ev işlerinde yardımcı oluyordu. gerçi tembelin kızı yeter her ne kadar Alhasın kızının geliniysede tembelin kızı yeter bütün işlere yetişemiyidi, cüre mamoğun kızı yeterde kendisinin Alhasın kızı gile gelip gitmesinden Alhasın kızına ev işlerinde yardımcı olmasından hiçmi hiç çekingenliği olmuyudu üstüne üstlük böyle yardımcı olduğu için birde menmun oluyudu, arada birde hüseyini yakından görüp iki çüt,de laf ettimi cüre mamoğun kızı yeterin keyfine diyecek yoktu sanki dünyalar kendisinin oluyudu, o evin dağlar kadar işide olsa yeter için vız geliydi, hemen kuş gibi bi gayretle o işlerin üstesinden geliyidi, çünkü keyfine diyecek yoktu keyfi bin beş yüz olmuştu, kendi davarlarında çobanlık yapan o kahraman hüseyinde bu işin farkındaydı amma davarın elinden evde kaldığıda yoğudu.80. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ah bi evde kala bilse oda yeter kızınan bir iki çüt laf edecek amma davar koymuyki sanki bir kuş gibiydi, yeter kızının kalbi gibi onunda kalbi pır pır ediydi, hüseyinde içten içe gizli gizli cüre mamoğun kızı yeteri sevmişti sevdalı aşıklar gibi onunda yüreğine kocaman bi ateş düşmüştü. ama ne hüseyin nede yeter kızı yüz yüze gelipde birbirlerine aşık olduklarını birbirlerini sevdiklerini daha söylememişlerdi bunlarınki gizli bi sevdaydı. aradan günler haftalar aylar geçmekteydi hala bir birlerine yüreğindeki aşklarını sevdalarını açamayan hüseyinle yeter, Alhasın kızının dam sıvayacağını duymuşlardı, bu dam sıvama işini birbirlerinden haberleri olmasada bu işi ikiside benimsemişti bu dam sıvama işi ikisininde işlerine yarayacağını ikiside bilmekteydi, yeter kızı eğer elif bibi gil damlarının üstünü suvadırlarsa bende heç durmam hemen gider elif bibiye yardım ederim hüseyinde orada olacağına göre hemi damın bahanesiyle hemi sıva bahanesiyle ikimizde bir arada oluruz biraz ben gayret ederim birazda hüseyin gayret ederse bu gizli aşkımızı eşgereye çıkarırız, inşallah hüseyinde o kadar salak değildir diye hayal kurarak içinden geçiren yeter kızı anasına bi gayretle ana ben komşunun kızına nasıl olmuş eksiği noksanı varmı varsa nerede diye şu danteli bi göstermde gelem diyerek evden çıktı komşusunun evine gideceği yerde yönünü hüseyin gilin evine doğru çevirdi, hüseyinin anası Alhasın kızı'da kapısının önünde oturuyudu, yeter kızı Alhasın kızının yanına gelerek iyi günler elif bibi nasılsın iyimisin dedikte sonra ben bir dantel yaptımda eyimi olmuş yoksa kötümü olmuş şuna bi bak hele deyip dantelini Alhasın kızına uzattı, uzattı ama Alhasın kızıda aman kızım ben ne anlarım dantelden mantelden sanki bizim zamanımızda dantelmi vardıki, eğer benim derdimi soracak olursan ben damın üstünü suvadacamda acaba nasıl ederik diye onu düşünüyüm hüseyin bayram depesinden biraz toprak eleyipde alıp getirse bende bir suvacı çağırırım bir ikide komşular gelir derken damı suvadır çıkarız deyince, yeter kızı için çırayınan arayıpda bulunmaz bir fırsattı hemen söze atıldı amaa elif bibi ben ne güne duruyum siz damı suvadacağınız günü benide çağır ben hemen koşa koşa gelirim diye elif bibisine yardım edeceğini söyleyen yeter kızın yüreğide bir kuşun yüreği gibi çarpıydı, Alhasın kızı sağol kızım sağol sana hemi yazık olur hemi eziyet olur sen daha körpeciksin dediysede yeter kızı yardımcı olmakta ısrarlıydı, Alhasın kızıda madem bu kadar ısrar ediysin damı suvadığımızda senide çağırırım yanıtını aldıktan sonra yeter kızı bir keyfinen kalkıp evlerine doğru yollandı yeter kızı kalkıp gittikten sonra tembelin kızı yeter kaynanası Alhasın kızı elifin yanına gelerek gız ana dedi kaynanasına.81. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ gız ana bu kız epeyden belli buraya gelip gediyi taki evimizin içine kadar girmiş durumda, bizim ne yaptığımızı ne ettiğimizi bu cüre mamoğun kızı hepisini tek tek biliyi bundan artık gizlimiz saklımızda kalmadı, peki gız ana aha sana soram sende düşün ona göre cevap ver bu yeter bize niye geliyiki, sebebi niyede geliyi sen biliyinmi yada biliyinde üzerinemi varmıyın hadi söyle hele diye, tembelin kızı yeter kaynanası elife böyle sorular sorunca, Alhasın kızı gülmeye başladı kız aferim sana gelinim sende saf biri değilmişsin bak kızım ben her şeyin farkındayım ama hele dur bizim yeterde bu işi anlayacakmı diye sana söylemedim, şimdi bu kız varya hüseyinin kurtlarınan boğuşması olduktan belli hüseyinin edirafında dönüp duruyu, zanedersem bu kız hüseyine abayı yakmış amma genede Allah her şeyin hayırlısını versin, hele bakalımki bu kız için hüseyin ne düşünüyü hüseyine sormadıkki bu kız için bize he'mi diyecek yoğusam yokmu diyecek bide ona sormak ilazım diyen Alhasın kızına gelini yeter ana ana herhalde hüseyinde bu kıza abayı yakmış geçenlerde ikiside birbirlerine bakışıp bakışıp gülüşüylerdi, bunların birbirine gönül bağı olmasa öyle bakışıp bakışıpda gülüşmezlerdi diyerek kaynana gelin birbirlerinin sözlerini tasdiklediler.gün kararmış akşam olmuş davarlar yaylımdan gelmişlerdi, davar sahipleri sütlerini sağmışlar kuzularıda serbest bırakarak emiştirdikten sonra hüseyinde davarı ağıla koyup eve gelmişti, anasına ana ben geldim ana, ben kurtlar gibi çok acıktım akşama ne bişirdin diyerek o koca havluda anasına sesleniyi hemide bir o başa bir bu başa gedip giliyidi, anasıda elinde bir sitilinen ahırdan çıkıp hüseyinin yanına gelerek ne diyin oğul, öyle ne bağırıyın sen diye söyleyince, hüseyinde ana gı bu gün azığım azıdı yetmedi hemide taa sülücoğlundan belli acım hemen ne bişirdiysen yemeğimi verde bi güzelce karnımı doyuram dedi, anasıda süt dolu sitili selenin altına koyarak gelini yetere seslendi yeter yeter hüseyinin yemeğini hazırlada otursunda yemeğini yesin herhalde o çok acıkmış uşakları beklemiyi o yesinde aradan çıksın hele uşaklarda geldimi daha sonrada uşaklarınan biz yeriz dedi ve oğluna dönerek hüseyin sen yarın davara gitme senin yerine birini bul yarınlıkda başakası gitsin, yarın sende kazmayı küreği alda bayram depesine git biraz toprak elede şu damın üstünü suvayak kış gelmeden bu işide aradan çıkarak oğlum yağmurlar başladımı dam eylece altına geçer vallaha beni duydunmu oğul dedi amma hüseyinden çıt çıkmıydı, Alhasın kızı aklı başıda arif bir osmanlı kadınıydı durumu hemen anladı.82. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Oğlunun suyuna göre gitmesini ve hemide konuşmasını biliydi onu yola getirecek lafları kafasının içinde kurarak hüseyin sen hemen toprağı elersen damı suvadığımızda cüre mamoğun kızı yeterde bize yardıma gelecek deyince, hüseyine bi ateş düşmüş gibi anasına ana ana ne duruyun kazma kürek nerede elek nerede getirde hemen gidem şu toprağı eleyip getirem dedi, anasıda sana böyle noldu oğul gıçına nişedir değmişler gibi yerinde duramaz oldun diyerek aslında oğluna takılıyıdı, amma hüseyin duyacağını duymuştu cüre mamoğun kızı yeterde yardıma gelecekti, anasının bu sözleri hüseyine bir keyf bir neşe vermiştiki, ama anasıda oğul şimdi karanlık çöktü sabah erkenden kalkıp gider toprağı elersin dedi, hüseyinde sabah erkenden kalkıp bayram depesine gitti hemen kuş gibi bi sürü toprak elemişti, kendilerinin bir eşeği vardı birde komşulardan eşek aldı onca elediği toprağı çar çabuk eşeklere yükleyip yükleyip eve getirdi. eğerki hüseyinin gönlü olursa tekeden süt bile çıkarırdı Alim Allah, elinden hiç bir işin kurtuluşu yoğudu aynen kutların kurtulamadığı gibi, toprağın getirilmesinin ertesi günü çamırı garmışlar dam suvanıyıdı, cüre mamoğun kızı yeterde gelmişti dam suvayanlara yardım ediydi dört beş sitil aşağıdan damın üstüne çamır götürünce yoruldu kaldı zaten canı cöreside yoğudu. hüseyin merdivenden dama çıkarken yeterde damdan inmeye çalışıyıdı amma yeterin ayağı tökeseyince doğruca hüseyinin kucağına düştü gerçi yeterin istediğide buyudu, yeter Allahtan bir göz istemişti amma Allahta yetere iki göz vermişti, ama bu arada hüseyinede Allah bir göz yerine iki göz vermişti, yeterin düşmesiyle hüseyinin karşılayıpda kucaklamasını sizde görseydiniz yıllarca aklınızda kalır unutamazdınız. zanederim yeterinen hüseyinde o düşme anındaki kucaklaşma durumunu ömürleri boyunca ikiside unutamazlar. zaten ne olduysa yakınlaşmaları o zaman oldu ikisinide bir aşk bir sevda sarmıştı içleri kıpır kıpır ediydi, yeter ufak tefek biriydi hüseyinse aslan gibi babayiğitti yeterin hüseyini bend etmek için belkide bilerek düşmesi bu durumuda bir fırsat bilen hüseyinde bir şahin gibi, bir kartal gibi yeteri havadayken demir pençeleriyle yakalayıp bağrına basması, yeterinde bilerek kendisini hüseyinin kucağına doğru atması, bunları hayretler içinde seyreden Alhasın kızının aklına ilk gelen düşüncesi ateş bacayı sarmış hemi bize hemide cüre mamoğ gile bu gidişle halt etmek düşecek, inşallah bu işin sonu hayırlı gelir diye düşünürken bide baktıki çamır bitmiş hemen oğluna bağırdı ula hüseyin hüseyin çamır bitti çabık çamır getir diyerek oğlundan çamır getirmesini istiydi.83. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bu dam sıvama işide yeterinen hüseyine yaramıştı, artık saklı gizlide olsa buluşmaya başalmışlardı, her ikiside buluşmalarına çok önem veriylerdi her şeyi inceden inceye hesplayıp hiç kimseye gözükmeden kuytu bir yerde bir araya gelip hoş sohbet ediylerdi, ikisininde hoşlarına giden en çok sevdikleri şeyde ilk buluştuklarında birbirine canı gönülden sarılmaları olmuştu bu gizli buluşmanın ardından birde tekrar ayrılırken bile birbirlerine sarılmaları olmuştu, ayrılacaklarını bildikleri halde ikisininde kolları kenetlenmiş gibi birbirinden ayrılmazdı kenetlenmişcesine sıkı sıkıya sarılırlardı, bazanda hüseyin aşka gelip öyle bi sıkı sıkıya sertce sıkarmışki yeterde ufak tefek olduğu için hüseyinin öyle sıkıca sıkmasına dayanamazmış işin içinde sevda ve aşk olunca hüseyinde nasıl sıkıca sıktığının kendisi bile farkında olmazmış, hüseyinin kollarının arasında yeterin nefesi kesilirdi, hüseyinde sevdiği kızın nefes alamadığının farkına varınca hemen kollarını gevşetir gönlünüde hoş etmek için yetere ciğerimin baş köşesi bilmeden seni fazlamı sıktımda nefesin kesildi deyince, yeterin cevabıda hemen hazırdı, senin şu güclü kollarıyın arasında nefesimin kesilmesini bir kenara bırak ben senin kollarıyın arasında ölsem bile umurumde değil yeterki ben senin yanında olam o bana yeter derdi, ve habire tatlı sözlerle birbirlerine cilve ederlerdi. bu aşk güzel bir uyum içinde sürüp giderken, bu sevdalılar bile farkında olmadan aradan haftalar geçmiş aylar geçmiş hatta yıl bile geçmişti ancak bu güzel aşk'da köyün içinde dillenmeye başlamıştı. her hangi bi yerde hüseyinle yeterin lafıda geçtimi şu iki sevdalılarmı derlerimiş, hemen hemen bütün köy duymuştu bu yanık sevdayı, bu yanık aşkı herkes duymuştu duymasına amma gel gelelim hüseyinle yetere onlarında hiçde umurlarında değildi, tabiri caizse hüseyinin deli coşluğuda varıdı, Eee birde iki tene itinen sekiz on tene kurtlarada karşı koyması hatta ve hatta kurtların çoğuyla boğuşarak öldürüp davarı kurtlardan koruması yiğitliğinin üzerine buda cabası oluyudu, işte hal böyle olunca köyde hüseyinle yeterin aşkına sevdasına karşı gelecek Allahın bir kulu karşı gelemiyi. amma bir gün hüseyinin aklı başına dank ediyi bu iş böyle olmaz diyi, köyün içinde büyükten küçüğe enikten cücüğe herkes ama bütün herkes bizim bu aşkımızı sevdamızı duymuşlar hiç duymayanda kalmamış diyerek birde cık cık cık çekerek başını sağa sola çevirip.84. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hemi köye karşı hemi köylüye karşı hemi benim ayleme anama mürtezeye hemi dayılarıma karşı ayıp oldu, hemidende en çoğunca kızın anasına babasına bütün hısım akrabalarına karşı çok çok ayıp oldu, bir an önce bu işi halletmeliyim diye düşünen hüseyin odada makatta oturarak elinde iğ eğiren anası Alhasın kızının yanına geldi, golay gelsin anaların anası Elif anam diyerek makatta oturan anasının yanına oturdu. hüseyinin bu halinden anası şıp diye anlamıştı, hüseyinin söylemediği gizli bir derdi varıdı yoğusam öyle durup dururken hüseyin gelipde yanıma oturmazdı diye düşünen anası oğluna dönerek oğul senin söylemediğin gizli bir derdin var galiba yoğusam böyle pisik gibi yanıma sokulmazdın benim bildiğim aslan gibi hüseyin kükreyerek gelirdi içeriye. de hadi de söyle derdini bakam belki bir mümkünatı veyahutsa bir kolay yönü vardır eğer kolay bir yönü varsa halledeceğimiz bişeyse hemen hallederim, eğer kız meselesiyse sen istedikten sonra bende gider o kız kimise kızın anasından babasından o kızı isterim deyince hüseyinide görülmedik bir keyf aldı, sen varya anaların anasısın benimde bir tene anamsın deyip anasının ellerine sarılıp sarılıp şapur şupur öpmeye başladı başını kaldırıp anasına bakarak he anam he gitde Allahın emriynen peygamberin kavliynen kızı anasından babasından iste, hele ben neyise kızcağız köyün içinde dilli düdük oldu gayrı kızın kapıya çıkacak yüzüde kalmadı, gerçi bana cesaret edipte köyün içinde kimse bir şey diyemiyde, eğerki köyün içinde herhangi biri kızı üzecek ileri geri bi şeyler desinler kıza, hemen gider o kim olursa olsun onu yakalar kurt boğar gibi boğarım Alim Allah diyerek havasınıda atan hüseyine anası bir güzelce sövdü anasının sövmesini dolu dolu duyan hüseyin sen söv ana sen söv senin sövdüğün yerdende vurduğun yerdende gül biter diyerek anasının boynuna sarılıp yanaklarından şapur şupur öpmeye başladı benim yiğit anam osmanlı kadını anam bu gün akşam gidecek oğluna kız isteyecek diye anasının bu günki günden dolayı gidip kız istemesinide böylelikle anasına söylemiş oldu. daha akşam olmamıştı Alhasın kızı elif cüre mamoğ gile gitti biraz oturduktan sonra kızın anasına ilayıklı yönüyle bu durum böyle bu hal bu vaziyet böyle diyerek durumu anlattı ve akşamada hazır olun kızı istemeye geleceğim dedi, ama aldığı yanıt hiçde hoş değildi, kızın anası Alhasın kızı elife, elif bacı bu gün cüre mamoğ sivasa ev tutmaya gitti buraya dönüp geldiğinde'de evimizi yükleyip sivasa göçeceğiz bu sebepten dolayı sana akşama buyrun gelin diyemiyeceğim kusura kalmayasın Alhasın kızı diyerek nazik bir şekilde geri çevirdi. Alhasın kızı elifin elini boş döndermişlerdi. bu işe yüzde yüz olacak gözüyle bakması ve sonunda eli boş dönmesi Alhasın kızına örenmişti. yüzü eşgimiş canı sıkılmıştı persengi kırılmış bir vaziyette evine geldi Alhasın kızı hayatında ilk defa böyle bir ters tepkiyle karşılaşmıştı Allah büyüktür helbette sizlerde görürsünüz diyerek hırslı hırslı başını sallıyıdıki.85. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alhasın kızı beklemediği bir anda oğlu hüseyini karşısında buldu, baktıki hüseyinde üzgündü ondada bi değişiklik hali vardı, onunda sanki persengi kırılmış moreli bozulmuştu, cüre mamoğun avradının, hüseyinin anasına söylediklerini yeter canı kadar sevdiği gence hüseyine hepisini bir bir aktarmıştı. anasının duyup işittiklerini artık hüseyinde duymuştu ve biliyidi, eve geldiğinde öfülüyü pöfülüyüdü hele dur bakam elmi yaman beymi yaman yakında görürler diyerek hayıflanıp duruyudu, hüseyin eve geldiğinde anasına ana bu iş böylemi olmuş diye hiç bir şeyde sormadı amma anasına bak ana ben seni bu ağ saçınla onların ayağına gönderdim ama niye gönderdim çünkü el hemi bizim için hemide onların için ileri geri bi şeyler demesinler diye seni onların ayağına gönderdim amma bizim düşündüğümüz gibi olmadı. bak yakın bir zamanda görecekler onlar, eğer benim adımda danamamikse diyerek hayıflanarak evden çıkıp gitti, anasıda oğlunun arkasından bakarak kendi kendine gız bu oğlan bir delilik yapmasında zaten delinin teki diyerek söylenip duruyudu. akşam olmuş ortalığa karanlık çökmüştü hüseyinde kızın evlerinin orada kıza önceki verdiği işareti gene verince, kulağıda dinide olan kız evde bu işareti bu sesi duymuştu kapıya çıkacak amma anası yanında her zamanki gibi gene bir yalana baş vurmalıydı dışarı çıkabilmesi için, gene bir yalan uydurmalıydı, anasına ana gı benim dantel yumağım komşu gilde kaldı accık oraya gidemde hemen alıp gelem dedi, anasıda kızım oraya gittinmi orada saatlerce oturup eğleşme dantelinmi dantel yumağınmı hemen alıp gerisin geri dön gel diyerek kızını sıkı sıkıya tembehliyidi, kızıda gız ana uzun uzadıya saatlerce niye oturam orada dantelimi alıp hemen geri dönerim diyerek evden gec kalmışcasına bir hızınan çıktı, evden çıkar çıkmazda her zamanki buluştukları yere koşup sevdiği adamın yanına geldi, el ele tutuşup sessiz sakin bir müddet öylece bir birlerinin gözlerine bakıştılar mahsun bir vaziyette kala kaldılar sanki bir suç işlemişler gibi, daha sonra hüseyin sevdiğine sarılarak sessizliği bozdu, seni kaçıracam sevdiğim seni kaçıracam deyip duruyudu böyle olmasını biz istemezdik amma ne yapam bizim kaderimizde böyleyimiş demekki diyerek sevdiği kıza dertleniyidi. hüseyin sevdiği kızın taa gözlerinin içine bakarak benimle kaçarmısın gız diye kızın fikrini soruyduki sevdiği kızda hüseyinim eğer sen beni kaçıracaksan bende sana seve seve kaçarım diyerek hüseyinin yanmış yüreğine bir nebzede olsa soğuk su sepip yüreğini soğuduydu, bu sözler hüseyin için duyacağı en güzel sözlerden biriydi hemen sevdiği kızın boynuna sarılıp öylece kala kaldılar, epey bir müddet geçmiştiki, yeter hüseyine ben senin yanına gelebilmek için komşuda dantelim kaldı diyerek anama yalan uydurdum zoraki müsade aldım ama burada geç kaldığım için anam komşuya gider miderde yalanım ortaya çıkar hadi sen gitde bende eve gidem diyerek hüseyini oradan savdı hüseyinde oradan giderken kıza sen kaçacakmış gibi her an hazır ol ummadığın bir anda seni kaçırabilirim diyerek iki aşık zorda olsa bir birinden ayrıldılar, anasıda bu kız bi dantel yumağına gitti amma aha ne zamandan belli daha gelmedi şimdi ağzını açmış onlarınan laflıydır diyerek kızına bakmak için kapıya kadar çıkmıştıki komşuya gidede kızına baka, yeter kapının ağzında anasının kendisine bakmak için dışarı çıktığını görünce hemen yüreği horp etti içindende tamda zamanında ayrılmışız diye düşünürken anasınada one ana nereye gidiyin böyle diyerek anasına sesleniyidi, kızını duyan fıkara anasıda kaç saattır ne duruyun kızım diye kızına çıkışarak kadıncazda geri dönüp ikiside birlikte içeriye girdiler yeterde neydem ana oraya gittimki onlarda çay içiylerdi bir bardakda çay bana verdiler bende o bir bardak çayı içtim demekki ondan gec kaldım ama işte aha geldim ana diyerek ufak bir yalanla bu gec kalma olayını örtbas etmeye çalışıyıdı.86. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Aradan üç dört gün geçmişti sonunda cüre mamoğda sivastan geldi her şey güllük gülüstanlıktı yeter sitilleri koluna takmış köyün oyun yerindeki pınarına herkes gibi suya gidiydi tam celil alöv gilin kapılarının oraya kadar gelmişti. çünkü onların yolu alöv gilin kapılarının önünden geçiydi, demekki bu arada hüseyinde kızı takip edermiş kızda tam celil alöv gilin oraya geldiğinde hüseyin kızı kucaklayıp onların içeriye soktu ama kızda bilinçli olarak kapıya iyice yanaşmıştı çünkü kaçacağını biliyidi kız numaradan bağırıp çağırsada kollarındaki su sitillerinide kaldırıp bir kenara atmıştı, kaçan bu iki aşıklara yardımcı olmak amacıylada celil alövün karısı filik bu iki sevdalı kaçan aşıkları evin taa samanlık tarafına kadar ola bildiğince gerilere saklamıştı. pınara suya gidipde hala eve gelmeyen kızlarının gocaya kaçmış haberi evelerine çabuk gelmişti, çüre mamoğun kızı yeter danamamik hüseyine kaçmıştı bu laf cüre mamoğ gili bırak goca köyün içinde dilli düdük gibi hemen duyulmuştu. cüre mamoğda kızının kaçtığını duyunca şikayetci oldu karakoldan candarmalar gelerek oğlanınan kızı alıp götürdüler, kız tarafıda kızı kandırarak hüseyin beni zoraki kaçırdı diye mahkemede öyle ifade verede hüseyin mahküm ola, amma Alhasın kızı bu hiç boş dururmu Alhasın kızı bir taraftan oğlu mürteze bir taraftan hatta mürteze bir çift'de kıza bilezik almış hemen kızın koluna takmışlar, mahkemede hüseyin beni zorunan kaçırdı fikrinden vaz geçirmişler, karakol komutanıda yarınki mahkemeye gitmek şartıyla kızı babasına teslim ediyi hüseyinde o günü karakolda kalıyı, ertesi günü candarma nazareti altında kız ve kız tarafıyla oğlan ve oğlan tarafı malatyaya mahkemeye giderler, cüre mamoğ gil kızlarından ve kendilerinden emin bir şekilde olarak dertleri gayeleri oğlanı içeriye attırmak mapis ettirmek, bunuda açık açık Alhasın kızına söylüyler, cüre mamoğda Alhasın kızına, Alhasın kızı siz görürsünüz mahkemede birde oğlunu godese dıktıramda diyerek Alhasın kızı gile göz dağı veriydi . Alhasın kızıda oşt köpek sen kimsinki benim oğlumu godese dıktıran eğer yiğitseniz bana bu konuştuğunuzu birde oğluma söyleseneniz sizi kurt boğar gibi boğa hemide bütün sülalenizi boğa diyerek kız tarafıyla oğlan tarafı bir birlerine ileri geri laf atıp duruylardıki içeriden çıkan mübaşir yusuf oğlu hüseyin aslan, mehmet kızı yeter özdemir diyerek candarmaların nezaretinde olan her iki sevdalıları hakimin huzuruna çağırdı, kız tarafıyla oğlan tarafıda mahkeme salonuna girdiler, hakim kimlik tesbiti yaptıktan sonra sorgulamaya başlarken, cüre mamoğ hakim bey bunlar zorunan kızımı kaçırdılar ben bunlardan davacıyım diyerek ayağa kalkınca, hakimde sana soru sormadım otur yerine bakam ben soru sormadanda bir daha böyle konuşursan seni dışarıya atarım diyerek uyarıda bulundu ve dönüp söyle kızım bu genç seni zorakimi alıkoydu yani zorunanmı kaçırdı diye sorunca ayakta dineli vaziyette duran kız sağa sola baktı dönüp anasına ve babasına baktı ve hakime dönerek cık etti hakim bey kızın bu cık etmesinin manasını biliyordu kızın ne demek istediğini anlamıştı. kızın cık'ından sonra salonda fis koslu konuşmalar ve uğultular oluştu. bu kargaşayı bastırmak için hakim susun susun diyerek milleti sükunete davet etti. hakim kıza dönerek bir kere daha sordu aynı soruyu, yalnız bu sefer cık demeden söyle bu genç hüseyin aslan seni zorakimi kaçırdı deyince yeter kızı gene sağa sola baktı döndü anasına ve babasına bir daha baktı ve hakime dönerek hakim bey bu genç hüseyin aslan beni zoraki kaçırmadı, aslında ben onu sevdiğim için yakasından tutup alıp kaçırdım hatta filik bibi gilin evlerindeki ta samanlığa kadar götürdüm içeri soktum deyince ordakilere bi gülüşme düşerek hakimde tamam kızım tamam anlaşıldı deyip hüseyinide sorgulamaya gerek görmeyip bu iki kaçaklarında yaşlarının uygun olması sebebiyle evlenmelerinde her hangi bir sakıncanın olmadığına karar veren hakim bey her iki tarafıda barıştırmak suretiyle mahkemeyide tatlı bir sonla noktalamıştı, daha sonra her iki tarafta gönül rızalığıyla düğünlerini yaparak bu iki sevdalıları everdiler.87. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Harmandanın evi iki katlıydı, bizim oralarda iki katlı evlere konak derlerdi harmandanında bir konağı vardı, alt kattaki evi üst kattan geniş olduğu için üst kattaki evden dışarı çıktınmı ön tarafta geniş saha gibi bir meydanlık vardı, ve bu meydanlık yer olabildiğince geniş olduğu için doğu tarafına güneşin vurduğu yere harmanda birde sedir koymuştu sedirin üstüne birde yolluk sermiş yolluğunda üstüne minderleri koymuş sırtını yaslamak için yüzü çiçekli yastıklarıda sıralı sıralı dizmiş kendiside ağa olmasa bile bir ağa gibi sedirin üzerine kurulmuş oturuyu, amma halinede şöyle bi baktınmı hayallere dalmış gitmiş bir vaziyette gibiydi, sanki bir filim şeridi gibi belliki aklından bütün hayatını gelmişini geçmişini seyrediyi, harmadanın erkek kardeşi yoğudu üç tane bacısı vardı demekki bacılarını ve onların çocuklarını düşünebilirdi diye bizde öyle düşündük buda onun doğal hakkıydı. bacısının birinin çocukları sivasa göçmüşlerdi, memiş'inen sadık köyü terk ettiler ta sivasa garip gurbet ele gittiler, göçüp gittiler amma orada onların durumları vaziyetleri nasıldır, iyimidir kötümüdür şimdilik ne bilen var nede onlardan bir haber getiren var diye yeğenlerini düşünen harmanda tam bir osmanlı insanıyıdı, harmanda ava gitmeyide çok severdi, tüfeğini dalına astımı çeker giderdi dağlara, günlerden bir gün yanına vardık harmanda emmi senin üstüne senin gibi bir avcı daha yoktur şu köyde hemide şu dağlarda ovalarda, kurbanın olam harmanda emmi avcılıktan hele bi anlatta çok çok merak ettiğimiz şu avcılığını bir güzelce dinleyek dedik ve attığını gözünden vuran şu dağların yiğit avcısı harmanda emmiye sözü bıraktık, harmanda emmide çocuklar hoş geldiniz safalar getirdiniz, mademki israr ediyniz öyleyse size avcılığımdan anlatayım amma benim avcılık maceram bir tene değilki bin bir tene genede sizlere birini anlatayım. benim gençliğimin zamanında adam boyu hatta dam boyu kar yağardı, kapıların önünü tez tez temizlerdikki kapılar rahat açılıp rahat kapana diye, sağa sola gidip gelmek içinde kendimize bir cılga açardık işte o cılga bizim yolumuz olurdu o cılgadan gidip gelirdik. bir kış günü gene böyle anlattığım gibi lapa lapa karlar yağmıştı gene kapılar bacalar karınan tutulmuştu, ev sahapları gece yarıları eğer kalkıpda ara sıra kapılarının önünün karını sıyırdıysa işte o evlerin kapıları bacaları kapanmazdı, yoğusa diğer evlerin arkası önü kapısı bacası kardan kapalı olurdu. ben her daim aşşadaki evinde bu yukarınında karını kürür temizlerdim, benim yolum yolağım her zaman açıktı, öyle gün oluyduki köylüler sabah kalktığında bi bakarlarki dağlar gibi kar yığınlarıyla karşılaşmışlar, küreği eline alan sıyırgayı damına çıkaran bi kar mücadelesine girerlerdi, damlarının üstünde olsun kapılarının önünde olsun ha babam de babam kar makinesi gibi kar temizlerlerdi. bende çakar almaz tüfeğimi dalıma asar ver elini dağlara artık önüme ney gelirse keklikmi dersin davuşanmı dersin dilkimi kurtmu dersin bazanda önüme domuz çıkardı çekerdim tüfeğimi oss saat onu oraya devirirdim, gene bir gün evden çıktım güvendikten ağrı dolaşa dolaşa ordanda sarsabın üst trafından tunelin üstüne geldim geldimki ne gelem sarsaplılarda keklik sürüsünü ürkütmüş kaçırmışlar, benimde gözlerim dört dönüyü hemi karada hemi havada sağı solu öyle bir kolaçan ediyimki havayada bi baktımki üzerime doğru bi keklik sürüsü uçarak öyle geliyki elini kaldırsan varya hepisini tek tek tutarsın hemen oradada bizim evsinimiz vardı bende hemen çarçubuk o evsinin içine girdim daha doğrusu kamufulaj oldum kendimi sakladımki keklik sürüsü beni görüpte ürkmesinler diye, sürü uçarak geldi benim üzerimden geçerek biraz ileriye açık alana kondular,daha yeni yağmış olan karda öyle yumuşakki o kara konan kekliklerin bir daha ordan kalkacak mecallerimi kalır oradan daha kalkamazlar çünkü konan keklikler kara saplanıp kalıydı oraya konan keklik sürüsüne bir çocukda gitse o keklikleri yakalardı karın yumuşaklığından geç zaten hayvanlar yorulmuşlar hemide ıslanmışlardı, yani geri kalkıpda uçacak halleri kalmamış bir keklik sürüsüyle karşı karşıya kalmıştım ve kendi kendime harmanda daha duracak zamanmı dedim hemen koştum kozadan pamuk toplar gibi karın üstünden keklik topladım tek tük bir iki tene keklik uçtuysada bende o günkü ava getmemde on onbeş tene keklik yakalamıştım.88. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Çocuklar biliyormusunuz o kadar keklikleri tuttuğumda o kekliklere bir tüfek dahi sıkmama gerek kalmamıştı. ben keklikleri yakaladıktan sonra sarsaplılar dostallılar karacalılar bütün çevre köylerin ava gelen avcıları benim keklikleri yakaladığım yere geldiler amma hepiside havalarını aldılar çünkü yakalanacak keklikleri ben yakaladım diğerleride uçup kaçmışlardı, o uçup kaçan kekliklerin ne tarafa doğru gittiklerini o gelenlere tarif ettim daha sonra ben köye doğru onlarda bir umutla kekliklerin uçtuğu yöne doğru kör pişman olarak gittiler. daha akşam olmamıştıki ikindi vakti ben geri eve geldim, omuzumda koynumda kucağımda hep keklik doluydu, eve geldikten sonra bu keklikleri bir güzelce yüzüp temizledim emey bibinizde hamır yuğurdu bir güzelce keklik kömbesi yaptı bir kısım kömbeyi komşulara saldık diğer kömbeleride ağzınıza ilayık güzelce bir iştahla biz yedik diye sözünü bitiren harmanda emmiye yediğiniz kömbeler helalı hoş olsun ama bu anlattığın avcılık hikayesi bizi doyurmadı bizim için az oldu deyip harmanda emmiye hikayesinin tatlı bir hikaye olduğunu rica ederek mümkünse bir hikaye daha anlatmasını istedik oda bizi kırmayarak bir av macerası daha anlatmaya başlamıştıki dış kapı güm güm güm diye çalmaya başladı harmanda emmi gidip baktıki kapyı çalan yeğeni isakdı harmanda emmide gel yeğenim gel bak üşümüşsün geç içeriyede hemen ısın diyerek eve buyur etti ve hoş geldin yeğenim diyerek ev sahipliliğini gösteren harmanda emmiye yeğenide hoş bulduk sağol dayı diyerek dayısının elini öptü, harmanda emmi yeğenine bu saatte hayırdır yeğenim diye sorunca, yeğeni isakda hayır dayı hayırda bana canlı bir keklik ilazım sivasa bizim memiş gile salacam, aslında bu isteklerini sana salmışlarda sivastan gelen adam bi aceleynen malatyaya gittiği için seni görememiş beninende tesadüfen karşılaşıp memiş gilin keklik istediklerini bana söyledi, bende yarın öylen vakti o adamla yazıhanda buluşup görecemki trene binmeden önce kekliği o adama veremde ala memiş gile götüre işte hal vaziyet böyle ancak sendede keklik varmı yokmu onuda bilmiyim dedi. harmanda emmide hele şu yeğenimin dediğine bak ben harmanda olam hemide avcı biri olam benimde evde kekliğim olmaya öyle şey olurmu yeğenim aha şu içeride bir sürü keklik var içeriye gir memiş gile bir keklik yerine iki keklik al birde senin için keklik al diyerek yeğeni isakada bir güzelce cest yaptı. isak'da o içeriye girip üç tane keklik alıp koynuna koyduktan sonra dayısına çok sağol dayı deyip elinide öperek çıkıp evine gitti. biz gene harmanda emmiyi ikinci hikayesinin başından tekrar başlamasını sağladık. harmanda emmide avcılık hikayesine şöylece başladı, çocuklar gene bir kış günüydü öyle bir kar yağmışki sanki dam boyu o zamanlar öyle kar yağardı şimdiki karlar karmıki sanki, köylünün hemen hemen hepisi kapılarının önünü açıylar damlarının üstüne yağan karları kürüyüler, yani anlayacağınız çarşıya gayfeye tükanlara yada bir gomşuya gitmek için daha açıkcası günlük hayatlarını yaşamaları için damlarının üstündeki karları temizliyler ve gidip gele bilecek bir cılga bir yol açıylar. ben ise geceden kalkıp hemi damın üstündeki karı kürüdüm hemide kapının önünün karını temizledim sabahda olduğunda gene çakar almaz tüfeğimi dalıma astım evden çıkıp yolu elime aldım ha şura senin ha bura benim derken o gördüğünüz karlı dağları ovaları gezdim durdum yahu o kadar gezdimde Allah için vuracak yada tutacak bir keklik yada bir davuşan ne vura bildim nede tuta bildim sadece kırkların derede bir tene keklik tuttum oda yolunu şaşırıpda önüme gelip düştü demekki ondan tuttum. bende öyle yorulmuşumki genede ufak ufak adımlıyım, kendi kendimede aha devriş Alinin bağına az kaldı deyip dururken şöyle depenin sırta doğru bi baktımki dilkinin biri oda tin tin tin yürüyü çektim tüfeğimi nişan alıp sıktım amma değmedi dilki geçti devriş Alinin bağı tarafına bende sıçırayıp aştım depeyi devriş Alinin bağına doğru yaklaştım, yahu gençler benim gibi biri nişan almadan attığını vuran biri bir tilkiyi vuramamıştı morelim bozuldu canım sıkldı, kendi kendime yok dedim ben bu dilkiyi vuracam dedim, bir müddet dilkiyi aradım bulamadım daha sonra çalıların arasında bir çıtırtı duydum birde baktımki gene o dilki izini takip ettimki bahçanın çalılardan geçmiş yüz metire yan tarafımdan oda benim hizamda tin tin tin gidiyi gene çektim tüfeğimi tam sıkacaktımki birde ne görem dilki beyaz bir gelinlik giyinmiş karşımda güzel bir gelin gibi duruyu Bismillahirrahmanirrahim ya Bismillah ya Allah dedim amma irkildimde.89. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Birde esdafur tövbe çektim tüfeğimi sıkmadan geri endirdim ben yürümeye başladım dilkide yürümeye başladı diye anlattığında. bizde bu arada harmanda emminin korka bileceğini düşünerek gayri ihtiyari olarak lafa söze karışmaya yada şöyle diyem müdahale etme gereğini kendimizde hissettik ve harmanda emmiye şöyle bir soru yönelttik harmanda emmi müsadenizle deyip sözü biz aldıktan sonra, sen o tilkiye tüfeği sıkmak için doğrulttuğunda senin gözüne öyle bir hayal gözükmesin yada sen bilmeyerekde korkmuş olmayasın deyince, oda bize bire çocuklar benim ömrümün çoğu yazıda yabanda dağda bayırda gece demedim gündüz demedim dolaşarak geçti, ben şimdiye kadar binlerce keklik yakaladım bir sürü kurt olsun dilki olsun haklarından geldim şimdi durup dururken bu korkma işide nereden çıktı, yok yok şimdi bu korku lafını bırakalımda dilkiye gelelim ben yürüyüm o yürüyü bir kere daha tüfeğimi dilkiye doğru doğrulttum ana o ne dilki gene başı duvaklı bir gelin gibi karşımda duruyu, bir müddet tüfeği nişan aldığım gibi durdum durdum oda karşımda gelinlik giymiş bir gelin gibi duruyu hiç kıpırdamıyıda derken tüfeğimi endirdim, Allahım sen benim aklıma mukayyet ol diyerek yoluma geri devam ettim, bundada bir hayır var diye dilkiyide vurmaktan vaz geçmiştim yolda giderken aklıma geldi tekrar dilkiye bi bakam dedim dönüp baktığımda dilkinin yerinde yeller esiydi ondan sonrada dilkilere daha tüfeğimi çekmedim ve bir daha tüfeğimi doğrultmayacağıma yemin and içtim. işte çocuklar o günkü avımın avı bir keklikti birde hayelmiydi gerçekmiydi o dilki macerası oldu dedikten sonra bir hayale daldı öylece durup dururken emey bibi harmanda harmanda diyerek seslenince emey bibinin sesine irkilerek derin bir uykudan uyanırcasına uyandı ne diyin emey ne diyin diye karşılık veren harmanda emmiye, emey bibide şu kömbeyinen şu çaydanlığı alda o çocuklar şimdi acıkmışdır biraz bişeyler yesinler bari, sende biliysinki avcıların lafı sözü mavrası çok olur, avcılar bir hikayeyi anlattıklarında hikayenin birini unuturlar bir diğer hikayeye başlarlar, senin ise avcılığın olsun anlattıkların olsun hepisi doğrudur ama seninde o avcılar gibi av hikayelerin hiç bitmez bitmediği gibide o misafir gelmiş çocuklarda aclıktan bayılacaklar deyip harmanda emmiye şakadan olsada postasını koyuydu. nihayet çay geldi kömbeler geldi kömbede keklik etinden yapılmış ağızlara layıktı bizde bir güzelce kömbeyinen acıkmış olan karnımızı doyururken üzerinede bir güzelce çayımızı yudumlayarak harmanda emminin anlattığı avcı hikayelerinin keyfini çıkarmaya çalışıyıdık. dayısı harmandadan kekliği alan isak ertesi günü ahırdaki eşeğini çıkarmış yeni yaptırdığı palanınıda hayvanın sırtına vurmuş birde keklik kafesi ayarlamış kekliğide kafese koymuş bindi eşeğine ço ço ço diyerek düştü yazıhanın yoluna, o kafesdeki kekliği sivasa giden o adama verecektiki o adamda sivasa gittiğinde isakın teyzesi oğlu memişe vere. memiş dayısından bir keklik istemişti ama dayısıda memişe iki keklik yollamıştı biri memişe diğeride sadığa, bir gafesde iki keklik vardı ama gafesde iki kekliği alacak kadar büyüktü. isak yazıhana vardığında sivas treninin yazıhandan geçmesine daha bir saat vardı, eşeğini bir kenara bağlayarak sivasa gidecek adamı beklemeye başladı, malatyadan sivasa gidecek tren gelmişti yazıhanda durakladı demekki o adamda isakı gözetlermişki vagonun camından ağrı aşağıya isaka doğru isak isak diye bağırmaya başlamıştı bu sesi duyan isakda adamın yanına gelerek keklik gafesini adama verip bir müddetde sohbet ettikten hemide teyzesi oğullarınada selamlarını saldıktan sonra trenin kalkma saatide gelmiştiki hareket memuru düdüğünü çalmaya başladı bu düdüğe karşılık trende düdüğünü çalarak sivasa doğru ağır ağır haraket etti o adam trenin içinde trenle birlikte sivasa doğru isakda eşeğine binip ço ço ço diyerek fethiyeye doğru her ikiside yol alıp gittiler .90. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Her evin bir ihtiyacı olduğu gibi her tarlanında bahçeninde bir ihtiyacı vardı, Arap oğlu cüme malatyaya gitmişti hemi evinin ihtiyaçlarını ala hemide bahçedeki ağaçlara ilaç ala, çünkü ağaçların yaprakları bıuruşuyu hiç bir verimide olmuyudu, arap oğlu bu gidişinen bahçaları elden çıkaracaz, eğer böyle giderse bir iki seneye kalmaz bütün ağaçlar kurur, zaman geçirmeden elimizi çabuk tutmalıyız, hemen ziraata gidip bu ağaçların derdini söyleyip bir an önce ilaçlarını alıp bütün bahçayı ve hemide bütün ağaçları ilaçlamalıyık diyerek malatyaya vardı, varır varmazda hemen koştu ziraata doğru. köylük yerden sabah erken çıktığı için saat yedi der demez şehere varmıştı saat sekiz der demezde ziraatın önündeydi, amma ziraat henüz daha açılmamıştı, açılmasınada az bir zaman kalmıştı. ziraatin yan tarafında gayfe vardı arap oğlu, ziraat açılana kadar gayfede bir çay içem diyerek gayfaye girdi bir bardak çay ısmarladı çayını içerken gayfenin camından ziraat'e doğru baktıki ziraate girip çıkanlar var, onları görünce anladıki ziraatte açılmıştı, nihayet açıldı diyerek çayın parasını gayfeciye ödedikten sonra gayfeden çıkıp ziraat mühendisinin kapısına kadar geldi, kapı açık olduğu için içerdeki mühendis bey arap oğlunu daha doğrusu kapıda birinin olduğunu görünce içeriye buyur etti, arap oğlu başındaki şapkasını çıkararak mühendis beye tanrı selamınıda vererek içeriye girdi, tanrı selamını alan mühendis beyde arap oğlundan derdini sordu, arap oğluda bahçasında ne kadar ağaç varsa yapraklarının buruştuğunu, ağaçlarının çiçek açmaktan dahi kesildiğini ve ağaçların verimsizleştiğini, bir iki seneye kalmaz bütün ağaçların meyve dahi veremeyeceğini ve aynı zamanda kuruyacaklarını, ne yaparsan sen yaparsın düşüncesiyle yanına kadar geldiğini bütün umutların kendisinde olduğunu bir bir anlattı, mühendis beyde efendi ve saygılı bir bey efendi olduğu için, arap oğlunun bu söylediklerini sonuna kadar dikkatlice dinliyerek, ağaçların hastalıktan kurtulmaları için ne yapabileceğini nasıl bir müdahale edeceğini düşünüp ve ağaçlara hangi ilaçları atacağına karar veren mühendis bey, arap oğluna dönerek ağaçların bu dertten kurtulması için elimizden geleni yapacaz, ancak ben senin derdinin tamamını dinledimde amca senin ismin ney sizin köyünüz neresi hiç söylemedin diye sorunca. arap oğluda beyim benim ismim cumali yılmaz ancak arap oğlu cüme dersen beni öyle tanırlar dedi, mühendis beyde tamam anladım cüme emmi biz ekip olarak bu gün burdan çıkıp köy köy bahçeleri teftiş edecez, senin bahçenin derdini ağaçların ve yapraklarının buruşarak hasta olmasıda tarafımızca öğrenilmiş bulunmaktadır, bu gün birazdan burdan çıkacaz senide yanımıza alalım hep beraber sizin bahçeye gideriz ağaçlara yapraklara bakarız derdi çaresi neyise ilaçlarınıda size veririz bizim tarif ettiğimiz gibi sizde ilaçlarını atarsanız seneye inşallah hastalık falan kalmaz dedi. arap oğlu mühendis beye dönerek beyim saat tam kaç gibi buradan çıkarız ben ev için biraz bişeyler alacamda diye sorunca, mühendis beyde cüme emmi saat on gibi burada ol deyince, arap oğlu saatına baktıki saat daha dokuz olmamış o zaman ben gidem dedi ve mühendis beyin odasından çıktı arap oğlu odadan çıkınca mühendis beyde tekrar arkasından seslendi cüme emmi saat on gibi burada olki hiç beklemeden hemen çıkıp gidek dedi, arap oğluda tamam mühendis bey tamam diyerek bir aceleynen çarşıya doğru gitti zaten çarşıda yakındı, eve alacakları öteberilerde oralarda mevcuttu. arap oğlu bir kaç kerede kardeşi mıhdar ahmetle bankaya gitmişti hemi bankanın müdürü hemi bankanın bekcisi mıhdar ahmet'i tanıdıkları gibi olmasada azda olsa arap oğlunuda tanıylardı, arap oğlu çarşıda bankanın önünden ağrı geçerken banka müdürü görmüş hemide tanımış bekcisine şu giden adam arap oğlu cüme çabuk onu bana çağır der, der demezde bankanın bekcisi bir koşuşturmayla arap oğlunun arkasından cüme emmi cüme emmi diye seslenmeye başlar, başlar ama yoldan gelip geçenlerde acaba bankada bir şeylermi oldu diye hemi bekçiye bakarlar hemide arap oğluna şaşkın şaşkın bakamya başlarlar.91. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Derken arap oğlu kendine seslenildiğini duyunca durdu bekcide yanına gelerek cüme emmi sen bankanın önünden geçerken bizim müdür bey seni görmüş, bana emir vererek acele cumali yılmaz'ı çağırda buraya getir dedi, bende koşarak çıktım ardın sıra o kadar bağırmama rağmen ancak eşittirdim sana. yoldan geçenlerde bişey varmış gibi zannediyler hele baksana bize nasıl şaşkın şaşkında bakıylar. bunların bu şaşkın şaşkın bakışlarını boş verekde, hadi bankaya gidek hele müdür bey sana ne diyecek dedi ve ikiside bankanın kapısından içeriye girdiler, arap oğlu müdür beyin odasına geçerek buyur müdürüm beni emretmişsin diyerek kendisini niye ve ne için çağırttığını sordu, müdür beyde estafurullah benim ne haddimeki sana emredem sadece sana ricam olur, arap oğlu rican başım üstüne buyur söyle müdür beyim dedi ve müdür beyde söze şöylece başladı bundan bir ay önce kardeşin muhdar ahmet bizim arkadaşın gamıyon acentasında bir gamıyona yazılmıştı birazda bizlerin gayretiyle olmuş olacakki başkasının sırasına çıkan gamıyonu muhdar ahmet'e çıkmış gibi gösterdik, köye gittiğinde bir zahmet muhdar ahmet'e söylede gelsin gamıyonun mamele işlemlerini yaptırsın vede gamıyonu teslim alsın, müdür bey arap oğluyla böyle konuşurken bankanın hademeside çaylarını getirmişdi, müdür beyle arap oğlu karşılıklı hemi çaylarını yudumladılar hemide bahçedeki ağaçlara düşen hastalıktan lafladılar çaylarınıda içtikten sonra arap oğlu müdür beyden müsade isteyerek bankadan ayrıldı, bir aceleyle malatyanın altını üstüne getirmişti o kadar az zamanda alacaklarının hepisini almıştı, ziraat mühendiside tenciye gelecek diye akla gelmedik öte beri almıştı yok yoğudu olmayan bir yılanın ödüyle kuşun sütüydü, oradan hemen bir hamal çağırdı hamalın dört tekerlekli arabasına öteberiyi koydular ver elini ziraat, ziraate varıncada baktıki mühendis beyde kendisini bekliyi, mühendis arap oğlunu görmüştü ve cüme emmi eşyalarını aha oraya endirde, şöför arabayı almaya gitti gelsinde binip gidek, senin şu bahçeleriyin ağaçlarınıda bir görek hele derdi neyimiş derdini bi öğrenekde sonrada ne gibi bir müdahele edilecekse bizde ona göre müdahale edek hemide ona göre ilaçlama yapak diyecektiki mühendis daha sözünü tam bitirmeden binip gidecekleri ziraatin arabası mühendisin yanına kadar gelmişti, mühendis beyde şöföre işaret ederek cüme emminin yanına kadar arabayı sürdürdü, eşyaları getiren hamalda eşyaları kuş gibi ziraatin pikabaının içine yükledi, cüme emmide hamala iki lira yerine üç lira verince hamal bir keyfinen bir zevkinen üstüne üslük birde türkü söyleyerek tablasını sürüp gitti. mühendis beyinen bir mühendis arkadaşı daha geldiler hepiside pikaba binip uc bağlardan ağrı hanımın, çifliği aşşaşeher, kırgöz derken asfalt yolu bitirip toprak yola düşmüşlerdi, zaten o yoldan yirmi dört saatte ya bir araba yada iki araba anca geçerdi niye böyle az araba geçerdi çünkü piyasada araba yoğudu, pikap toprak yola düşünce arkalarında öyle bi toz bulutu oluştuki, önceleri bir ip gibi gözüken tozlar ardından genişleyerek hemen dağılıyorlardı, tarlalarda çalışan ırgatlar hemi pikabın sesine hemide pikabın arkasında bıraktığı o toz bulutuna bir müddet bakışıyılar daha sonrada ellerinde çapası olan çapasıyla küreği olan küreğiyle işine devam ediyordu, belkide o günü o pikabın hayaliyle geçiriydi belkide hayatında ilk defa bir pikap görüylerdi, yıkık hana vardıklarında şöför durdu bana bir iki dakika müsade edin ufak bi ihtiyacım var onu görem deyip pikaptan endi şöför enince mühendislerde endi herkes enince cüme emmide endi anlaşılan hepisininde ufak bir ihtiyaçları varımış, herbiri çökerek ihtiyaçlarını gördüler tekrar arabaya binerek şöförde ne arabayı nede içindekilerini incitmeden taki aşşağı tenciye kadar sürdü aşşağı tenciye vardıklarında suyun başında pikabı durdurdu hepiside pikaptan inerek tozlanmış olan yüzlerini gözlerini suyunan bir güzelce yıkayıp temizlendiler.92. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Şöförün birde su kovası varımış, kovayınan suyu alıp alıp pikabınıda bir güzelce yıkadı, cüme emmi geri kalan sözlerine şöylece devam etti, şöför pikabını yıkadıktan sonra bende şöföre gidip duracağı yeri tarif ettim ve mühendis beyleride yanıma alıp yaya olarak önce bahçelere vardık bir iki saat içinde tencideki bütün bahçeleri gezdirip hasta olan ağaçları buruşmuş yaprakları bazı ağaçların dallarının kuruduğunu bir bir tek tek hepisini gösterdim, mühendis beylerde ağaçları bir bir gözden geçirip ona göre hastalıklarını not alıp yazdılar, eve geldiğimizde şöför pikabı kapıya yanaştırmıştı bile, bende daha önceden çocuğunan eve haber salmıştım bir kuzu kesip hazırlayın diye kuzuda kesilip hazırlanmıştı. mühendislerde pikaptaki ilaçlardan ağaçlara atılacak gerekli ilaçları indirip nasıl atılacağınıda bir bir tarif ettikten sonra bize verdiler bu işlemlerden sonra bende mühendis beylere acı bir kahvemizi için diye içeriye buyur ettim aslında acıkmıştıkda o kadar dolaşmamıza karşılık karnımızı doyuracak bir yemeğide hak etmiştik herhalde diye ve hep birlikte misafir odasına geçip oturduk, yemeklerimiz gelip yenip içildikten sonra misafirimiz olan mühendis beyleri tekrar yolcu edip uğurladık misafirleri yolcu ettikten sonra doğru gardaşım mıhdar ahmedin yanına gidip banka müdürünün hemi selamını hemide acantadan gamıyonunun çıktığını, banka müdürünün tez elden mıhdar ahmet yanıma gelsinde hemi biraz laflayak hemide acantaya gidip mamelesini yaptırıp gamıyonunu teslim alsın dediğini bir bir söyledim, gardaşımda bana teşekkür ederek bahçadaki ağaçların durumunu sordu, bende malatyada ziraata gittiğimi ordaki mühendis beylere bahçadaki ağaçların dallarının kuruduğunu yapraklarının böceklenip buruştuğunu ağaçların neredeyse çiçek bile açamayacak hale geldiğini anlattım, mühendisde bi güzelce beni dinlediğini ve benimle ta buraya kadar geldiğini hatta yanına bir mühendis daha alarak gelip bütün bahçaları birlikte gezip kurumuş dalları buruşmuş yaprakları gördüler ve ağaçların hastalığını buldular ilaçlarınıda verdiler nasıl atılacağınıda bir bir anlattılar, Allahtan bi mani olmazsa yarın nasip olursa hemi sizin hemide bizim bahçadaki ağaçları tek tek ilaçlayacaz dedikten sonra benimde evde işim olduğu için gardaşıma iyi geceler dileyerek oradan ayrılıp evime geldim. mühendis beylere kestiğimiz kuzunun etinden biraz ayırtmıştım, malatyadan aldığım öte berinin içine koyduğum birde şişem vardı birezde kuzunun boyun kısmından bişirttirip bir çilingir sofrası kurdum ve o günkü yorgunluğumu o sofrada biraz olsun eğlenerek çıkarmış oldum. sabahın ilk ışıklarında kalkarak o günü hemi bizim hemide gardaşım mıhdar ahmet gilin bütün bahçaları sabahtan akşama kadar ilaçlayıp günün kararmasıyla evimize geldik yorgunluğumuzu yaptığımız işin kıvancıyla çıkarmaya çalıştık. gardaşımda ertesi günü oğlu hüseyini yanına alarak doğru malatyaya gittiler. mıhdar ahmet, bahçada çalı çırpıyı toplattırıp temizlettiren oğlu hüseyine haber salmıştı hüseyine söylende hemen yanıma gelsin diye, o işçide doğruca hüseyinin yanına varıyı hüseyin baban mıhdar ahmet emmi seni yanına çağırıyı deyince hüseyinde hemen işi bırakıp babasının yanına yollanır, babasının yanına vardığında buyur baba beni çağırtmışsın hayırdır bahçada yapılacak başka bir işmi vardı diye sorunca, mıhdar ahmet'de bahçanın işi için çağırmadım, yarın seninen malatyaya gidecez, bankanın müdürü bizim cümeden haber salmış o yazıldığımız gamıyonun sırası çıkmışda, işte onun için yarın malatyaya gidekte gamıyonun mamelesini yaptırıp teslim alak hemide bir gasacıya gidip gasayıda verek bir an önce gasasıda yapılsın, Eee şu goca köyede Allahın izniyle ilk defa bir gamıyon gelecek birde gamıyon gırmızı olursa varya fethiyeden baktınmı taa yazıhandan yada yıkık handan oralardan belli olur geldiği hemide hemen tanırsın, mıhdar ahmet hemi böyle düşünüyü hemide oğlu hüseyine yapacağı işleri bir bir anlatıyıdı, içide kıpır kıpır ediydi, oğluna oğlum yarına motoru hazırlada fethiyeye kadar motorunan gidek fethiyedende bir araba bulup malatyaya giderik inşallah, hele malatyaya varakda şu işlerimizi halledek dedikten sonra.93. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- İçerideki hanımına seslenerek, gız hatun vakit epeyce geçti şu sofrayı hazırlada bişeyler yiyelim acıktım gayrı diye seslenen gocasına, hanımıda hazırlamış olduğu yemeği getirip sofrasını kurdu. mıhdar ahmet'de kendisine banka müdüründen gelen o güzel haberin keyfiyle hemide o güzel heberi kutlamak için sofrasına kurularak oturup biraz bişeyler yedikten ve bir iki yudumda aldıktan sonra kafasıda çakır keyf olan mıhdar ahmet, hiç bir zaman dışarıda bile yapmadığı çılgınlğı evinin içinde kendisine gelen gamıyon haberinden sonra, hemide bu haberi bankanın müdürü özellikle salmış diyerek, işte bu haberi kutlamak için bir iki kadehde aldığı rakının etkisinde kalarak içkinin kendisine verdiği güçden kuvvetten olacakki hey heytt şu civarda benden ağası varmı, aha yarında gamıyonu acantadan çektimmi şu ağalığımın üstünede bir ağalık daha katarım, şu goca köylüde bir gamıyon görür birde gamıyon gırmızı olursa varya taa yazıhandan şavkı parılar, ta yazıhandan ağrı parıladımı işte o zaman hemi fethiyeden hemide bizim bu evlerden belli olur, görenler işte geliyi mıhdar ahmedin gamıyonu derler, hemide bizim buradan görenlerde işte bizim gamıyon geliyi derler diye naralar atıydı. oğlu hüseyindede bir keyf bir neşe vardıki deme gitsin on saatlik bir işi iki saatte bitiriyi içindeki bir gayret ile dönüp duruyu, gece bir vakit uyuyamadı taki gecenin bir yarısından sonra gözleri dalmıştı, sabahda tan yeri ağarmadan uyanmıştı kalktığında kafası man kafa gibiydi uykusunu tam manasıyla uyuyamamıştı amma genede içi kıpır kıpırdı, hemi neşesi hemide keyfi yerindeydi. bir keyfinen motoru hazırlamıştı, baba baba daha uyuyunmu yoksa uyandınmı diye babasına seslendi, halbuki babasıda erken kalkmıştı onuda uyku tutmamıştı, bir gamıyon sevdası aşağı tenciyi almış yerimişti, baba oğul birlikte kahvaltılarını yaptılar çaylarını bir keyf ile içerken bile bütün lafları gamıyondu. aşağı tencinin yapılacak gerekli ve önemli bütün işlerini unutmuşlardı bile. kahvaltıdan sonra birer birer gonaktan aşağıya endiler, zaten yağına ve suyuna bakılan motor çoktan hazır bir vaziyette yolcularını bekliyidi, mıhdar ahmet,de gelerek kendisi için hazırlanmış olan yere çıkıp oturdu oğlu hüseyinde direksiyona geçerek motoru sürüp köye doğru yola çıktılar ordanda ver elini doğru şehere guşluk vakti olduğunda mıhdar ahmet'le oğlu hüseyin şehere varmışlardı. mıhdar ahmet malatyaya vardımı ilk yapacağı işi lokantaya girmek olurdu, gene her zamanki gibi kaideyi bozmadı oğluyla birlikte bir lokantaya girdiler acıkmış olan karınlarını bir güzelce doyurdular, lokantadan çıktıktan sonra doğru bankaya müdür beyin yanına vardılar hoş beş ettikten sonra, mıhdar ahmet evden tuzsuz yağ ile peynir getirmişti yağ ile peyniri müdür beye ikram etti, müdür beyde her zamanki gibi masasının üstündeki düğmeye basarak çaycıyı çağırıp oğlum bize üç tane çay dedi çaylarını yudumlarken müdür bey acanta ile yapılacak gerekli işleri anatıyıdı müdür bey birde telefon açtı acantaya, o zamanlar telefonla konuşmak çok ilericilikti çağ atlamaktı ve çok lüks,dü. müdür bey acantacıyla ne konuştuysa o konuştuklarınıda bir bir tekrar ederek mıhdar ahmet,e anlattı ve acanta sahibi sizi yazıhaneye bekliyor diyerek misafirlerini acantaya yönlendirdi, mıhdar ahmet'de oğluyla birlikte bankadan çıkıp gamıyon acantasına doğru yola koyuldular, acantaya vardıklarında acanta sahibide onları bekliyidi ordada bir hoş beşten sonra yapılacak mamelelerin nasıl yapılacağını konuştular acantadan aldıkları mamele kağıtlarını trafiğe götürüp gerekli işlemleri yaptırdılar bu işlemlerden sonra trafikdeki bu işlemleri yapan mamur beyde yarın gelin plakanızı alın diyerek işlemin tamam olduğunu söyledi. oradan çıkıp tekrar acantaya geldiklerinde mıhdar ahmedin ve oğlu hüseyinin, uğruna bu kadar uğraş verdiği gamıyonuda acantanın önüne getirmişlerdi, mıhdar ahmedin tamda istediği gibiydi gamıyonda gıp gırmızıydı ışıl ışıl ediydi sankide insanın gözlerini kamaştırıydı pırıl pırıldı.94. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Uzaktan gamıyonu gören mıhdar ahmet, oğlu hüseyine ula oğul aha bu gamıyon varya mahakkak bizim gamıyondur, bah gırmızı gamıyon hemide gıp gırmızı demekki bizi yaradan o yüce Allah benim içimi biliymiş, biliymişde ondan dileğimi kabul eyledi işde bu gıp gırmızı gamıyonu bize nasip eyledi, mıhdar ahmet oğluna ara sıra böyle dileğinin yerine geldiğini ve Allahında her şeye gadir olduğunu söylerken, hüseyinde gamıyonun yanına gelerek şöför mahalline binmiş direksiyonuna vitesine bakıyı ayağıyla frenini koturol ediyi torpido kapağını açıp içine bakıyı aynasına bakıyı daha doğrusu şöför mahallinin her tarafını ama her tarafını, bir doktor hastasını mayene dederken hastanın her tarafını kulaklığıyla dinler mayene ederya, hüseyinde bir doktor gibi inceden inceye konturol ediydi. gamıyondan aşağı indi tekerlerine makaslarına göz attı kendi kendine bu makaslara birer yaprak daha ilave ettirmek ilazım dedi, tekerlerde dokuz,yüze,yirmi pirelli dedi birde tekerlere eliyle güm güm güm diye vurarak tekerleride konturol etti, mıhdar ahmet'de oğlunun bu yaptıklarını bir kenarda seyrediydi her ikisininde neşelerine keyflerine diyecek yoğudu, baba oğul bir birlerine bakışarak çektikleri emeklerine karşılık haklı olarak gayrı ihtiyari gülüştüler, gülüşürkende acantaya doğru bakıştılar, bakıştılarki acanta sahibide kapıya çıkmış gamıyonun sahipleri mıhdar ahmet ile oğlu hüseyine bakıyıdı, acanta sahibi onların yanına gelerek hoş geldiniz buyurun içeriye gelin dedi onlarda acanta sahibine uyarak hep birlikte içeriye girdiler, acanta sahibi trafikteki işlerin ne durumda olduğunu sordu, mıhdar ahmet'de hemen hemen işlerin hepisini bitirdiklerini yarınki günede plakayı vereceklerini söyledi, acanta sahibide gamıyonun şimdiye kadar garacda olduğunu bu gün sizlerin gelmesiyle garacdan çıkartıp buraya getirttiğini bütün mamelenizinde tamam olduğuna göre buyurun gamıyonunuzun anahtarını Allah hayırlı uğurlu eylesin diyerek gamıyonun anahtarını mıhdar ahmede teslim etti, mıhdar ahmet'de anahtarı aldıktan sonra elinde evirip çevirdi anahtara bir iki baktıktan sonra oğluna dönerek al oğlum bu anahtar senin Allah utandırmasın diyerek anahtarı oğluna verdi, hüseyinde bir keyfinen anahtarı babasından aldı bu seferde hüseyin anahtarı bir müddet inceledikten sonra kaybolmasın diye sıkı sıkıya cebine koydu. acanta sahibiyle mıhdar ahmet hemi çaylarını içip hemide bol bol sohbet etmişlerdi, arada bir hüseyinde sohbete katılsada daha çok dinlemeyi tercih ediydi, konuşulacakları konuşmuşlar, yapılacaklarıda yapmışlardı çaylarını içmişler bardaklar bile boşalmıştı, yazanede yapacakları yada konuşacakları başkada hiç bir şey kalmamıştı, mıhdar ahmet ayağa kalkarak daha yapacak bişey kalmadığına göre bize müsade ederseniz memnun olurum ve her şey için size çok çok teşekkür ederim artık yolcu yoluna gerek diyerek acantanın sahibiylede helalleşip tokalaşarak ayrıldılar, dışarıya çıktıklarında hüseyin gamıyonun ön kapudunu açarak yağına suyuna baktı baktıki hepisi tamam, acanta sahibide hüseyine biz gamıyonun yağını suyunu her şeyini koturol ettirdik korkacak hiç bişey yoktur binip çalıştır gamıyonunu, hemide güle güle gidin dedi, hüseyinde aynen öyle yaptı bindi şöförmaline gamıyonun vitesini boşa alıp anahtarı itinalı bir şekilde yerine taktı marşa bir basmasıyla hemen bir marşta çalıştı, mıhdar ahmet'de ya Bismillah ya Allah diyerek oda gamıyona bindi, hüseyin birinci vitese takarak ağır ağır yürüdü acanta sahibiyle mıhdar ahmet birbirlerine el sallayarak göz açıp yummadan gamıyon sivas kavşağına saparak gözden kaybolup gittiler, acanta sahibide derin bir off çekerek yazıhaneye girerken Allaha çok şükür bu işide başarıyla hallettik, Allah mafaza işim yanlış manlış yada terso gitmiş olsa varya şu goca malatyada ne benim ne yazanemin hiç bir gıymatı kalmaz, hemi malatyaya hemide zaman zaman beraber çalıştığımız banka müdürüne karşı rezil oluruz diye düşünen acentacı ellerini semaya açarak Allahım sana şükürler olsun diye dualar ediyor ve yalvarıyordu.95. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Mıhdar ahmet yol kenarındaki bakkallarınan kasabı görünce oğlu hüseyine hele sağa çek şurda durda eve bişeyler alak diye oğlundan gamıyonu durdurmasını istedi, hüseyinde babasının sözlerine uyarak sağ tarafa çekerek usul usul gamıyonu durdurdu, mıhdar ahmet gamıyondan inmek için kapıyı açamıydı çünkü oda böyle bir gamıyonu ilk defa görmüştü, oğlu hüseyine dönerek yav oğlum şu kapıyı açamadım sen aşağıya ende kapıyı aç hele deyip oğlundan kapıyı açması için yardım istedi kendi kendinede Allah Allah gavurda nasıl bi araba yapmış diyerek söyleniyidiki oğlu hüseyin dışardan kapıyı açmıştı bile buyur baba aşağıya enebilirsin dedi, mıhdar ahmet'de gamıyondan enerek doğru manava girdi orası hemi manavdı hemide bakkaldı oradan alacağını bol bol aldı o aldıklarının yanınada ikide şişe aldıki akşam olduğunda aldığı gamıyonun kuyruğunu düzelteler, bu düşüncede hakimdi kafasının içinde,dükkandan çıkıp kasaba doğru yöneldi kasaptanda alacaklarını aldıktan sonra gelip gamıyona bindi her ikiside ya Allah deyip uc bağlardan ağrı fethiyeye doğru sürüp gittiler. arap oğlu sabah saat on gibi köye gelmişti hemi aşağı tencidekiler hemi yukarı tencidekiler sabah kahvaltılarını yaptılarmı ver elini doğru fethiye, fethiyeye geldilermi ikindi vaktine kadar fethiyede eğlenirler bazılarıda kahvede oyun oynayarak zamanlarını geçirirler, ikindiden sonrada tekrar döner aşağı tencililer aşağı tenciye, yukarı tencililer yukarı tenciye yollanır giderler, yine her zamanki gibi gelenler aşağı ve yukarı tencinin insanları gene gelmişlerdi bunlardan biride işte o arap oğlu cümeyidi, arap oğlu biliyordu gardaşı mıhdar ahmet gamıyon almıştı ve o gamıyonuda bu gün getireceklerdi her şeyden haberi vardı, ikindi vakti gelince tenciye gidecekler yollanınca baktılarki arap oğlu gitmek için o yerli değil o yerli olmayıncada sordular cüme emmi sen getmiyinmi diye, oda ben biraz daha bekleyecem bizim ahmet gil birazdan gelecekler deyince, köylülerde gayri ihtiyari olarak mıhdar ahmet neredeki buraya gelecek diye sordular, daha fazla ısrarlara dayanamayan arap oğluda mıhdar ahmet oğlu hüseyinle bu sabah malatyaya gittiler, daha önceden bundan epey zaman önce gamıyona yazılmıştı şimdide acantadan gamıyonun sırası çıkmış, malatya,danda ahmet'e haber geldi, tanıdığı bankanın müdürüde haber salmıştı hele bi gel diye oda oğlu hüseyini yanına alarak gamıyonu teslim almak için malatyaya gittiler, bildiğim kadarıyla gamıyonu teslim almışlar oradaki mamele işlerinide bitirmişler eli kulağındadır ha geldi ha gelecekler, şu goca köyede ilk defa acanta bir gamıyon gelecek fethiyenin ağaları çok amma, şimdiye kadar heç bir ağa akıl edipde şu gözelim köye bir gamıyon almadılar yada akıl etmediler diyen arap oğlunun tenciye gitmediğini gören yeğenleride onu yanlız bırakmayarak tenciye gitmediler, onlarda malatyadan gelecek gamıyonu beklemeye başladılar, arap oğlunun gardaşım ahmet gamıyon aldı eli kulağındadır buraya gelmeleri dediği bu lafı bütün köyü alıp yerimişti enikten cücüğe herkes duymuştu, mıhdar ahmet acantadan gamıyon çekmiş hemide bu lafı duyanlar duymayanlara duyurmuştu bile, köylülerin bazılarıda güççük depenin üzerine çıkıp malatyanın yoluna bakıylardı, bazılarda kör pınara doğru dahada ileriye giderek datçayı geçmişlerdi bile herkesin gözü yazıhana doğru hatta malatyaya doğru gelecek gamıyona bakıydı.96. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Malatyanın o toprak yolunda acaba gamıyonun bi ışıltısı yada havaya çıkardığı bi tozu varmı diye bütün milletin gözü yoldaydı, hatta milleti öyle bir heyecan almıştıki o yolunu bekledikleri gamıyon köyün ilk gamıyonu olacaktı, helal olsun mıhdar ahmede, mıhdar ahmet gerçekten gözü kara baba adammış, diğer ağalarda varya, onların ağalıkları boşumuş boş bak mıhdar ahmet fethiyedeki evini Alhasın yusuba satmış gitmiş arazisinin başına, gardaşı arap oğlunuda almış yanına sırtı sırta vererek arazilerinin üstünede evlerini yapmışlar, zaten bol bolda akar suları var, mıhdar ahmet evlerini yaptığı arazisinin olduğu yerede güzel bir isim vermiş, yani bir tenci variken kendiside evlerinin olduğu yere tenci adını verince, kızıldelinin olduğu yer olmuş yukarı tenci mıhdar ahmetin evinin olduğu yerde olmuş aşağı tenci, mıhdar ahmet bunda olmayacak ne varki orası olsun yukarı tenci, bizim burasıda olsun aşağı tenci derimiş, demokrasilerde çareler tükenmez diyerek sözlerini onaylarmışda, hemi böyle konuşup hemide malatyaya doğru yola bakan köylüler mıhdar ahmedi diğer ağalara göre daha demokrat daha aydın gördüklerini ifade ederek dile getiriylerdiki, taa uzaklardan bir toz bulutu görüldü, köyün çocuklarını bir kenara bırakda goca goca adamlar dahi bir keyf ile aynı çocukların oyun oynadığı gibi oynamaya başladılar aha geliyi geliyi diye toz bulutunu görenler görmeyenlere bağıra bağıra duyurup göstermeye çalışıylardıki taa gerilerden köyün daha yaşlılarıda gelmişti bu curcunaya katılmak için, köye gelecek gamıyona hemide ilk defa köylünün biri o biride kim olacakki olsa olsa ancak mıhdar ahmet olur, işte o büyük adam bi gamıyon almıştı, onu duyurmaya çalışan köylüye zaman zamanda gülerek bu köylü varya her şeyin en iyisine ilayık bakseneniz köylüdeki şu heyecana, birde heyecanla birlikteki keyfe helal olsun size benim güzel ve yiğit köylülerim, gel gelelim ağalara elide cebide bankasıda dolu olan ağalar varya o ağalarda bi gamıyon alacak ne o yürek nede o cesaret yoktur, o cesaret ve o yürek olmaz onlarda çünkü paralarının pullarının bir kısmını bankaya yatırmışlar bir kısmınıda döşeğin altına sermişler üstündede yatıylar bundan başkada bildikleri bir şey yoktur zaten, helal olsun şu mıhdar ahmede aldığı gamıyon her ne kadar kendi gamıyonuysada şu köylüyede gamıyon keyfini yaşadıyı, hemide şu köylünün içinde şeherin yüzünü görmemişleri var bunları bir kenara bırak bir, şimdiye kadar gamıyonun yüzünü dahi görmemişi var hani buda ayıp bişey değil herkes yorganına göre ayağını uzatıyıda ondan. taa uzaklarda gözüken toz bulutu yaklaştıkca kıvrım kıvrım arkada kalan toz bulutunun önündekinin gamıyon olduğunun farkına varıp hatta ve hatta renginin gırmızıya çaldığını fark eden köylüler, düğüne gidipde düğünde oynayıp zıplayanlar gibi keyflenerek oynayıp zıplayarak ahada geliyi geliyi diyerek sesleri yükseldikce yükseliyi, o gözüken toz bulutunun önünde gelen gırmızı gamıyon olduğu eyice anlaşılınca güççük depedeki gamıyonu gözetleyen o köylüler başladılar eniş aşağı doğru koşmaya, eniş aşağıda olduğu için koşanların bazıları dengesini kaybedip düşüp yuvalananlarda oluyudu, köylülerin bazılarıda datcaya doğru gamıyonu karşılamaya gediyler, bu arada arap oğluda sağına soluna yanındakilere baktı baktı gözünün aradığı adamı bulunca hemen yanına çağırarak ula gosdi gosdi hele gelele, gosdide arap oğlunun yanına gelince gosdi ne diyin demeden, arap oğlu gosdiye, gosdi eşeğe bin hemen bizim oraya get bizim bahçada yayılan koçlar var o koçların içindede sırtı siyahlı beyazlı bi koç var o koçu al eve getir gamıyon eve geldiğinde bi kurban kesekde cenabı Allah hayırlı ve uğurlu eyleye hadi sen çar çabuk tenciye get diyerek gosdiyi tenciye saldı, gosdide tamam arap oğlu ahada gediyim diyerek orası sanki bir düğün yeriymiş gibi gamıyonu karşılamaya gelen milletin içinden sıyrılıp çıkıp evine doğru yollandı, evindende çar çabuk eşeğini çıkaran gosdi tenciye doğru dört nala govdurdu, gosdinin eşeği yiğitti her daim bizim boz eşek gibi yiğit eşek şu civarda yoktur derdi, gamıyon daha köye gelmeden gosdi aşağı tenciye varmışdı bile.97. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bahçadaki koçların içinden gamıyon için kurbanlık koçun bağını çözüp eve getirirken arap oğlunun hanımı fadov ile karşılaşır, fadov gosdiyi görünce hayırdır gosdi bu saat,da burada ne işin var hemide bu koçu nereye götürüyün diye sorunca, gosdide bütün olanı biteni bir bir fadova şöylece anlatır. mıhdar ahmet bi gamıyon almış, gamıyonunda yazıhanın alt tarafından ağrı geldiği görülünce arap oğluda beni buraya saldıki gamıyon buraya geldimi bu koçu gamıyona gurban kesek, bu hal bu vaziyet işde böyle deyince, fadovda tamam gosdi tamam sen daha eyisini bilirsin deyip gosdiyinen konuşmasını tamamladıktan sonra ahıra doğru yönelip hele bi ahıra gidemde yeni doğmuş danalara bi bakam ne durumdalar ac susuzlarmı yoksam analarını emiylermi emmiylermi diye yollandı, gosdide kurbanı keseceği zaman kendisine ney ilazım olacaksa hepisini bir bir yanına hazırlamıştı. aklı fikride köydeydi acaba mıhdar ahmedin gamıyonu köye geldimi yoğusam daha gelmedimi, eğerki geldiyse gamıyonun köye geldiğini köylüler nasıl karşıladılar diye hep aklından geçirip durdu. köyünden gelipde güççük depede kör pınarda datcada gamıyonu bekleyenler bir müddet geçince usamakla birlikte bir kere daha aşağıya doğru baktılarki kırmızıya çalan o kıvrım kıvrım toz bulutunun önünde gelen bir ışıltı yazıhanı geçmiş hemide fethiyeye doğru yaklaşmıştı, köyden gamıyonu karşılamaya gelenlerin kalabalığından daha fazla, köyün içinden bi o kadar daha gamıyonu karşılamaya gelmişlerdi. taa datcaya kadar bütün köylü yol boyunca sanki sıralı sıralı dizilmişler bir kısmıda güççük depenin üstünde sanki gelin arabasını bekler gibi gamıyonu bekliylerdi, o gelenin iyice gamıyon olduğu belli olmuşdu gele gele datcanın altına suluya kadar gelmişdi. arap oğlu bir şeker torbasıyla limonlu şeker ve sivas şekeri getirtmişdi, kendiside okulun alttaki kendi tarlasının orada beklemeye başladı, içi şeker dolu torbayıda yanında bir kenara koymuştu, canı sıkılan arap oğlu arada bir gah oturuyu gah heyecandan dolanıp duruyu, daha sonra bekci süleymana seslenerek ben bu şekere mukayyet olamam çünkü aynı yerde pek durmuyum gelde burada sen dur diye bekci süleymana şekeri teslim etmişti ama oda arap oğluna çaktırmadan arada bir elini torbanın içine sokarak birer avuç şeker alıp ufak ufak götürüyüdü. bekci süleyman şekeri böyle böyle götürürken kolu kısa mamov bu durumun farkına varıyı bekcinin yanına gelerek vula dürzü sen nasıl bekcisin sana teslim edilen şekeri yiye yiye yarıya endirdin deyince bekci süleyman gene elini çuvalın içine daldırdı hüss ula dürzü şimdi duyacaklar bu şeker gamıyon bayramının şekeri, çuvalın içindeki elini çuvaldan çıkararak kolu kısayada bir avuç şeker verdi, kolu kısa bir avuç şekeri alınca hah işte böyle eğerki gamıyon için bayram şekeriyse hepimizde faydalanak deyip biraz evvelki bağırtılı bi şekilde çıkan sesini kesdi. bekci süleymanda ula kolu kısa dürzüsü eğer sana bir avuç şekeri vermeseydim sende beni şu aleme irezil edecektin değilmi şimdi ise hadi zıkkımlanda ye amma kimseyede gösterme bari diye bir birine şaka yollu ileri geri takılarak gamıyonun bir türlü gelmeyişine öfkelenip duruylardı böyle öfkelenirken güççük depenin o virajlı olan yerden bir kalabalık kargaşaşı belli oldu, orada öyle kargaşa olunca haliyle okulun oralardada bir hareketlilik olmaya başladı, daha sonra güççük depenin oradan ağrı koşuşmalar bağırışmalar ıslık çalmalar başladı, depedekiler dahil bütün milletin tamamı yola enmişlerdi bütün millet hep birlikte alkış tutmuşlar gamıyonun köye gelişini alkışlıyılardı. mıhdar ahmet'de oğlu hüseyini sıkı sıkıya tembehlemiş aman,ha oğlum bak bu millet bizi ve gamıyonu karşılamaya gelmişler.98. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Şimdi bu heyecanla bu millet ne yapacağını ve nasıl hareket edeceğini bilemezler onun için sen çok dikkatli ol gamıyonu yavaş yavaş sür, bu milletede gamıyon görme hevesini ve keyfini böylece yaşatmış oluruz diye üst üste oğlunu tembehledi, hüseyinde babasının dediklerine harfiyen uyarak onca kalabalığın içinde milletin arasında gamıyonu yavaş yavaş sürdü, köylülerde hayretler içinde kalmışlardı bütün millet herkes ama herkes kenara çekilmişler sanki memleketin paşası köye gelirmiş gibi o gelen gamıyona yol açmışlardı, biraz evvelki köylülerin o çılgınlığı gitmiş onun yerine olgun ve mütevazi bir köylü portresi gelmişti sanki. gamıyonda usul usul okulun oraya kadar gelip orada durdu, köylülerde gamıyonun kenarında gamıyona eşlik ederek onlarda usul usul gelip okulun orada durdular, gamıyonun niye durduğunu milletin çoğu sonradan anladıki arap oğlu gamıyonun önüne geçip el kaldırmış gardaşı mıhdar ahmet'de arap oğlunun el kaldırdığını görünce oğluna oğul dur hele dur şu bizim cüme el galdırıyı durda hele bi sorak ne diyecek diyerek oğlunu durdurup gardaşına bi bakıyki gardaşının yanında bir çuval limonlu şekerinen sivas şekeri var, arap oğlu gamıyonun tamponunun üzerine çıkarak gardaşına ve yeğenine hoş geldiniz aldığınız bu gamıyon hemi size hemi bize hemide şurada dört gözle canla başla bu gamıyonu bekleyen gıymatlı vede değerli köylülerimize hayırlı ve uğurlu olsun vede bu şekerleri bi ağız şirinceliği bi ağız datlılığı olarak dağıttırıyım deyip bekci süleymana dönerek sevgili bekci gardaşım sende bu gamıyon için bütün şekerleri hayırlı ve uğurlu olsun adına bütün millete dağıt Allah hayırlı ve uğurlu eylesin. sevgili gardaşım vede gıymatlı köylülerim bu gibi güzel şeylerin devamınıda köyümüzün sevgili vede gıymatlı ağalarından bekleriz diyerek arap oğlu nutuğunu bitirdikten sonra gamıyonun tamponundan aşağıya endi. mıhdar ahmet'de gamıyondan aşağıya enmişdi bekci süleymanın köylülere dağıtmış olduğu şekerdende yiyerek iki gardaş yan yana köylülerle birlikte köyün içine doğru yürüdüler. gamıyon olduğu yerde kalmışdı yol çok kalabalık olduğundan gamıyonun gidecek hali yoktu, gamıyonun yanından gelip geçen köylüler bir kereye mahsus olsada ellerini gamıyona sürüyler, ellerinin gamıyona değen yerine bi bakıylar daha sonrada kendi ellerine bakıylardı, ellerini gamıyona vurarak bi bakıma heveslerinide almış oluylardı, köylülerde oradan tamamen çekildikten sonra gamıyonda usul usul köyün içine doğru yol aldı. mıhdar ahmed'e bütün köylü hayırlı olsuna gelip elini öpenler veya elini sıkanlar oluyudu, bütün köylünün tebriklerini kabul edip hepisine tek tek teşekkürlerini arzeden mıhdar ahmet daha sonra ayağa kalkarak sevgili köylülerim hepinize çok çok teşekkürler ederim ancak sizlerden ayrılmak zorundayım daha tenciye gideceğim diyerek oğlu hüseyine dönüp hadi oğlum doğru eve deyip kendisiyle birlikte daha ne kadar millet beraber gidecekse gamıyona binip tenciye doğru sürüp gittiler, köylülerde gamıyonun tenciye giden yoldan ağrı döndüğünü ve gözden kaybolduğunu görünceye kadar arkalarından öylece baka kaldılar. zaten akşamın'da olmasıyla herkes bir bir dağılıp evlerine gittiler. gosdiyle birlikte tencinin büyükleri ve küçükleride dört gözle gamıyonu bekliylerdi, gamıyonda gazi gölünü geçmiş yolu yarılamışdı, bir toz bulutunun havaya kalktığını gören tencideki insanlar bişeylerin olduğunun farkına varmışlardı, bi heyecanla gosdide aha geliyler geliyler diyerek millete öyle bir sesleniş seslendiki gosdiyi duyan tencililer zaten işin farkındalardı küçük çocuklar taa yol ayrımına kadar gitmişlerdi bile, herkesde bir keyf bir neşe vardıki Eee sonuçta tarihde ilk defa fethiyeye vede tenciye hatta o havaleye bir gamıyon gelecekti tabiki gülmek neşelenmek tencideki bu insanların doğal hakkıydı, ta uzaktan gamıyonun bağacı görülmüştü artık dört gözle beklenen gamıyon yaklaşmıştı az bi zaman geçince gamıyonun her tarafı görülmeye başlamıştı bile.99. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Artık milleti bir kat daha keyif almıştı herkes bi heves içindeydi, gosdide bir hükümet adamına kurban kesecekmiş gibi son hazırlıklarını yapmıştı, gamıyon muhacir yolundan tencinin yoluna döndü, döndü ama bir sürü çocuklar gamıyonun edirafında koşuşuyular bu çocukların içinde taa fethiyeden belli gamıyonun arkasında koşarak gelen çocuklarda vardı. komutanını görüpde esas duruşa geçen askerler gibi tenci halkının kadını erkeği hatta tenciye ırgatlığa gelen ırgatlarda dahil olmakla birlikte yolun her iki kenarına doğru sıralameyin sıralı sıralı dizilip bir esas duruşu vaziyetinde durmuşlardı, bir yüce komutanın tören mahallinden merasimle geçisi gibi gamıyonda o vaziyette halkın arasından ağır ağır geçip mıhdar ahmet'in kapısında durdu. bütün millet kadın erkek çoluk çocuk herkes gamıyonun edirafını sardılar, mıhdar ahmet şöför mahallinde bir ağa edasıyla o kadar milleti gözden geçirdikten sonra kapıyı açıp enerken dahi millet hala alkış çalıyı yaşasın mıhdar ahmet helal olsun sana mıhdar ahmet kalabalıktan ara ara sesler yükseliyidi, gosdide koçu yere yatırmış ırgatlardan biride ayaklarından tutmuş kurbanı kesecekler amma mıhdar ahmedi bekliyler ağa gelede öyle keseler, mıhdar ahmet gamıyondan endikten sonra kalabalık olan ahali biraz gerisin geri çekilerek ağaya yol açtılar oda kurban kesilecek koçun yanına vardı gosdide ağasına hayırlı uğurlu olsun ağam Allah utandırmasın diyerek elindeki bıçağı çaldı koçun boğazına ve böylece Halil İbrahim Peygamberden kurban kesme örf ve adedi yerine getirilerek gamıyona koçu kurban edip kesmişlerdi, mıhdar ahmet'de gosdiye on lira bahşiş vermiştiki daha gosdinin keyfine diyecek yoğudu, hemen kuş gibi kurbanı yüzdüler parçalara bölüp kara kazana attılar, gazanın altını çalı çırpıyla doldurmuşlar ateşide gaymışlardı. gosdi çektiği emeğinin karşılığını ağasından almıştı, kurban piştikten sonra hemi köyden belli gamıyonun arkasına takılıp gelen hemi oradaki çalışan ırgatlar hemide tencinin halkı bir güzelce karınlarını doyurmuşlardı, mıhdar ahmede dua eden edeneydi, mıhdar ahmet'de gardaşı cüme olmak la birlikte diğer misafirlerle beraber, sofrayı kurmuşlar belki ilazım olur diye şeherde aldığı şişeleride açmışlar onlarda gamıyonun kuyruğunu doğrultmak amacıyla kutlama yapıylardı. gecenin karanlığı çoktan basmıştı gökte ay olmadığından her taraf zifiri karanlıktı gosdide mıhdar ahmedin yanına vararak gamıyonun hayırlı olsun kurbanınıda Allah kabul eylesin ancak ortalık zifiri karanlık oldu eğer bize müsade edersen bizde artık köye gidelim deyince, mıhdar ahmet'de sağol gosdi seninde eline emeğine sağlık vede çok çok sağol amma ortalık zifiri karanlık sana bir el lambası versinlerde köyün çocuklarınıda bir araya topla hep beraberce köye gidin köyün çocuklarına sora nolur nolmaz bari sen mukayyet olursun dedikten sonra haa birde o çocukları toplada yanıma getir kaç tene çocuk varısa hepisini toplada getir dedi, gosdide aşağıya enip köyün çocuklarını bir araya toplayıp çocuklara bakın çocuklar mıhdar ahmet sizin hepinizi görmek istiyi şimdi hepimiz birlikte gonağa çıkacaz hele görek mıhdar ahmet ne diyecek sizlere deyip bütün çocukları gonağa mıhdar ahmedin oturduğu odanın kapısına kadar götürdü, içeriden çocukların sesini duyan mıhdar ahmet'de sofrasından kalkıp önceden hazırladığı bozuk paraları eline aldı çocuklara bakarak çocuklar sizler köyden taa buraya kadar gelip bizim sevincimize ortak oldunuz ağlarsak ağlayan gülersek gülen köyümüzün bu güzel çocuklarına.100. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ben bir teşekkür konuşması yapmadan salmam dedim ve sizlere yani geleceğin gençlerine çok çok teşekkür ederim dedikten sonra şimdi köye yollanacaksınız ama karnınızı doyurdunuzmu yada aclığınız varmı diye çocuklardan sorduktan sonra, çocuklarda he, he yedik gosdi emmim hepimizede lokma yedirdi bol bolda et verdi karnımız tok dediler, mıhdar ahmet'de mademki karnınız tok öyleyse sırasıyla gelinde sizlere parada verem çünkü sizin gibi çocuklar dünyanın en iyisine ilayıksınız deyip sırasıyla yanına gelen çocukların her birine birer lira verdi, parayı alan çocuklarda mıhdar ahmedin elini öperek bir keyf ile merdivenden aşağıya doğru koşar adımla eniylerdi, çocukların hepiside paralarını almışlardı ve aşağıda bir arada toplanmışlardı, gosdide eline bir el feneri almış çocuklara seslenerek, çocuklar haydin köye gediyik diyerek ışığıda körlek olan el fenerinin loş ışığında köyün yolunu tuttular, aşağı tenciden o çocukların ardı sıra bakanlar bir müddet baktıktan sonra o loş ışığın gözden kaybolduğunu gördüler. ve böylecede fethiyeye ilk defa gelen bir gamıyonun heyecan verici serüvenini bütün köylüler yaşayarak kutlamış olmuşlardı ve bu gamıyon karşılama merasimi kimin aklına gelirse darısı diğer ağaların başına deyip Allahtan temenni ediylerdi, HASAN BADIRIK ismi iyiden iyiye unutulmuştu, köylüler dillerinin fethiyeye daha yatkın ve aynı zamanda fethiye isminin daha kibar olduğunu düşünüylerdi, geçmiş dönemlerde zaman zaman bilerek ve zorakide olsa fethiye her ne kadar asimilasyona uğrayıp ve bu dayatmaya maruz kaldıysada, köylüler bizler hiç bir zaman dönek olarak yaşayamayız Allah Muhammed ya Ali deriz ve Hz. Muhammdin bizlere emanet olarak bıraktığı o iki emanete kur'an'a ve Ehlibeyte sahip çıkarız böylecede yolumuza devam ederiz diye kendilerine bu yolu rehber etmişlerdi, fethiyenin birde camisi vardı köylüler bizler on iki imamların soyundan olmayan ne olduğu bellisiz imamım deyenlerin ardında namaza durmayız, hatta ve hatta maviyenin teşvikiyle mülcenin oğlu şimil Hz.A li'ye bir bıçak vurmasıyla o canlı kuranı şehit ettirdi buda yetmezmiş gibi mescitlere cami yaptırmak suretiyle fetvasının daha yüksekten duyulmasını sağlayarak Hz. Ali'ye bin bir ay seb ettirdi daha bir çok sebeplerinde var olduğundan işte bu sebeplerden dolayı bizi oradan uzklaştırdılar bunun akabinde bizlerde kahrettik o emevi saltanatına ve hemide abbasi saltanatına. Hz. Muhammedin nesli olan ondan gelme soyu olan Hz. Ali ve Fatimatı Zehradan olma on iki imamlara ve Ehlibeyt nesline zülüm ettiler, Hz.Hüseyini kerbelada şehit edip başını kestiler buda yetmezmiş gibi o mübareğin başıyla top gibi oynadılar, bu durum ve zülüm karşısında gökteki melekler dahi ağladılar, o mübareğin kesik başını yezide götürüp gösterdiler ve o mübarek insanın aile efradını soyundurarak çırıl çıblak edip develere bindirilmek suretiyle yezide götürdüler. Hz.Muhammedin nesli, soyu olan İslamın ve Kur'an'ın ahkamını bilen Ehli Zikirin katledilmesi için ellerinden geldiğince bütün kötülüğü yapan emevilerle ve abbasilerle yan yana gelipde secdeye baş koymayız, bizler Hz.Muhammed,den şefaat bekliyoruz, peki Hz.Muhammedin neslini katledenler kimden şefaat bekleyecekler ve Ehlibeyt zalimlerine kim şefaat edecek benim aklım almıyor, (bilmiyorsan git Ehli zikirden öğren) diyor bizi yaratan yüce Allah, Ehli zikirde Hz.Muhammedin torunları olduğuna göre bu zalim emeviler ve abbasilerde bu mubarek insanları katlettiğine göre ve bunlara şefaat edecekte olmayacağına göre ben beni yaradan yüce Allaha inanıyorumki bu zülüme katılanlar iştirak edenler ve benimseyenler cehennemin taa ortasında yanacaklardır diyen ve bir birleriyle böyle dertleşerek konuşan köylüler köye zorakide olsa yapılmış caminin mescidini Cem evine çevirdiler ve bu Cem evinin içinde yere serilecek bütün ihtiyaçlarını köylüler el birliğiyle tamamladılar. fethiyede bir kaç gabilenin var olduğu bilinmekle birlikte her gabilenin dedesi ayrı ayrıydı, mesela Şah İbrahim ocağından olanlara Abisef dede ve ondan sonrada Vaylo dedenin diğer gabilelerede başka başka dedelerin geldiklerini bildiklerini söyleyen köylüler, fethiye köyü köy oldu olalı hep böyle gelmiş böylede gidecek diyorlardı bir kenarda zaman geçirmek için oturmuş olan köylüler, fethiyedeki gabileleri bir bir saydıklarında bir gabilede pirililerin var olduğu ve bu pirililere başka yerlerdede pir oğulları dendiği söylenmektedir, mesela bunlardan örnek vermek gerekirse Diyarbakırın bismil ilçesine bağlı Alevi köylerinin bazı gabilelerine pirililer yerine pir oğulları dendiğini duyduk diyen köylüler bir biriyle zaman zaman acıda olsa bu gibi geçmişlerini hatırlamaktalar ve.101. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bizlerin çok sevdiği uğruna yoluna canımızı bile verdiğimiz Ehli Beyte ve on iki İmamlara zülümde etseler zaman zaman böyle konulara girip o acı olayları düşünerek yapanlarada lanet okuruz derler. taa kerbela vakasından bu yannı Hz.Muhammedin nesli olan Hz.Ali'yi Ehlibeyt'i ve on İki İmamları sevenlere geçmişteki padişahlar her ne kadar zülüm etselerde bu millet kendi aralarında gizlide olsa Allahın emrettiği Cem ayinini sürdüre gelmişlerdir, ve ilelebet Cemimiz devam edecektir diye bir araya gelmiş bir kaç köylü bir birleriyle dertleşip konuşurken, Hacı hüseyinin ismail o konuşanlara bir kaç güne kadar köye dede gelecek Allahın izniyle cem edeceğiz bu cem her ne kadar bizim yani pirililerin cemiysede bütün köylülerimiz davetlidir buyurup gelirsiniz, hemide hele o gün gelsinde mustafa babadan bütün köylüye haber salacaz diyerek arkadaşlarınada gomşular vakitde epey ilerledi benimde evde biraz işim var haydi sizlere hayırlı akşamlar deyip birlikte zaman geçirdiği arkadaşlarından ayrılıp evine doğru gider, arkadaşlarıda ismail efendinin oradan ayrılmasıyla kendileride dağılıp hekes evlerine gider. aradan bir kaç gün geçtikten sonra ismail efendinin dediği gibi cem yapmak için köye dede gelir, mustafa babada köylüye dedenin geldiğini haber verir köy halkı gündüz ve akşamları gelerek dedeye hoş geldinde bulunurlar, üç gün hal hatır sorulduktan sonra baba köylüye peyik salar bu akşam muhabbet cemi var buyurun gelin der, bu muhabbet cemi Abdal musa cemide olarak geçer nitekim akşam muhabbet cemi yapılmış olur , daha sonra baba köylüye yarında benim cemim var ceme buyurun diyerek hekesi bilgilendirir, genede sağlama almak için ertesi günü bir haberciyi her eve göndererek ceme davet eder. akşam oluncada işinden evine gelen her can bir güzelce boy abdesti alıp temiz giysilerinide giyerler hanımını ve çocuklarınıda yanına alıp ceme gelirler. dede her zaman olduğu gibi köylüden evvel gelip herkesten önce cem evinin eşiğine niyazını ettikten sonra sağ ayağını eşiğe basmadan içeriye girer içeriye girerkende Bismi Şah ya Allah ya Muhammed ya Ali ya pirim Hünkar Hacı Bektaşi Veli diyerek girer, olurya dededen önce orada bulunan canlar dedeyi görünce ayağa kalkarak darı mansur dedeyi ayakta beklerler, he zaman darı mansur olunduğunda sağ ayak baş parmak sol ayak baş parmak üzerine konur, böylece darda durulur dede oturacağı postun önüne gelip iki diz üzerine oturur posta niyaz eder, Bismişah İllallah la feta illa Ali, illa seyfe illa Zülfikar bu duayı üç defa okuduktan sonra her kazayı belayı def eyle perverdikar yezidin boynuna uğrasın tığ ile teber,(bu imamı caferi sadığın yanında muteber bir duadır) dedikten sonra tekrar postunun üzerine oturur orada hazır bulunan canlar gelirler Hu erenler deyip niyazlaşırlar. bu Hu ismi Allahın Esmayı Hüsna olan Kurandada geçen doksan dokuz olan ismini yüze tamamlayan gizli isminin içinde saklı olan ismi, nasılki ismi azam duası kurandaki sürelerin içinde gizli ise buda öyle gizli olan adıdır. gözcü elinde asasıyla ayakta durur içeri gelen her cana münasip bir şekilde yer gösterir, cenme gelen canlar aynen dedenin yaptığı gibi kapının eşiğine önce niyaz olur sonrada sağ ayağını eşiğe basmadan içeriye girer meydanın ortasına kadar yürür orada biraz eğilerek Hu erenler der köylülerde önceden belli bildikleri için dedenin olduğu yerde ve hele hele cemde selam vermezler. elinde lokması olan mihman canlar dedenin karşısında darı mansur olurlar getirdikleri lokmalarını göbek hizasında tutmak suretiyle dedede şu gülbenti okur. (Bismişah Allah Allah geldiğimiz yoldan yüz sürdüğümüz pirden hayır hasanet göresiniz bir lokmanız bin kazaya belaya karşı gele, arta eksilmeye taşa dökülmeye Allah Halil İbrahim bereketi vere dil bizden kerem Hünkar Hacı Bektaşi Veliden ola)cem evine köyün bütün canları geldiğinden cemde başlamış olur, gözcü elinde asasıyla meydene gelir Ey canlar edep erkan diye seslenir bacılar ayakta kardeşler iki diz üzerine otururlar dede işaret ederek zakir sazını eline alır deyişini okumaya başlar her beyit söylediğinde bir hizmet eri meydana gelir niyaz olup dara durur hizmet erleri tamamlanınca Dede Bismişah yapacağımız hizmetlerimizi cenabı Allah ve hizmet pirlerimiz kabul eylesin der.102. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Zakir deyişini okuduktan sonra her hizmet eri geldikce dede bir gülbent okur hizmetlerin tamamlanmasından sonradede gene bir gülbent okur, daha sonra hizmetliler yerlerini alırlar, bunların önemli hizmetkarlarından birisi kapıyı bekleyen PAZVANT'tır. iznikci kemer besti beline bağlar ıbrığı bir eline bir elinede leğeni alır yanında bir bacıyla meydana gelirler Dedenin önünde niyazbent dururlar Dedede şöyle bir gülbent okur. (Bismişah men güllabi Haydariyem adüden hak pak kırklar meydanında pirim üstadım selmanı pak er cemali Muhammed pir kemali hasan Hüseyin Aliyi beleyene verelim selavat Allahümme salli ala Ali Muhammed ve ala Ali Muhammed) dedikten sonra dededen başlayarak halka olan canların eline suyu dökerek tarikat abdesti alınır bundan sonra dede bir gülbent okur. (Bismişah Allah Allah, hizmetler kabul ola Muratlar hasıl ola, seydi faraşın keşfi kerameti üzerinde hazır ve nazır ola) Hizmetin biride FARAÇ bu hizmet üç bacı tarafından yapılır, zakir hizmet erlerini okurken faraçıya haber olsun deyince meydana üç genç kız gelir, dualarını alırlar diğer hizmet erleri gibi bunlarında hizmet yapacakları zaman gelince, gözcü bunları meydana çağırır, bu üç bacıdan birisi eline kullanılmış bir süpürge alır üçü birden gelirler dedenin karşısına sıraya dururlar elinde süpürge olan sağ eliyle üç defa yerleri süpürür, üçü birden biz üç bacıyız guruhu nacızız kırklar meydanında süpürgeciyiz, bunu üç defa söylerler ve devam ederek sağ olsun selman, kör olsun mervan er cemali Muhammed pir kemali Hasan Hüseyin Ali'yi verelim selavat. bundan sonrada dede bir gülbent okur, bu hizmetler iki yerde yapılır bir delil uyanırken birde cem birleşmeden önce bu duazlardan sonra delilci yerine oturur zakir sazı eline alır şu duazları okumaya başlar. Seyidi kevnın Muhammed Mustafanın aşkına Şahı vilayet Ali gel Murtazanın aşkına Ol haticeyi Fatımayı zehranın aşkına Şah Hasanı Mustafanın Şah Hüseyini Kerbelanın aşkına Ol Zeynel abanın İmamı Bakır bakanın aşkına Caferi Sadık Rehhanın aşkına İmam Musayı KazımŞah Ali Rızanın aşkına İmam Muhammet taki ol Aliyül Naki Hasan Ali Askeri Muhammed Mehdi livanın aşkına Pir Hünkar Hacı Bektaşi Veli aşkına Haşir edek yana yakıla oniki imam aşkına Bundan sonra delilcibir kap içerisinde buğday ve üç mum getirir, delilci seccadeyi eline alarak huzurunda durur eğer biliyorsa delilci okur, bilmiyorsa dede okur bismi şah Allah Allah, elesti bezminde Evrahi ezelde melekler secde kıldı bu seccade üzerinde, Muhammed mihraçda hakka niyaz eyledi bu seccade üzerinde, kırklar ceminde semah dönüldü bu seccade üzerinde, hünkar hacı Bektaşi veli darı cici üzerinde secde kıldı bu seccade üzerinde, yalanla dolanla çıkma üzerine yakar vallahi billahi bu seccade, Er cemali Muhammed pir kemali Hasan ile Hüseyin Ali'yi sevelim Muhammed Mustafaya verelim selevat, delici elindeki seccadeyi yere sere dört ucuna ve ortasına niyaz eder iki diz üzerine gelir Bismişah der mumu kibritle yakar eğer delilci biliyorsa şu ayeti okumaya başlar eğer bilmiyorsa dede okur (Nur süresi,35. ayet) BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. Allahü nürüssemavati vel ardı meselü nurıhı kemiş katın fiyha mısbahun elmisbahu fiy zücacetin ezzücacetü keenneha kevkebün dürriyyün yukadü min seceretin mübareketin zeytunetin la şarkıyyetin ve la garbiyyetin yekadü zeytuha yudy ü ve lev lem temseshü narün nürün ala nürin yehdiyllahü linurihi men yeşa'ü ve yadribullahül emsale linnasi vallahü bikülli şey in aliymün. bu ayetten sonra. Hat ettim huda yaktı delili Muhammed Mustafa yaktı delili Ol Ali aba Hayder-i Kerrar Aliyul Murtaza yaktı delili Hatice tül kübra Fatımatül Zehra Ol Hayrü nisa yaktı delili İmam Hasan aşkına girdim meydana Hüseyini Kerbela yaktı delili İmam Zeynel İmam Bakır ü Caferi Kazım Musa Rıza yaktı delili Muhammed Taki den hem Ali Naki Hasan ül Askeri yaktı delili Muhammed Mehdi ol sahibi zaman Eşiğinde geda ayet yaktı delili Bilirim günahım hadden asubdur Hünkarı evliya yaktı delili Oniki imamdandır sır oldu nur hatayı Şir-ı Yezdar Ali yaktı delili. Bundan sonra dede şöyle bir gülbent okur. (Çıraklar rüşan ola münafıklar perişan ola, Hak Muhammed Ali oniki imam şadıman ola, Pirimiz Hünkar hacı bektaşi veli muratlarınızı vere Huu mümine ya Ali) bundan sonra kurbancı kurbanın ayaklarını yıkamış kurbanı meydana gelecek şekilde hazırlamış bekletir, içeride hemen yere bir savan serilir kurban sahipleri yalın ayak bellerinde kemer bestleri bağlı olarak meydana gelirler kurbanın sağ ayağını kurbanın yüz hizasına kadar kaldırılır ve böylece dururlar dede kurbanı tekbirler.(Bismişah Hüseyin fermanı huda,Peyiği Cebrail tekbiri kurban,Allahü ekber, Allahü ekber,Allahü ekber.ya ilahe illallahü vallahü ekber, Allahü ekber vel hamd) Dede kurbanı tekbirledikten sonra köylülere zaruri ihtiyaçlarını gidermek için bir ara molası verir.103. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Beş dakika sonra içeriye gelen her can dedeye niyaz olununur sorada herkes yerine geçer oturur gözcüde iznikciye işaret ederek iznikci el suyunu getirir, yine dede gülbent çeker el suyu yani abdest suyu tazelenmiş olur, hizmet bitince gülbent okunur, bundan sonra gözcü meydanda bulunan canlardan kırklar semahı dönecek bacı kardeşlerden oluşan canlardan üç veya beş can meydana dedenin huzuruna gelirler bu canlar yalın ayak baş kapalı olur ve bellerine bellerine kemer best bağlarlar bu darı mansur olan canları pir orada bulunan canlara sorar. Ey canlar bu canlar bu gün burada kırklar semahı dönecekler bu canlar kırklar bacısı olabilirmi bunlardan razımısınız dedikten sonra orada bulunan canlar hep bir ağızdan pirine rahmet derler o canlarda duasını alırlar ve niyaz edip ayrılırlar. sıra gelmiştir cem birlemeye gözcü sağa sola şöyle bir bakar meydanın düzenini gözden geçirir, sırada oturanların içerisinde ıkrar vermemiş olan veya çok yaşlı olup uzun süre diz üzerinde kalamayıp sırayı bozacakları sıradan alır, Dede hizmetin tamamlandığını görünce hizmete başlanmasını işaret eder, Bismişah cembirliğine itikat bütünlüğüne niyet eyledik, durduk divana, uyduk kurana, ve oniki İmama, niyazımız Hz.Hüseyine der hep birlikte secdeye inerler Allah Muhammed ya Ali diyerek başlarını kaldırırlar. BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM la feta illa Ali la seyfa illa Zülfikar la feta illa Ali la seyfa illa Zülfikar la feta illa Ali la seyfa illa Zülfikar Yezidin boynuna uğrasın tığla teber müminin kalbinde eksilmesin leyli venlihar bu dua imamı Caferin yanında muteber nasrun min Allahın fethün garibin ve beşril müminin bismişah nat aliyyül nasrumin acayip tevcüdün envelleke finel ağabeyin la ilahe hacaten hammiyen ve kammiyen bi hamdike ya Allah ya Allah ya Allah nebüvetike ya Muhammed ya Muhammed ya Muhammed nebi sırrı vilayetike ya Ali ya Ali ya Ali Avni ya Ali asna ya Ali edrikniya Ali, edrikni Hatice2yi Fatımayı zehra, edrikni ya Hasan müştaba edrikni ya Hüseyin Krebela ve oniki imamlar ondört masumu paklar, onyedi kemeri bestler gelmiş yetişmiş ola darda komaya kötülere pazval kuluna muhtaç eylemeye dertlerimize deva hastalarımıza şifa borçlarımıza edaola dil bizden inayet şahı merdandan ola huu mümine. Nuru nebi keremi Ali pirimiz Hünkar Hacı Bektaşi Veli gelmiş yetişmiş ola bir niyazımıza bin sebep yazıla dünyadan göçenlerimize Allahtan rahmet kalanlara sağlık selametler ola hayırlı evlat hayırlı devlet vere devletimizin kılıcı keskin eyleye şanlı ordumuzu karada havada denizde muzaffer eyleye dostlarımızı gülüşan düşmanlarımızı perişan eyleye dil bizden hidayet Hünkar Hacı Bektaşi Veliden ola huu mümine. sıra zakire gelmiştir zakir üç tane duazı imam söyler sonrada mihraçlamaya başlar Geldi Cebrail çağırdı Hak Muhammed Mustafa Hak seni mihraça okur Davetine kadir huda Evvel emanetim budur Bir piri rehber tutasın Daim rekana yetip Tarık ile mustakim Muhammed sukutu vardı Yoktur senden gayrı bir aziz Şimdi senden el tutalım Hak buyurdu vedduhuna Muhammed belin bağladı Anda hazır Cebrail geldi İki gönül bir ettiler Yürüdüler dergaha Vardı dergah kapısına Gördü bir aslan yatar oldu Aslan anda hamle kıldı Başa koptu bir tufan Buyurdu sırrı kainat Korkmayasın habibim dedi Hatemi ağzına versin Aslan ister nişane Hatemi ağzına verdi Aslan oldu onda sağın Muhammede yol verildi Aslanda gitti nihane Vardı hakkı tavaf etti Evvela bunu söyledi Ne çetin şirin var imiş Hayli çevreyledi bize Gördü bir becere derviş Hemende yutmak istedi Ali hile olaydı dayanaydı Ey benim sırrı devletim Sana tabidir habibim Egiliben secde kıldı Eşiğine kıblegaha Doksan bin kelam danıştı İki gönül dostuna Tevhidi armağan verdi Yer yüzünde insana Kudretten üç hon geldi Sülü elmabaldan aldı Muhammed destini doldurdu Nuş eyledi emrullaha Muhammed ayağa durdu Ümmetini diledi Cümlesine rahmet olsun Dedi ağladı kibriya Eğili ben secde kıldı Hoş kal sultanım dedi Kalkıp evine giderken Yolun uğrattı kırklara Vardı kırklar makamına Oturuben oldu sagın Eğiliben secde kıldı Eşiğine kıblegaha Secdeye indirdi özünü Turaba sürdü yüzünü Cebrail getirdi üzümü Hasan ile Hüseyin Anda selman hazır idi Seydullahını diledi Bir üzüm tanesi koydu Selmanın keşkülüne Kudretten bir el geldi Ezdi engür eylediler Hatemi ol elde gördü Uğradı bir müşkül hale Canım size kimler derler Şahım bize kırklar derler Cümleden ulu yolumuz Eldedir küllü varımız.104. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Birimize neşter vursan Bir yere akar kanımız Cümleden ulu yolumuz Eldedir küllü varımız Madem size kırklar derler Nedendir elsik biriniz Selman seydullaha gitti Ondandır eksik birimiz Selman seydullahtan geldi Hü deyip içeri girdi Muhammed esredi coştu Tacı başından düştü Ol şerbetten biri içti Cümleside oldu hayran Mümin müslüm üryan büryan Hep girdiler semaha Cümleside el çırpuben Dediler Allah Allah Muhammed'de bile girdi Kırklar ile semaha Muhammed'de coşa geldi Tacı başından gitti Çevresin kırk pare bölüp Sarıldılar kırklara Muhabbet'de galip oldu Yol erkan yerin aldı Muhammedi gönderdiler Hatırlar oldu seva Muhammed evine gitti Ali hakkı tavaf etti Hatemi önüne koydu Dedi sadaksı murtaza Evveli sen ahiri sen Batını sen zahiri sen Cümle işler sana bağlı Dedi şahi evliya Şah hatayıyım vakit oldu tamam Bu sırrı Hakka inandıramadın Özü çürüğun ervaha Canlar semaha girdiler çark dönüyorlar çark üç olur beş olur yedi olue bunların biri tamam olunca gözcü hemen dönenlerin başı olanın kolundan tutar öbirleride hemen sırayı bulur bununardından dede bir gülbent okur, Semahkar saf ola, günahlar af olasemahımız kırklar semahı ola dede böyle dediğinde hemen semahzenler secdeye iner zakir şu duayı okur, Ali Hasan Hüseyin Zeynelden Bakır Cafer Kazım Ali Rıza verdiğine şükür, Taki Naki Hasan Ali Askeri Mehdi bir niyazım var deyince semahzenler secdeden kalkar. meydanda üç veya beş olarak karşı karşıya kol açık dururlar zakir başlar. Çıktım kırklar yaylasına Çağırdım üçler aşkına Yüzüm yerlere sürdüm Yediler kırklar aşkına Bu canlar Allah Allah hak için ola seyir için olmaya derler. Hak Muhammedim gelsin Düşmüşlerin elin alsın Canım hakka kurban olsun Yediler kırklar aşkına Gelin şu farktan geçelim Akı karayı seçelim Ab-ı kevserden içelim Yediler kırklar aşkına Bu dünya kurulu faktır Gerçeklere sözüm yoktur Muhammed Ali haktır Yediler kırklar aşkına Burada zakir makamını hızlandırır semahzenler dönmeye başlar Şah hatayım gelin varalım Dergahına yüzler sürelim Onlar dursun biz vuralım Yediler kırklar aşkına Canlar bu dönüş üçlenir üçden sonra semahzenler duasını alırlar meydana iki diz üzerine otururlar, bundan sonra tevhit başlar, önce zakir söylemeye başlar, oradaki canlarda elleri diz üzerine yavaştan inip kalkmaya başlar. Günahım çok amma umudum sensin Allah medet ya Muhammed ya Ali Günaha kalmayan cömert kanisin Allah medet ya Muhammed ya Ali Sensin müminlerin desti demanı Yalvarınca sen basmazsın amanı Mürvet sana derim ey kerem kanı Allah medet ya Muhammed ya Ali Kuranda hel eta geldi şanına Mülcem oğlu kıydı senin canına La feya yazıldı zülfikarına Allah medet ya Muhammed ya Ali Rahmetin boldur sahavet kanı Şefaat umarız cevher madeni Dünü gün dilimizin ezberi Allah medet ya Muhammed ya Ali Kanber kulun önün sıra yürüttün İmam Hasan mahlemini tuttun Şah Hüseyin al kanların akıttın Allah medet ya Muhammed ya Ali Canlar bu duazların arasında tevhit söylenir, şöyleki,la ilahe illallah, illallah şah illallah Ali mürşit güzel şah eyvallah şah eyvallah.105. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- İmam zeynel hadta idi ol cenkte Kafirler daima hengi ahenkte Güzel imamların cesedi hakta Allah medet ya Muhammed ya Ali Onda imam bakır içti şerbeti Yaktı yüreğini yandırdı katil Okur idim imam cafer ayeti Allah medet ya Muhammed ya Ali Kazım Musa Rızanın katarı Katara layık olmaz serseri Taki ile Naki de verdiler seri Allah medet ya Muhammed ya Ali İmam Hasan askeriyi çağırır Mehdi gelir diye Bilal bağırır Kafirlerin askerlerini dağıtır Allah medet ya Muhammed ya Ali Anda kırk pare buldular şemleyi Ragmetle kandırdılar cümleyi Hatayının yarasını ermeyle Allah medet ya Muhammed ya Ali Bu duazlar söylenirken hep bir ağızdan tevhit söylenir tevhit tamamlanınca pir bir gülbent okur, semazenlerin yaşça küçüğü zakirin sazını eline alır duaya durur pirde gülbent okur, zakirde saza niyaz olur meydandan çıkar, saki hemen meydana gelir elinde bir kap ile ayak bağlar sakka duasını okumaya başlar saki duayı okurken orada bulunan canlar hep bir ağızdan derim sakka şah Hüseyin diye söylerler işte o anda göz yaşı dökerek bi feryat başlar. SAKKA DUASI ----------------- Sad hazaran lanet olsun ey münafık canına ben demedim hak buyurdu bunu senin şanına ümmetim dersin selavat verirsin peygambere Ali'ye şekkin var ne amel ahdına peymanına, elli kere hacca varırsın tavafın olmaz kabul arafata çıkarsanda klep düşer kurbanına adı hazretinden adaveti kesmedin şefaatı kimden umarsın cürümüne isyanına Ey azazül ahsen-i takvimini inkar eyledin yuh senin ol çürük geçmişin fasık imanına gel sultan hatayım sen sırrı söyle şah bir kerem kanidir kalmaya cümlesinin isyanına. Bu duazdan sonra saki kabın içindeki sudan önce pire sonrada diğer canlara ikram eder bu suyu çoğaltırlar cemde bulunan bütün canlar içersonrada kalan suyu saki önce üç kere havaya atmaya başlar gökten rahmetimizi yerden bereketimizi kesmeye Allah ya Muhammed ya Ali diye atar orada bulunan canlar hep bir ağızdan şöyle söylerler; mey olsun içenlere rahmet olsun geçenlere derim saka şah Hasan şah Hüseyin diye söylerler, bu aradada saki suyu canların yüzüne seper ve bu sudan her can nasibini alır hizmet tamamlandıktan sonra dede cem bağlama gülbentini okur gülbentin sonuna şunları ekler, Cemimiz oldu tamam Muhammed Ali'ye getirdik, imam Hasan Hüseyin kilit ettik Muhammed Ali'nin mühürünü bastık ya Hünkar Hacı Bektaşi Veli sana havale eyledik diye duayı bitirir, bundan sonra hizmer erleri dualarını alırlar gözcü son olarak bir carı çalar Allah Muhammed Ali şah Hüseyin için gözlerim yaş durur, lanet olsun ol yezidin bağrı kara taş durur, Kırklar meydanında pirim üstadım seydi faraş durur, Er cemali Muhammed pir Kemali Ali sevelim, Ali'yi beleyene selavat Allahümme salli ala seyidine Muhammed ve ala Ali Muhammed diye bitirir. Dar çeken didar göre oturan muradını bula bacılar otura özün hakka yetire hakta cümle muradını vere. bu gibi hizmetlerden sonra artık Cemde bitmiştir sıra yemeğe gelmiş olur yemeklerde yendikten sonra pir yemek gülbentini okur ve şöyle söyler oturan duran kovsuz gıybetsiz evine varan yastığına niyaz eden hayırlı rüyalar göre. bundan sonrada herkes kalkıp evlerine giderken fethiyeli köylüler bir birlerine Allaha çok şükür bu yılda cemimizi yaptık muradına erdik Allah cümlemize sağlık ve sıhhat vere gelecek seferki cemimizi göstermeyi nasip eyleye he birde sağolsun baba mustafada çok güzel hizmet etti onun sayesinde cemimiz tertipli ve düzenli geçti Allah ondan ırazı olsun diyerekten bir birlerinden ayrılır evlerine girerler. hangi evde misafir kalıyısa o evin sahibide dede'yi cem evinden alarak evlerine götürürler ve böylece herkes muradına ermiş olur.106. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Tembel memedin kızı yeterle icovun kızı satı bir araya gelmişler fakirlikten yoksulluktan çektikleri zirinkillikleri bir birleriyle konuşa konuşa dertleşerek dertlerinin hepini bir harman gibi ortaya dökmüşler, hemi dertlerini birbirlerine anlatıylar hemide ikisininde gözlerinden kalbur gibi yaşlar akıyı, yeterin değilde satının ağzıda bozuktu, oda aynı kayın babası atteyin omar gibiydi, biraz dertlenip hüzünlendimi, hemen ağzını bozup bize bu kötülüğü çektirenin taa babasının ağzına diye söverek yanmış yüreğini soğutmaya çalışıydı, yüreğini soğutmaya çalışıydı amma yeterde satıya karşı gelerek gız ayıptır satı şurda ikimizden başkası yoktur ikimizde birbirimize derdimizi döküyük başkalarına ileri geri söylemenin ne alemi var, böyle kötü kötü konuşmak senin için çok ayıp vallaha diyerek satıya öğüt ve nesihat veriydi amma satı ne anlar kendine öğüt verilmekten, yetere cevaben satıda, de ey ey çok bilmiş ağır akkıllı avrat seninde deyip yeteride bi güzelce suvarıydı, yeter satıya ne yapsın ne etsin ancak satının ileri geri söylediklerini hiç duymamazlıktan geliydi, satıyınan ikisi vardı yeter tam derdini dökecek zamanı bulmuştu satıya hele sen bi hüsde babam aklıma düşmüşken babamdan biraz anlatam deyince, satıda hee gı baban tembelden biraz anlat hele, baban tren yolunda çalışıp çalışıp köye geldimi olanca gazancını gayfede humara verirmiş öylemiymiş gı yeter Allahı seversen babayan bu yaptıkları doğrumuymuş hele bi anlatda diyneyek dediğinde, yeter derin derin içini çektikten sonra biz daha küçüktük, zaten ben doğduktan sonrada o fıkara anam çok yaşamamış hastalanıp ölmüş, anam öldükten sonra biz üç bacı birde babam yetim kalmışık, Eee sende bilirsin bir evde o evin kadını olmadımı geride kalan çocukları yetim kaldığı gibi, eyleya o evin herifide yetim gibi sayılırdı, evet babam demir yollarında çalışıydı, evdede büyüğümüz fatteydi onun küçüğüde zeynepdi en küçükleride benidim, biz küçük olduğumuz için biziminen ilgilenen bacım fatteydi çünkü o bizden büyüktü, bir gün zeynep pınardan su alıp gelirken ta gölün orda gelen babamı görüyü, hemen sitillerinen suyu koşarak eve getiriyi, fattey abla fattey abla babam geliyi babam diyerek bağırırken ben zeynepten sormaya başladım hani nerede babam diye, çünkü babamızı çok az görüydük ben böyle sorurken evlikten çıkan fattey ne diyin zeynep biraz evvel bana bişeymi diyidin diye sorduğunda, zeynepte fattey abla ben gölün orada babamın geldiğini gördüm elindede bir sürü öte beri vardı dedi, zeynepten babamın geldiğini duyan fattey bir hızınan kapıya çıkıp çarşının yoluna doğru babama bakmaya başladı babamda köyün pınarının oraya kadar gelmişti, kucağıda hemi eve aldığı hemide bizim için aldığı öte beriyle doluydu, zaten babam evi ve çocukları için para harcamaktan hiç çekinmezdi. çalışıyken her şeyi bol bol alamda çocuklarımda bol bol yesinler derdi, hemen fattey koşarak babamı karşıladı babamın kucağındaki öte berilerin yarısını fattey aldıki babamın yükü hafiflemiş ola. fıkara babamda kendine yardım edecek birini bekliyimiş kan ter içinde kalmış yorulmuşduda. fattey babama sen yorulmuştursun kucağındakilerinin bir kısmını bana ver dediğinde babamda al kızım al bir kısmınıda sen alda böylece bu yükü paylaşmış oluruz diyerek bir birleriyle laf ede ede eve geldiler, daha dışardalarken fattey zeynebe, zeynep kapıyı aç kapıyı biz geldik diye bağıracağı sıra da kapının bir anda açılmasına babamda çok sevinmişdi. çünkü kapının arkasında zeynep babamın gelmesini bekliyidi, içerde kapının anahtar deliğinden dışarıya bakarak dışarıyı gözetleyen zeynep bu kapının anahtar deliğide hep bahçaları gösteriyi diye zaman zaman da sinir oluyudu böyle sinirlenip hayıflanırken, bir anda babamla fatteyin karşıdan geldiklerini anahtar deliğinden görünce hemen kapıyı açtı çünkü zeynepte merak içindeydi, ben biraz daha küçük olduğum için babamın aldığı öteberiye pek sevinecek durumda değildim çünkü bişeyden anlamıydımki. bizim eve dış kapıdan içeri girdinmi büyük bir havlusu vardı dış kapının hemen sol tarafındaki ocaklığın oraya kucaklarındaki öte berileri endirdikten sonra babam üçümüzüde teker teker kucaklayıp benim kimsesiz ve yetim çocuklarım diyerek hemi başımızı okşuyu hemi bizi öpüyüdü demekki fıkara babam bize çok öksemişti, şimdi ben bunları düşünürken sanki içimde derin bir iz bırakmış gibi oluyu. yeter çocuklğundaki günleri icon kızı satıya anlatırken gözleri derinlere dalmış sanki o an kendini taa yıllar öncesine küçüklüğüne kadar götürmüştü, satının boğazı gıcıklanıpda öksürmesiyle yeter bir anda sıçırayıp ayıktı ayıkıpda kendine geldiğinde gözlerinden akan yaşların farkına vardı, cebindeki mendilini çıkarıp yüzünü gözünü sildikten sonra satıya dönüp gız satı dur bir çaydanlık çay bişiremde şurada oturduğumuz yerde barabar bi çay içek diyerek gaz ocağının yanına doğru gitti giderken satı arkasından bağırıydı gız yeter gaynanan Alhasın kızı bişey mişey demesin ha çay için, yeter çaydanlığı gaz ocağının üzerine koymuş ocak yanmaya başlamıştı bile, yeter geri gelerek gız satı şimdi Allah var benim gaynanam diyede demiyim amma benim gaynanam çay için yemek için heç bişey demez yenmiş içilmiş heç gözüne gelmez deyince, satı bir kere daha ağzını bozarak bizimkiler olsa bana olmadık işler ederler bizde onun için elimizi bişeye atacak olursak mahakkah eli kirliye söylüyecez yani onun haberi olacak eğer onun haberi olmadan bişey yaparsak varya vay gele başımıza diye derdini dökerken zamanın nasıl geçtiğinin ve çay suyunun ne zaman kaynadığının farkında bile olmadılar demledikleri çayı bir güzelce birlikte içtikten sonra, satı yetere gız yeter sanki sen bir filim makinesi gibisin bu kadar işleri nasıl kafana yer ettin heçmi birini unutmadın helal olsun sana vallaha, ben olsam bu kadar işlerin heç birini kafamda tutamam diye konuşan satıya, yeter işte bizim halımız böyle diyerek kaldığı yerden devam etmeye başladı, babam demir yolundan geldimi bizinen biraz zaman geçirdikten sonra hemen kahıyı turalıyı ver elini gayfeye, gız satı öyle bi durumki babam eve geldiya bazanda gayfeye gitmiyi evde bizimle oturuyu bu millet nereden duyuyu nereden biliyi sanki burunlarının kokusu var, babam gayfeye getmediği zaman hemen birileri eve geliy babamı çağırıydı babamda dışarıya çıktımı bi fiskosa düşerler ondan sonrada babam içeriye gelir bize derki uşaklar benim biraz işim çıktı beni çağıdılar bi gidem hele bana ne deyecekler ben birazdan hemen geri dönerim diyerek evden çıkıp giderdi, bizde babamız gelecek diye bekleye bekleye gözlerimize uyku çökerdi.107.108. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- En çok'da ocaklığın kenarında otururduk hemen olduğumuz yerde, her birimiz bi yerlere kıvrılır yatardık, bazan ışıyıncıya kadar babam gayfede dururmuş, bizler daha sonradan öğrenirdikki köylünün humarcı olanları babamın köye gelmesini takip ederlermiş,fıkara babamda bu şeytanlıklardan anlamıyya ne bilsin elin içini dışını herkes bi şeytanlıkla datlı dille güler yüzle babama dostluk gösteriyler babamda onları dost biliyi oyusa adamların içinde şeytanlık varımış, babam köye geldimi evde bizinen ilgileniyya hani gayfeye getmiyiya, o humarcılar içlerinden birini bişey varmış gibi bahane ederek gönderiylermiş babamı çağırıp alıp gayfeye götürüylerdi deyince, icon kızı satıda he gız he bizim evinen sizin ev yakındıya duyardık baban tembel memmede humar oynatırlarmış bende ondan biliyim diyerek satı gene ağzını açtı tembel memmedi alınan humara götürenlere, oy onların humarcı babalarının ağzına eymi diyerek satı her zamaki gibi sövme görevini tekrar yerine getirmenin gururu içinde olarak, anlat hele anlat diyerek yeterin o dertli anlatımından etkilenen satının kendiside yeterinen barabar üzülüp yeterinen barabar ağlıyıdı. yeterin gözleri gene dalmış gene eskilere getmişdi, gız satı dedi bir gün bir adam kapıya gelmiş memmet memmet diye bas bas bağırıyı, bizde üç bacı içerdeyik babamda içerde o dışardaki adamın ta içeriye kadar sesi geliyi biz sesi duyduk ama babam yastığa şöyle yaslanınca uykusu çöküp mızgandıya bizde heç ses çıkarmıyıkki babam uyanmasın eğer uyanırsa kalkıp gene o çağıran adamınan gayfeye gidecek bide gayfeye gettimi ne zaman geldiğinide bilmiyik, o yaşı kesilesice adamda kapının önünden çekip getmedi ha bire memmet memmet diye bağırıyı derken babam o bağıranın sesini duydu duymasıynan yekinip kalktı hele bakam kapıdaki şu dürzü kendini yırtarcasına ne bağırıyı diyerek kapıya çıktı, o adamınan biraz konuştuktan sonra adam çekip getti babamda içeriye geldi fatteyde babama yemek hazırlamıştı hemen iki lokma ya yedi ya yemedi bize çocuklar dedi benim biraz işim var çarşıya bi gidip hemen gelecem deyip evden çıktı evden çıkarkende ben çar çabuk dönerim diyerekde bize sesleniydi, bizde babamız gelecek diye sabaha kadar bekledik sabahı sabah ettik hala babamız gelecek, öyleye doğru babam şoradan çıkıp geldi, geldi amma babamda ne bet beniz kalmış nede hal kalmış yüzü sararmış geçmiş belliki oda sabaha kadar uyumamış, amma öyle baba yiğit adam bir gün uyumadı diye sararıp solacakmı, yok yok bunda bi iş var dedik, babamda kör pişman olmuş gibi ot yastığını yere yatırdı başını yastığa koyup uyumaya çalışıydı amma bir türlü uyuyamadı bir müddet dönüp durdu fattey baktıki babam uyuyamıyı getti bi savan getirdi babamın üzerine örttü ama gene uyuyamadı epey bi zamana kadar sağa sola dönüp durdu fıkara babam oy ölem ölem babam, bir müddet sonra uyumaya başlamıştı, bizde babam daha rahat uyusun diye ses çıkarmamak için hemen içeriden dışarıya çıktık. çocuk hali olurya belki sesli konuşuruk diye fatteyda hadi gızlar dışarıya çıkak deyince bizde ister istemez fatteye uyduk. gız satı babam demir yollarında çalışıyıdı amma köyede geldimi gayfedende heç çıkmıydı, gayfeden çıkmadığı için'de bizinen pek ilgilenemiydi Eee anamızda yokki anamıza sığınak tam başlı başına bi yetim hayatı yaşıyıdık bi yakınımız akrabamızda yokturki bize sahap çıka yani bizim halımız Allaha kalmışdı Allaha kul gereğise kayırsın hah işte biz öyle durumdayıdık, alicende akrabalarımız vardı amma deyince, satı hemen lafa karıştı sizin hısımlarınız şu salmoon uşakları öyle deelmi yeter deyince, yeterde he satı işte onlar bizim hısımlarımız amma onlar alicende bizse fethiyedeyik gerçi onlarınan biz bir birimizden uzak kalmışık hısımda olsak akrbada olsak birbirimizi doğru dürüs tanımıyıkki accık yardımcı olak aynı elik el, hısım akraba gibi yakın değilikki nolacak el gibiyik, evde fatteyinen zeynebin aklı eyi eriydide benim aklım şöyle böyle eriydi.109. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Diye söyleyen yeter, satı bacıma söyleyem deyince satı dur hele dur lafını unutmada ben bir su içem lafınan su içmeyide unutmuşuk keaa deyip ayağa kalkan satıya mani olan yeter amaa sen otur satı ben sana suyunu getiririm sen benim misafirimsin deyip satının kolundan tutarak geri minderine oturttu, gedip bir tas su kendisi içti bir tas suda satıya getirdi, satınında yüreği yanmışdı suyu içince ferahladı, ferahlayıncada yeter yeter su gibi aziz olasın geçmişleriyin canına değsin, aha bu senin konuşmalarından yüreğim yanmışdı suyu içince rahatladım sağol varol benim bacım dedikten sonra, Eee nerede kalmışdın anlatda hemi biraz dertlenek hemide ağlayak deyip geç kaldığınında farkında olduğunu bilerek amaan gec kaldımya bu günde yemeği onlar bişirsin dedikten sonra sesini kestiki yeter kaldığı yerden geri başlaya ama dert öyle bi dert olduki lafın neresinde kalıpda geri neresinden başlayacağını unutmuştu bile, yeter satıya dönerek gız satı ben lafın neresinde kaldıydım unuttum getti hele bi söylede lafın neresinde kaldıysam oradan geri başlayam deyince, satıda baban gayfeden geldide şeylece bi kenara uzanıp yattıydıya, akrabanıza gelince alicendeki salmoon uşaklarıda akrabanızmışya, fatteyinen zeynebin akıllarıda yetiyi amma senin aklın o kadar yetmiymiş deyince, yeterde vay Allah razı olsun senden satı deyip, hani bir adam geldide kapıdan memmet memmet diye çağırdıya, babamda uykudan kalkıp dışarıya getti adamınan konuştuktan sonra babamda evden çıkıp doğru gayfeye gediyi ırahmat olacca sen niye gediyin gayfeyengüzelce otursana evinde. Eee gı anlat hele ne dümen çevirmişler babana diye soran satıya, yeter nolacak babam demir yollarından aylığını yeni almış önüde tatile geldiği için eylece aylığı cebinde kalıyı köyede geldiğinde babamın yolunu bekleyen o akbabalar alınan babama haber salıp çağırtırlar babamda gayfeye varınca görenler yaramışlık yaparak Ooo memmet sen hoş gelesin nasılsın iyimisin hele memmede bir çay verin derler ardından şurada eğlencesine oyun oynayacazda masada adamın biri eksik hele gelde bir iki oyun oynayak deyip ocaklıktaki çaycıya seslenirler hele bizim çayımızıda getir derler, ocakcıda durumu bildiği için çayları hazırlamış zaten, hep birlikte olup babama bir kumpas kurmuşlardı, fıkara babamda bu kumpası yutmuştu, ocakcı çayları getirmiş, oyun oynayacak adamlarda önceden yerlerini ayarlayıp oturdukları için oyun içinde oyunu bilmeyen babamı duvarın dibine oturturlar, bu üç ayak oyunundan haberi olmayan babamın oturduğu yerin arkasındaki duvara birde ayna asmışlar,niye asmışlar biliyinmi satı diye sorduğunda satıda niye asmışlarki diye öğrenmek için sorunca nolacak karşıdaki humarcı babamın elindeki kağıtları ayna vasıtasıyla daha iyi görmek içinmiş deyince satı gene oy humarcı babanızın ağzının içine eymi diyerek bir kere daha söverek yüreğini soğuymaya çalışıyıdı,yeter kaldığı yerden devam ederek bile bile adamın demir yollarında ne ağır şartlarda kazandığı parasını al ile çarpacaklarının keyfini çıkararak fıkara saf olan babamda dahil humarcıların hepiside bir keyf ile çaylarını içtikten sonra humarcılardan biri gayfeciden oyun kağıdı istemiş o humarcı akbabaların sahtekarca hepiside birleşip fıkara babamı çarpacaklarını ne bilsin, içlerinde Allah peygamber korkusu olmayan o vijdansız adamlar humara başlamışlar önceleri çayına oynamışlar, sora sorada işi paraya dökmüşler, babam oyun kağıtlarını eline aldığı zaman karşısındaki humarcı aynaya bakınca babamın elinde nasıl kağıt varısa görüp ona göre oyun oynarmış. oyun oynaya oynaya sabahı sabah etmişler, sabahtan sorada öylen olmuş, öylen olmuş amma fıkara babam demir yollarından aldığı aylığı, o para bizlerinde rızgıyıdı gerçi, o vijdansız humarcılar hepisini utmuşlar babamın cebinde beş kuruş bile para kalmamış öylece kör pişman eve geldi üstünü dahi çıkarmadan perma perişan halde yere uzandı zoraki olsada uyudu. yeter satıya gız satı babama öyle numara yapıpda bizim gibi yetim kalmışların ırızgını bile bile humar yoluyla utmaları şeytani bir düzen ve bu şeytani düzen ile bizim gibi yetimleri dahada perişan etmeleri, bile bile al ile düzen ile utmaları hani ben diyimki öyle bir insanın paralarını utmak bence aynı hırsızlık gibidir acaba onları Allah affedermiki.110. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Gız satı aha sana soruyum o para o vijdansızlara helalmı harammı böyle insanlar öldüğü zaman hangi dürüstlükle hangi yüzle Hz.Muhammed'den şefaat bekleyecekler Allah için söyle diye yeter, satıya bir soru sormuştu satıda, yetere gız yeter, yeter yetim hakkı yiyen varya Hz.Muhammed'den şefaatı bırakda cehennem zebanileri bile onlara yardım etmez, yetim hakkı yiyenlerin yerleri cehennemdir, hemide o humarcılardan kim yetim hakkı yediyse taa ağızlarının ortasına şey ediyim diyerek satı gurur duyduğu en büyük silahı olan o ünlü sövmesini bir kere daha tekrarlayarak içini soğudup rahatlamaya çalışıydı vede yetere doğru dönüp gız yeter benimde söyleyecek çok derdim varda bu gün senin dertleriyin içinde boğulup kaldık, bir başka zaman aynı senin dert çuvalının ağzını açtığın gibi bende çuvalın ağzını açarım, seninen oturup derdimi bir güzelce dökerim, bizimde çok derdimiz var senin derdiyin aynısı gibi olmasada, senin dertli derdin gibi bizimde derdimiz dertlice. neyise ben hüsemde sen nerede kaldıyısan gene aynı yerden başla diyerek yeteri tekrar aynı hüzünlü dertlere götüren satı aslında kendiside yeter gibi dertliyidi, yeterin derdini dinledikce kendiside ağlayarak deşarz oluyudu, yeterde tekrar eski günlere dönmüş gözleri gene dalmıştı hemide taa uzaklara doğru. satı bacıma deyem diyerek gene söze başladı bizim anamız öldükten sonra hani sana biraz evvel anlattığım o rezillikler vardıya çektiğimiz o zirinkilliklerden sonra babam evlenmeye kalktı, hani evlenmeside normal, ben zaten küçüğüm, küçüğüm derken kızların küçüğüyüm babamın evlenmesine hepimizde dünden ırazıyık, daha sora kendiside münasip birini aramaya başladı, hani bir ata sözü var kör atında kör alıcısı olur derlerya babamda varlıklı biri olmadığı için kendine biberi ilayık gördü onunan evlenmeye karar verdi, nolacak babamın önüne düşüp dolanacak kimseside yoğudu, alicendeki hısım akrabayı bir kenara bırak, eğerki babam varlıklı biri olsaydı hısım akraba olmayanlar bile koşarak gelir babamın evlenmesine yardımcı olurlardı, işte bu yüzden babamda biberinen evlenmeye karar verdi, hani biz bibere ileri geri yada kötü dediğimizden değil onuda Allah yarattı oda iyi birisi amma gel gelelim babam babayiğit çamdalı gibi hani diyeceğim şuki iki kişi yan yana geldimi bir birine yakışacak görenlerde maşallah diyecek herneyise derken babam ile biber evlendiler bunlar evlenince babamdada biraz olsun düzelme oldu, gayfeden filan elini ayağını çekti, tren yoluna işine gediyi işinden evine geliyi arada birde tatili oldumu eve gelip tekrar işe gideceği güne kadar gah bizinen gah analığımınan gah evdeki bazı işlerinen eğleniyi işe gitme zamanıda geldimi çekip işine gediyi babamı böyle görünce şaşırdık şaşırmamıza rağmen seviniyikde öyle bir keyfli neşeli oldukki keşke babamız daha önceden evleneydi diye kendi kendimize hayıflanıyıkda, satı biliyinmi babam varya, memmet memmet diye arada bir kendini çağıranda oldumu hemen dışarıya çıkıp o bağıranı gerisin geri yolluyudu, birde dönüp o çağıran adama sizler böyle çağıra çağıra beni alıp götürüyüsünüz hepiniz bir olup bana kumpas kuruyusunuz beni humara düşürüysünüz, bundan sonra benim sizinen daha heç bir işim olmaz hadi güle güle deyip adamı kovmaktan beter ederdi, eve her gelene babam böyle diye diye bir müddet sonrada daha eve kimsede gelmez oldu hemi bizler hemide babam o humarcılardan kurtulmuş olduk, analığım biberdende Allah razı olsun bizleri hiç titnemedi kendi öz evladı gibi görüp bağrına bastı.111. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bizler anasızlıktan kir pas içinde kalmıştık başımıza bit düşmüştü, ben şimdi düşünüyümde bizim fatteyde evi çekip çevirecek durumda değilmiş, her ne kadar evi temizlemeye uğraşsada demekki onunda aklı o kadar eriymiş, analığım biber babamınan evlenipde gelince evin içinde ne var ne yok hepisini kilimleri yastık yüzlerini yorgan döşek yüzlerini, yorgan döşeğin yunlarını bile bir bir hepisini yikadı yıkadı serdi, evin bütün işlerini bitirince bu seferde döndü bizleri, fatteyi zeynebi beni hele benim başıma bit düşmüştü, saçımı bi güzelcene kazıyıp üçümüzüde çimdirip temizledi, o çamaşırlarımızı bi kazana doldurup gaynaya gaynaya çamaşırlarıda ter temiz etmesi bir başkaydı çamaşırlar bile mis gibi kokuyudu, aradan on onbeş gün geçince bizlerin o solgun benzimizin kirli paslı halımızın vede keçe gibi olan saçlarımızın temizlendiğinden dolayı rengimizin açılmasının bile bizler farkına varıyıdık, biz nasıl farkına varıysak tabiki köylülerde farkına varıylardı, köylülerden bazıları eyiki tembel evlendide şu yetimler kurtuldu deyen deyeneydi. analığım biberin gelmesiyle bizlerde temizliği görüp öğrendik hemide garnımızda sıcak bi yemek görmeye başladı, anamın nasıl biri olduğunu hatta yüzünü dahi hatırlamıyım, ben küçükken anam vefat etmiş bizlerde yetim kalmışık, yeter içini çekerek anasını hatırladığında gene gözlerinden yaşlar süzülerek enmeye başlamıştıki satı, yeter yeter deyince yeter daldığı hayalden uykudan uyanırcasına uyandı. satı yetere Allahı seversen de yeter artık sabahtan belli ikimizde ağlıyık bak ben ağlamayı bıraktım artık sende ağlama diyerek yetere nasihat veriydi sora dönüp hele sen kalakda bi gözelce elini yüzünü yıka hemide bana bi tas su getirde bi su içem gene yüreğim yandı böylesi dertlerin ataşını suda söndürmüyya, hadi gah hele gah diyerek yeterin o buğulanmış gözlerinin hemide dağılmış kafasının toparlanmasını istiydi. Eee yeterde ezgin yaşamış ezgin yaşadığı gibide olgunluğu bile biriydi, olgunluğu bildiği gibide nasıl haraket edeceğini ne yapacağınıda bilen biriydi, satının o sözüne karşı kalkıp bir tasınan biraz su alıp dışarıya çıktı yüzü gözü, göz yaşına belenmiş yüzüne iki üç kere su çarparak bi güzelce yüzünü yıkadı bir bezinende yüzünü iyice sildikten sonra o su tasını havluda duvarın dibine koyup tekrar oturdukları yere satının yanına geldi gablıktan bir tas alıp sitildende bir tas su alıp satıya götürüp verdi suyu verirken satıda yeterin yüzüne bakıp şöyle bi göz attı eyi dedi eyi yüzüyün gözüyün rengi birez olsun açılmış hele şu halına bi bak gözlerin hemi şişdi hemide kan çanağına döndü bi daha ağlama bende ağlamayacam, ağlamayacam diyim amma soyha dertde rahat gomuyki, bir kere dert çuvalının ağzını açtık dertleri döktükce göz yaşlarımızda dökülüyü, bilmiyikki bu yokluğun bu zirinkilliğin elinden nereye gidek diyen satı ellerinide havaya kaldırarak ey kurban olduğum Allah sen bizlere yardım etde bizde şu yokluktan zirinkillikten kurtulak diyerek Allaha yalvarıydı, Allaha yalvarması bittikten sonra satı yetere dönerek gız yeter epeyde zaman geçti şimdi eli kirli beni arattırır kırk kapıya deynek çaldırır satı burdamı satı burdamı deyerek Allah senin canını ala neydecen satıyı, sen ne yapacaksan yap' amma yapmaz bütün işlerini yaptıracak onunda önü süre bir köle varya arattırır durur beni, kendiside gucağına bir gucak yun elinede bir kirmen alır ha bire kirmen eğirip duruyu, ben bilmiyimki sen nedecen bu kadar yunu, evin içi dışı yununan doldu daşdı, soyhasına galacca yunda savrula savrula yemeklerimizin içi dışı bile yununan doldu diyerek satıda derdini açıydıki yeter satıya, sende başka zaman derdini açarsın diyerek satıyı susturdu, satıda yeteri hemi seviyi hemide onun sözlerine önem veriydi, nede olsa yeterinde satınında anaları culfalıdan gelmişdi ikiside culfalı yeğenleriydi.112. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Aynı zamanda culfalı dediğimiz yerde küçük bir köydü, Anadolunun şirin bir köyü. culfalıların hepiside bir birlerine akrabalar, işte bu yüzden satı yetere bi akraba olarak saygı gösterip itaat ediydi. yeter satıya, satı sen hüsde başka zaman derdini dökersin deyince satıda yeterin sözüne itaat ederek susup tamam yeter yamam sen devam et diyerek yeterin konuşmasını onaylamış oluydu. yeter tekrar geçmişteki o yokluk ve acı dolu yıllara döndü fatteyin nasıl kaçırıldığını anlatmaya başladı, şimdi eniştemiz olan bu fateyin Alirza varya bacım fatteye gönül bağlamış, bu alirza şıh hasanlı hocanın abidinin oğlu çirkininende çok sıkı fıkı arkadaşlarya ondanda guvvet alıyı, her gün bizim kapıdan gelip geçiyi, yeter böyle anlatırken satı yeteri susturdu, yeter yeter Allahı seversen sen hüsde fatteyin nasıl kaçırıldığını ben anlatam, fateyin alirza kayın babama birez derdini dökmüşde, kayın babamda alirzadan duyduklarını kaynanama anlatıydı, bütün olanı biteni bende onlardan duydum, hele sen hüsde ben duyduğum gibi hepini anlatam deyip yeteri susturan satı başlamış fatteyin nasıl kaçırıldığını anlatmaya. günün birinde alirza damlarının arkasında bayram depesinde uzanıp hayallere dalmış taki akşama kadar hala alirza hayal dünyasında o öylece hayal dünyasında yaşamaya dursun. akşam sığırlarda gelince fatey garının inekleri gelmemiş inekler eve gelmeyince bu avrat fatey garıda sağa sola bakarken depenin yüzünde uzanmış yatan oğlunu görüyü evden ta oraya bağırmaya başlıyı alirza alirza, o bağırtıya alirza sıçırayıp kalkıyı, ne diyin ana ne diyin diye oda anasına sesleniyi, fatey garıda, oğlum ne yatıyın orada sığır ta ne zaman oldu geleli amma bizim inekler daha gelmedi, hele kalkda şu ineklere bi bak çatlaatcalar şimdi gör neredeler diyerek oğlunu hemi daldığı hayalden uyandırıyıdı hemide eve gelmeyen ineklerini bulması için çağırıyıdı, amma ne anası nede inekler alirzanın umurunda değildi, neyise fatey garının oğlu gidip inekleri bulup getiriyi. anasıda oğluna oğlum artık seni everek, senin evde barkda gözün gönlün kalmadı deyince, alirzada yakın ana oda yakın deyip inekleri ahıra soktuktan sonra evden çıkıp doğru hocanın abidin gilin oraya gediyi hani çirkininen eyi konuşuyuya alirza oraya vardığında bakıyki çirkin kapılarının önündeki sekinin üstünde çay içiyi selam aleykim diyi oda vay aleykim selam alirza hoş geldin gardaş hele şöyle oturda sanada bir çay goyam deyip ayağa kalkan çirkin hele dur içerden bide bardak getirem deyip içeriye gidip bide bardak getiriyi bardağa çayı doldurup alirzaya ikram ettikten sonra birlikte çaylarını içerlerken alirza çirkine ya gardaş şu benim işi halledek daha duracak zamanda kalmadı, evde anam yalanız benimde kendi kendiminen barışık yanım kalmadı, gızı istesek düğün yapacak halımızda yoktur, ancakki en golay yolu gızı gaçırmak olacak. amma ben bu işi yalanız yapacak halda,da değilim, şu goca köyün içinde tek güvendiğim inandığım candan arkadaşım sensin, eğer sen bana yardım edersen bu gızı gaçırırık diye çirkine dert döken vede çirkinden yardım isteyen alirza derin derin of anam of diye içinide çekerek hele durki gız sana gaçacakmı oğlum diye kendi kendinede sessizce konuşuyudu. alirza sahipsiz ve kimsesiz hissediydi kendisini, derdine bir çare arıydı ama o çareyi nerede ve nasıl bulacağınıda bilemez haldeydi, tek çaresi çirkinin kendisine yardım etmesiydi, eğerki çirkin kendisine yardım ederse bu gızı gaçıracağına aklı eriydi, yok eğer çirkin kendine yardım etmezsede gızıda nasıl gaçıracağına hiçmi hiç aklı ermiydi. bu ızdırap verici hallerinden dolayı alirzanın kendisindede hiçmi hiç akıl kalmamıştı ne yapacağını bilemez hala gelmişdi. günde on onbeş kere pınara su içmeye gidiydi, onun gayesi su içmek değildi pınara giderken onun yolu gönlünü kaptırdığı fattey kızının kapılarının önünden geçiydi.113. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alirıza kızın kapısının hizasına gelipde geçerken bir gözüde gönlünü verdiği kızın kapısındaydı, olaki kızı kapıda mapıda görüpde usul boyuna bakarak yüreğindeki yanan ateşi biraz olsun söndürmek istiyidi, amma kızda alirzanın oradan gelip geçmesinde yada kendi kapılarına bakmasından hiçmi hiç oyerli değildi, alirzanın kendisine abayı yaktığının farkında bile değildi, eğerki alirzanın aklından geçenleri çirkininen konuştuklarını vede kendisi için kaçırma pilanı yaptıklarını bilseydi, alirzanın bir daha o kapının önünden geçmesini bırak, o mühitte bile gezdirmez ederdi, şimdi Allah var fattey kızıda öyle yiğit bir kızıdı. çirkin alirzaya dönerek yahu gardaşım hemi dalgınsın hemide kendi kendine konuşıp dururyun, Allahı seversen ne konuşup duruyun, hele şu konuştuklarını söylede bizde bilek, ne söyleniyin ağzıyın içinde diyerek alirzayı açmaya konuşturmaya o düşünceli halinden biraz olsun kurtarmaya çalışıydı, amma alirza bir kere durgunlaşmıştı, konuşmayı canı istemiydi, sefillemiş gözleri derin bir boşluğa düşmüş öylece pel pel bakıydı, çirkinde durumu vaziyeti anlamıştı bişeyler söyleyip arkadaşını biraz olsun rahatlatmak istiydi amma alirzanın bu halini gören çirkinde ne diyeceğini şaşırmış o şaşkınlıktan ne diyeceğini unutmuştu bile. kendi kendine düşünmeye başladı yok yav bu oğlan fattey gızına abayı yakmış bunu bu sevdadan heç kimse döndüremez eğerki gızıda alamazsa bu oğlan bu dertten hasta olur vede Allah esirgesin ölür gider diye düşünüydü kendi kendine, döndü kendinede lan oğlum seninde alirzadan ne farkın kaldı yani sende alirza gibi konuşmaya başladınya yakında hocanın abidin hemi seni hemide alirzayı elazize deliler yurduna götürür bırakır, demedi deme eğer bu gedişinen bu gün yarın götürürsede heçde şaşmam bu işe diye gene aklından geçirirken, bir anda kendine gelen çirkin, alirzaya yahu gardaş sen bu gıza abayı yakmışsın, belliki gızı seviysin, amma sende gıza heç bir haber ettinmi yada bir işaret verdinmi, gıza bir mendil yada ne bilem işte öyle bişeyler heç saldınmı, yani benim demek istediğim, senin sevdiğini gız biliymi, farzetki biliyi diyelim gızında sana garşı ilgisi varmı, sana eyimi davranıyı yada kötümü davranıyı, benim bildiğim bir oğlan bir gızı severse gızında haberi varsa vede gızda oğlana meyilliyse bir birlerine ilgi alaka gösterirler daha samimi davranırlar birbirlerine hediyeler gönderirler. bu arada çirkine pel pel bakan alirzaya çirkin Eyy uyan artık bu kara yasdan sana söylüyüm gardaş öyle değilmi, peki bunların hangisi yani deminki benim konuştuklarımın hangisi var sizlerde. bu senin sevdandan eğerki gızın haberi yoğusa gızın sana gaçmasıda biraz zor olur hatta imkansız olur, yada haberi varda amma gönlü yoğusa gene sana gaçması zor olur ancak senin işin Allaha galmış olur. yada senin bu gıza olan sevdandan gızın haberi varsa vede sana biraz meyilliyse işte o zaman gızı kolaylıkla gaçırırık. beni duyuyunmu gardaş bana bişeyler söylesene ula eyy alirza sana söylüyüm la beni yoğusa duymuyunmu diye alirzaya seslenen çirkine nihayet alirzada cevap vermeye niyetli gibi görünmeye ağzının içinde mıdılanmaya başladı amma belli belirsiz mırıldanmasını çirkinin duymasını bırak alirzanın kendisi bile duymuydu, çirkinde ters ters alirzanın yüzüne bakarak ulan oğlum sesli konuşki ne mırıldandığını bizde duyak, ne mırıldandığını sen bile duymuyun deyince alirza biraz daha sesini yükseltti ama gözleride kan çanağına dönmüştü, göksünü geçirerek çatallaşmış sesiyle yok gardaş yok deyip gözlerini bir yumup bin döküydü, çirkinide bir hüzün bir heyecan sarmıştı, yahu gardaşım şu yok yok dediğin lafıyın sonunu arkasını getirsene diyerek alirzayı bi iyice köşeye sıkıştırınca, alirzada gardaş benim gıza olan sevdamı gız bilmiyi, gıza karşı çekindim utandım kendisine abayı yaktığımı hemde kendisiyle evlenmek istediğimi anlatamadım, beni çekindi say utandı say isterse korktu say ama söyleyemedim işte, şimdiyse ne yapacağımı bilmiyim sanki bir boşluk içindeyim, yok gardaş yok bizim gibi fakir insanların bu dünyada rahat yüzü görmesi olsun hatta bizlerin evlenmesi bile zor durumda ne yapacağımıda bilmiyim.114. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Başımızda ne baba var nede baba gibi bir büyüğümüz, fıkara bir anam var oda netsinki onunda elinden gelecek heç bir iş yoktur, deyelimki biz gettik gızı istedik memmet emmi verirmi vermezmi bilmiyimde farzetki gızı verdi, bu düğünü biz nasıl yapacaz elimizde avucumuzda üç beş kuruş parada yokturki benim tek çarem gızı gaçırmak olacak, goleyliğinende olsa zorunanda olsa gızı gaçıracam. ancak gızı gaçıra bilmem içinde senin bana yardımcı olman ilazım diyerek içinden geçenleri sıralayıp söyledikten sonra, çirkinde elini kaldırıp alirzanın omuzuna vurarak ula sabahtan belli düşündüğün hatta zaman zamanda ağladığın derdin bumuydu, peki sen bu işi enine boyuna heç düşündünmü, bu işin sonunun eyi olacağının dışında, sonu kötüde olacağını karakola kadar gideceğini hatta işin içinde hapislik dahi var olacağını, bir bir sen bunları heç düşündünmü deyince, alirzada yav gardaş benim okumuşluğum dahi yokki ben neyi düşünem, benim tek düşüncem fatteyi almak, eğer fatteyi alırsam benim düşüncemde o fikrimde o hatta benim dünyamda o, eğer sende bana he gardaş sonuna kadar bende senin yanındayım sana yardım ederim dersen hah işte o zaman bu iş olur. bak gardaş sen bana yardım edipde ikimiz birlikte bu gızı gaçırırsak, baban abidin emmiynen diğer hatırı sayılır adamlar araya girerler memmet emmide bu adamların araya girmesiyle belki usuhur işi daha kötüye götürmeden tatlıya bağlarlar diyerek hemi kendine teselli veriyidi hemide çirkinden medet bekliydi amma çirkinde ağzını havaya kaldırmış gözlerinide yummuş bir hayli öyle düşündükten sonra tekrar gözlerini açıp başını doğrultan çirkin alirzaya doğru dönüp tamam gardaş tamam sana yardım edecem, anlaşıldı hemi senin elinden hemide dilinden kurtulacak halım yoktur, bu işin sonuda nereye giderse oraya kadar gitsin ne yapalım gader böyleymiş derik, senin gibi bir arkadaşı ömür boyu bekarmı goyacaz, isterse bu işin sonu garagolluk olsun isterse mapusluk olsun artık heç bişey umurumda değil diyerek alirzanın yanında olduğunu hemide sonuna kadar yanında olduğunu söyleyerek hemi kendisi derin bir of çekti hemide alirzaya derin bir of çektirerek rahatlamaya çalışıylardıki, çirkinden bu yardım ve desteği duyan alirza sanki kızılaydan yardım almış gibi bir keyf ile havaya hoplayıp çirkinin boynuna sarıldı yanaklarından bir kaç kere öptü öptü durdu sağol gardaş sağol diyerek geri yerine oturdu. çirkinde alirzaya dönerek artık bir pilan yapakda ona göre gızı nasıl gaçıracaksak öyle gaçırak, eğer eyi bir pilan yapmazsak, gızıda gaçırmaya kalkarda gaçıramazsak işte o zaman her şeyi yüzümüze gözümüze sürmüş oluruz hemide bütün memlekete irezil olmuş oluruz öyle değilmi gardaş diyerek kendi aklının ve düşüncesinin bu yönde doğru olduğunu alirzaya inandırmak vede onaylatmak için dönüp sen ne diyin benim bu düşündüklerime deyip soruydu, alirzada he dese bir türlü yok dese bir türlü ister istemez çirkinin bütün söylediklerine boyun büküydü, zaten başkada yapacağı bişeyi yoğudu, çirkinin görüşlerine düşüncelerine vede aklına saygı gösteriyi tamam gardaş tamam sen nasıl dersen öyle yapak, amma elimizi çabuk tutakda bir an önce şu işi halledek ondan sonrada yukarı tenciye çobanlığa gideceğim, hüseyin dede gile çoban duracam, evin zarhasınıda oradan temin ederim, nolacak gündür gelir geçer, alın terimizle emeğimizle geçinip gideriz, yarının ne getireceğini ancak Allah bilir diyerek alirzada kendi görüş ve düşüncelerini çirkine söyleyerek rahatlamaya çalışıydı.115. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Vakitte bir hayli geçmişti ortalık eyice kararmıştı, alirza yerinden kalkarak gardaş hayli vakit geçti evde anamda yalanız olaki korkar morkarda, zaten mezerlikte eve yakın, anamında mezerlikten birez çekingenliği var en eyisi ben eve gidem, yarın tekrar buluşakda şu pilanı kurupda bu işi bir an önce halledek ancak böylelikle bende baş göz olmuş olurum hadi Allah rahatlık versin sana diyerek vede kız kaçırma pilanını yarına bırakarak çirkinin yanından ayrılıp doğru bayram depesindeki evlerine doğru savaşı kazanamamış bir yunan subayı gibi bir mahcubiyet içinde yürüyordu. fatey garı kendisinin ve oğlunun yatağını sermiş dış kapının önünede oturmuştu, her taraf zifiri karanlık içinde sadece kurbağaların vırak vırak diye ötüşen seslerini dinleyerek oğlunun yolunu gözlüyüdü, fatey garının içinde bir huzursuzluk bir tedirginlik varıdı bu oğlan akşamlıkda yemedi nereye getti nerede kaldı diye düşünürken o zifiri karanlığın içinden ağrı gelen oğlunun karartısını gördü yüzü gözü belli olmuyduya yürümesinden tanımıştı bu gelen bizim oğlan diyidi. alirza kapıya kadar geldiğinde bi baktıki anası kapının önünde oturuyu Ooo ana sen daha yatmadınmı bende şimdi anam yatmıştır diyidim kendi kendime, oyusa anam daha yatmamışda oğlunun yolunu gözlermiş diyerek anasına takılıyıdı, anasıda neydem oğul sen gec kalınca uykum gelmedi birde yemeğinide yemeden gedince büsbütün huzursuz oldum bu sefer uykum eyice gaçtı edemedim aha buraya oturdum odur budur senin yolunu gözlüyüm, seni beklerkende şu ötüşen gurbağaların sesini dinliyim, o soyhalarda hep aynı ölçüde ötüyü hep aynı havadan çalıyı diye oğluna laf veren fatey garı lafını değiştirerek oğlum belliki sen bu gıza abayı yakmışsın eğer sen bana her hangi bişey demezsen yani gızmazsan ben yarın gidem tembel memmetten bu gızı isteyem, yoğusam senin bu halın hal değil bu gara sevdayınan bu gedişinen maazallah hastalanıp gedeceksin. bizler zenginde değiliz fakir insanlarız fakir olduğumuz içinde kendimize dikkat etmemiz ilazım en çokda sağlığımıza dikkat etmemiz ilazım Allah korusun bizim gibi fakirin biri hasde masde olursa doktora nasıl gideceğiz doktora getsek doktor parasını nereden bulup vereceğiz, hadi deyelim bir yerlerden bulup buluşturduk doktor parasınıda verdik deyelim, ya ilacı nasıl alacaz, yani ben diyimki böyle zor duruma düşeceğimize canımıza sağlığımıza dikkat edek doktor doktorda dolaşmayak perma perişan durumada düşmeyek, yok eğer sağlığımızada dikkat etmezsek Allah korusun doktora kavuşmadan aha şuracıkta ölür gideriz diyerek oğluna dert döküyüdü. alirzada anasına ana bana bir iki gün daha mühlet ver sora ben sana gızı isteyip istemeyeceğini haber edecem diyerek anasını ümütlendirmişti, halbuki kendisinin aklında fikrinde olan düşünceside bam başkaydı, bu gün yarın kızı gaçıracaktı, kaçıracaktı amma kızın kendisinde her hangi bir bilgi veya bir ışıldak yoğudu onlar kendi hallarında yaşamlarını sürdürüylerdi, ancak alirza kendi kendine gelin güvey oluydu, oluydu amma gel görki fatteyin kaderide alirzaya yazılmış olmasın günü ve zamanı gelince onlarda hayat mücadelesine birlikte göğüs germesinler göğüs gerecekleri zaman gelecekti belkide, alirza anasına ana ben yatıyım deyince fatey garıda oğlum daha acsın ac garına yatma bir iki lokma bişeyler yede öyle yat deyince alirzada ana ben biraz evvel çirkin gilin oradaydım çirkininen yedim, hadi sana Allah rahatlık versin hemide iyi geceler deyip yatağına uzandı amma aklı fikride kızdaydı, acaba kız beni istermi istemezmi yada bana kaçarmı kaçmazmı, çirkin bu gün he gardaş sana yardım ederim dediya yarınki fikri nasıl olur yarın bana yardım edermi yoğusa geri cayarmı diye hep böyle aklının içinde kurgu kurup yatağının içinde bir sağa bir sola döne döne yattığı o döşeğinde hışını çıkardı, fatey garıda sessizce kendi halinde oturduğu yerde oturup kaldı, hiç ses bile çıkarmıydı oğlan uyanmasın diye, arada birde acaba uymuşmu diye bir gözüde oğlundaydı, daha sonra kendiside yatağına uzanarak oda uyumaya çalışıydı.116. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sabahın erken saatinde fatey garıda alirzada kalkmışlardı, alirza anasına ana ben yukarı tenciye hüseyin dede gile gidecem oraya bi gidemde öyleye kalmaz geri gelirim diyerek evden çıkıp gitmek isterken, fatey garıda tavada yağı eritmiş oğluna hele dur oğlum durda aha yağı erittim bir tas tarhana çorbası içde öylecene tenciye git diyerek oğlunun ac karına evden gitmesine engel olmuştu, zaten onun o melül mahsun haline içi sızılıydı, ana yüreği diyesin yüreği yanıydı ama elinden gelen hiç bi şeyde yoktu, aceleyle bir gaba tarhana çorbasını koydu bir parçada ekmek getirerek oğlunun karnını doyurmaya çalışıydı, alirza çorbadan bir iki kaşık aldıktan sonra, anasına ana çorbanda çok güzel olmuş eline sağlık karnımda doyduğuna göre aha bende gidiyim. hüseyin dede gile çoban ilazımmış hele bi gidemde konuşam aylığım yıllığım ne olacak onu öğrenip bilem deyip evden çıkıp yollandı. dışarıya çıkınca ayağı tenciye doğru giden alirzanın bir aklıda çirkinde kalmıştı, kendi kendine hüseyin dede gil haber salmış kuş gibi hemen gidip gelemde çirkininen buluşam hele düşündüğü bir pilanı varmı eğer yoğusa memmet emmi tren yoluna çalışmaya gittimi evde kızlardan başka kimse kalmıyı bir kızlar var birde biber var onlarında zaten bize gücleri yetmez, gidip kapıya dayanıp zorakide olsa kızı kaçıracağız diye düşüne düşüne giden alirza hamır keseni geçmişti zaten tenciyede az bişey kalmıştı, tenciye vardıktan sonra hüseyin dedenin oğlu zülfikar dedeyinen kazım dedeyi gördü zaten durumu onlarda biliylermiş, aylığını yıllığını konuşup anlaştılar, dede gil alirzaya hemen bu günden tezi yok başla dediler amma alirza haftaya gelir başlarım dedi, karnınıda bi güzelce doyurduktan sonra dede gilinen helalleşip onlardan ayrıldı köye doğru yola düştü, aklındanda bir an önce şu kız işini bitirmek ilazım diyidi, tenciden bir aceleyle çıkmasıyla çirkin gile varması bir oldu, çirkin gile vardığında çirkinin yerine babasını buldu, iyi günler abidin emmi dedikten sonra çirkin nerede diye sordu, abidin emmide, çirkin eynikde birez bahçanın işleri olduğunu çitlerinde açılmış yerlerini siyeçlerle kapatacak olduğunu yani senin anlayacağın çirkin eynikte çalışıyı dedi, amma elini çabuk tutarsa akşam olmadan gelir diyerek alirzaya çirkinin eynikte olduğunu söylüyüdü. alirzada hadi iyi günler abidin emmi diyerek oradan ayrılıp giderken abidin emmi alirzanın arkasından bağırarak, çirkininen mühüm bir işinmi varıdı yoğusa, ne için sormuştun çirkin geldimi söyleyemmi diye sorurken, alirzada yok abidin emmi yok ben sadece çirkini görmek istemiştim diyerek kız kaçırma işini bir gaflete düşüpte bilmeyerekde olsa şansıda yardım ederek anlatmaktan kurtulmuştu, alirza tekrar yoluna devam ederek bu sefer biraz daha acele bi şekilde bir taraftan eve gidiyi bir taraftanda ayniğe doğru bakıyıdı içindende şu ayniğemi gidem neydem diye düşünüydüki bu düşüncesini tamamen aklına sokmadan evlerine gelmişti bile. anası fatey garıda eline iğini almış yanına bir tomarda yun almış iğ eğiriydi oğlunu görünce iğini yununu bir kenara bırakarak hemen ayağa kalktı oğluna yönelerek ey boyuna posuna kurban olduğum benim hemi yiğit hemide güzel oğlum sen sabahtan evden çıktıydın aha akşam olacak şimdiye kadar ne yedin ne içtin yoğusa daha ac susuzmusun yada bi yerde yeyip içtinmi diyerek hemi oğluna üzülüyü hemide oğlunun aclığını susuzluğunu sorup öğrenmeye çalışıydı, amma alirzanın canıda çok sıkılmıştı deyim yerindeyse canı burnundaydı.117. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Gözleri ta ayniğe kayıydı şu çirkininen bir daha bir araya gelsekde ne yapacaksak bir an önce yapsak diyidi. bide baktıki anası yemek hazırlamış biraz biber bişirmiş bide pilav yanınada ayranlı çorbayı koymuş oğluna seslenerek alirza alirza hadi gelde bi parça yemek yiyesin, hadi gelele gel oğlum diyerek, oğlu alirzayı çağırıydı amma onun aklıyla fikri ne anasında nede yemekteydi, aklı fikri yapacağı işdeydi, kendi kendine ya başarılı olamazsam diye düşünen alirza o üzüntüynen o acıynan gene akşamı akşam etmişti, hala çirkinden bir haber alamamışdı, deyim yerindeyse canı burnundaydı. o hersinen o can sıkıntısıynan gene uyuyamayacağı, hemide hiç sevemediği vede gözüne düşman gibi görünen, ulan yastık sende bana düşmansın başımı usulca hemide insanca senin üzerine koyuyum amma genede benim uykumu getrmiyin, sanki yastık değilde yüzüme bir tiken gibisin değilmi diye yastığa hemi sitem ediydi hemide derdini döküydüki öylece uyuyup kalmıştı. fatey garı sessizce gelip baş ucundan şöyle bi baktı, baktı sonrada Allaha şükür uyumuş artık bende gidem yatam diyerek kendide gidip günün yorgunluğunu üzerinden atarcasına yatağına uzanarak rahatlamaya çalışıydı, oda yatağına uzanıp rahatlayınca günün sitiresinden onunda gözleri daldıp gitmişti. sabahın erken satinde uyandılar, fatey garı gene erkenden işe başlayarak ocaklığa biraz çalı çırpı birazda tezek getirip yaktı, önceden ahıra gidipde ineklerden sağdığı sütü tencereyinen getirip ocağa koyduki bir an önce bişede oğlu kalkınca kaynamış hazır süt içe hemide bir parça ekmek yiye. alirza kalktığında sütü ekmeği hazırlanmıştı kendiside elini yüzünü yıkayıpda gelene kadar fatey garı yeni bişirdiği sac ekmeğiyle sütünü getirdi, alirzada zaten akşamdan ac olduğu için hiç sünnenmeden ekmeğine sütüne yumuldu, sanki kırk yıllık acmış gibi bir kaç dakikada hemi ekmeği hemide tenceredeki sütünü yeyip içip bitirdi, bu durumu gören anasıda Allaha şükür oğlan bu gün birazcıkda olsa yeyip içti bir kaç günün aclığını çıkardı şükür, inşallah gözüm mözümde değmezde her zaman böyle olur hemi yer hemide içer, Allahın izniyle yakındada baş göz ederikde bu oğlanda bu dertten kurtulur diyerek içinden habire analık duygusuyla iyi niyetlerini düşüncelerini geçirip duruydu, oğluda ekmeğini sütünü yeyip içtikten sonra anasına ana ben çirkin gilin oraya gediyim diyerek evden çıkıp gitti, alirza çirkin gilin oraya vardığında çirkinde kalkmıştı onunda anası sabah kahvaltısı hazırlamış abidin emmiyle çirkin oturmuş kahvaltı ederken buldu onları, selam aleykim diyerek selam verdikten sonra cümleten boğazınız olsun deyince onlarda buyur beraber olsun dediler, alirzada sağolun ben yedim siz buyurun yeyin diyerek bir kenara oturdu, çirkinde öyleyse bir bardak çay içersin deyip alirzaya çay ikramında bulundu, kahvaltıdan sonra her zamanki gibi abidin emmi gayfeye gitmek üzere yolu eline aldı biraz gittikten sonra süleyman çavuşa seslendi süleyman süleyman hadi çarşıya gidek diye süleyman çavuşu çağırdıktan sonra milletinde güccü emmi dedikleri gardaşınıda çağırdı memmet ali memmet ali hadi ne duruyun sende gelmiyinmi süleyman çavuşunan ben gayfeye gediyik diye bağıran abidin emmiye, içerden gelen yanıt ise siz gedin gedin, ben biraz ayniğe bahcaya gidecem diyerek onları yolcu eden güccü emmi gayfeye gitmeyeceğini ifade ediydi. abidin emmiyle süleyman çavuş iki şıh hasanlı yan yana sohbet ederek çarşını yolunu ayaklayarak çekip gittiler. güccü emmide ahırdan eşeğini çıkarmış üzerine palanını vurmuş heybesinide hayvanın üzerine atmıştı.118. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Kendisininde boyu küçük olduğu için hayvanı evlerinin önündeki musalla taşının oraya çekti o taşın üzerinede çıkarak sıçırayıp hayvana bindi sonrada ço ço ço da diyerek ver elini eyniğe doğru yol alıp gitti, alirzayınan çirkinde baş başa kalmışlardı, çirkin alirzaya dönerek one vula bu yüzün niye böyle sararmış yoksa bi lafmı duydun yada birileri bişeymi dedi sana hele söyle bakam gene ne oldu sana diyerek arkadaşının hemi halını hemide derdini sormuş oluydu böylece. alirzada yok gardaş yok kimse bana bir şey demedi, her hangi bir lafda duymadım, dün tenciye hüseyin dede gile gittim kazım dedeyinen zulfaar dedeyinen çobanlık işini konuştum aylığı yıllığıda annaştık sorada dönüp köye geldim ondan belli yani dünden belli seninen bir araya gelipde şu işi ne yapacağımızı kararlaştırıpda bir gabına goyamadık'ya ona biraz canım sıkkın belkide o yüzdendir yüzümün sararması yoğusa başka bir şey yoktur. dün gelip seni sordum abidin emmide çirkin ayniğe getti, bahcanın birez işi varda aynikte çalışıyı dedi. Eee sen ne yaptın aynikte diye sorunca çirkinde heç işte nolacak sen abidin emmini tanımıyınmı ufak bir işi böyüdürde böyüdür goca bir fil yapar, vay efendim bahcanın şuyu varımışda vay efendim bahcanın buyu varımışda Eee bire babacığım sen bahcaya gedipte gördünmü, yok gedip görüp mörmemiş, peki sen nereden biliyin bahcanın neyi zarar görmüş neyi zarar görmemiş, vay efendim alicenden hamon uşakları köye geliyken görmüşlerde bahcanın bazı yerlerinde çalılarını yıkmışlar ağacın birininde dalı kırılmış, alicenlilerde yememiş içmemişler gelip bizimkine söylemişler, babamda yeri göğü yıkıp inletti, edemedim hemen gahıp ayniğe gettim o yıkılmış sökülmüş çalıları onardım o kırılmış dalıda kesdim yani birez çalıştım Eee birezde uğraşınca bahcayada bir güzellik geldi. şöyle sağa sola bide baktımda bahcadada davar izleri varıdı bu çalıların yan yatması çobanların işi galiba, davarı bahcaya sokmak için çalıları yatırdılar sorada davarı bahcaya soktular, davarda bi eyicene yayıldı, bir kaç garık domates biber sediri varıdı davar onlarıda maf etmiş, hele yarın olsunda oraya geri gidemde o çıynanmış sedirlerin yerine yenisini dikem. ben ne deyem şimdi bu davara vede çobanına hemide davar sahaplarına bir gün inşallh Allahından bulurlar zahar, şu köyün bütün arazileri vede bu arazilerin bahcaların içindeki ekili olan gövertileri yılda bir kaç kere bu davarların hışmına uğruyu, hani bir laf varya gelinde dil yoktur gaynanada iman yoktur, bu köylüynen davar sahapları aynı gelin gaynana misali gibi, köylüde bu sizin yaptığınız ayıptır diyecek dil yoktur davar sahaplarındada heç bir ne merhemet var nede vijdan var. çirkinin bu dertlenmesine alirza daha duramadı en sonuda patladı yav çirkin ben ne kırılan dal için ne yan yatmış çalılar için nede davarlar için buraya gelmedim, benim derdimi meramımı sen biliyin, bu iki gündür eynikteydin hemide gürültüden patırtıdan uzakta benim şu işim için ne düşündün bana yardım etmek ve şu işi biran önce bitirmek için bir karara vardınmı, eğer bir karara vardınsa senin pilanın gararın nasıl, yada daha bir karara varmadınmı, sen bunlardan bana söylede benim içimi rahatlatmaya bak, yoğusa aha bu gardaşın ne yemek yiyi ne su içiyi nede gözlerine bir gıram uyku giriyi, sen şimdi bağı bahcayı domatesi biberi bırakda, esasında sen bana yardım etmek için ne karara vardın onu anlat diye dertlerini sıralayan alirzaya, çirkinde gardaş sen heç gönlünü ırgalama kafanıda bozma ben bişeyler düşünüyüm, bu gibi işler heç aceleye gelmez onun için bana bir iki gün daha mühlet ver, sorada bakda gör gardaşıyın neler düşündüğünü göreceksin diyerek.119. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alirzaya morel veriyidi, bütün ateş alirzadaydı amma genede safdı, çirikinin bu güzel sözlerine alirzada yumuşadı, çirkine eyi gardaş sen bişeyler düşünüysen, o işin sonu tamam olur hemide hayır olur diyerek çirkinin sözlerini onaylıyıdı. aradan bir kaç gün geçmişdiki bu seferde çirkin bayram depesindeki alirza gilin evine geldi, iki üç gündürde arkadaşı alirzayı görmüyüdü hemide özlemişti, geldiğinde perma perişan olarak bir anda karşısında görünce şaşırdı kaldı, gözlerine inanamadı kendi kendine oğlancaz saçı sakalıda bırakmış sanki canına gastı varmış gibi kendinden bile geçmiş diyen ve bu durumu böyle gören çirkin, alirzaya bu ne ula senin bu halın bu halevetin, hele şuna bak sakalda bırakmış hacamı gideceksin deyince, alirzada öyle nutku durmuş haliyle çirkinin yüzüne pel pel bakmaya başladı gözleride içden içe doldu, sanki bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı amma yutkundu derdini tasasını sinesine gömdü. çirkinin kendisine diyeceği bir çif laf için onun ağzının içine bakıp duruydu. çirkinde canı sağolasıca eğer sana bir laf diyecekse o lafı dönderip dolaştırıp yedi sülalesinide gezdire gezdire kendinide hiç incitmeden usul usul söyler diyidi, bilmiyiki karşıdakinin bir laf duyması için canını bile verir durumda olduğunu, bir an önce şu lafı söyleyemde oda rahat etsin bende rahat edem demiyi canı sağolasıca diyerek bir yandanda çirkinin yüzüne bakarak böyle düşünüyüdü. nice sonra çirkinde gardaş senin o işini düşündüm taşındım bir karara vardım deyince, alirzanın yüreği bir an için horp etti korkmuştu acaba çirkin bu işden vazmı geçti diye düşünürken, çirkin bir kere daha gardaş senin o iş tamam deyince, alirzada yahu gardaş tamam diyinde ney tamam, gedip kızı kaçıracazmı yoksa yapacağın yardımdan vazmı geçtin, hele bana bi anlatda birinci ağızdan yeni baştan dinleyem vede bende birinci kulaktan duyam hadi anlat hele diyerek çirkinin aldığı kararlarını canla başla dinlemek için vede her bir anlatacağı laf için onun ağzının içine bakıydı. çirkin bir daha tekrar ederek tamam gardaş tamam ben düşündüm taşındım seninen o işe varım, sana yardım edeceğim vede nasıl kaçıracağımızı bir bir düşünüp pilanını yaptım deyince, melül mahsun pehlil gibi duran alirzaya bir anda can geldi, hemen gelip çirkinin boynuna sarıldı yanaklarından öperek hele şu lafıyın sonunu getir sonunu birde sonunu duyam kızı nasıl kaçıracaz deyince, içinede bir hüzün o hüzünle birlikte birde ürperme düşmüştü. çirkin, alirzaya, memmet emmi yarın izinliymiş o muhakkah eve gelir, hele bi eve gelsin getsinde ondan sonra evde üç tene kızınan birde analıkları biber var oda analık olduğu için pek canı gönülden gayret edipde kızı kayırmaz, bizde fatteyi sırtlar alır götürürüz, diğer kızlarında zaten bize gücleri yetmez, bizde işimizi bir an önce bitirmiş oluruz hemide bu işden bir an önce kurtulmuş oluruz deyince, alirza bir kere daha ürperdi inşallah inşallah gardaş diyerek çirkinin yüzüne pel pel bakıydı, daha sonrada Eee bu işi memmet emmi gelipde gittikten soramı yapacaz deyince, çirkinde he gardaş he memmet emmi gelip getsinde dedi devam ederek zaten yarın gelecekmiş diyede duyduklarını bir bir söylüyüdü, alirzada bu duyduklarının birde arkadaşı çirkinin hatırı için şerefi için kalkıp bir tepsi dolusu aylar önce anasının sandıkta sakladığı üzümünen cevizi alıp getirdi. anası fatey garıda yemek bişirmek için ocağı yakmıştı, alirza üzümünen cevizi çirkinin önüne koyduktan sonra hemen gidip edirafı islenmiş çaydanlığı alıp su doldurdu ocağa getirip yanan ateşin üzerine koydu, sanki yüzlerinde güller açmıştı, yüzü gülüydü, bide bir heyecan kaplamıştı bedenini, yemek bişirecek olan anası oğlunun bu heyecanlı ve bu heyecanla birlikte yüzündeki tebessümü görünce şaşırdı kaldı soracaktı ama hele dur çaydanlıktaki su kaynayıncaya kadar bekleyem dedi çay suyunu koyan oğluna dönerek oğlum sen bu çaydanlığı ataşa koydun amma acaba evimizde çayımızda varmıydı diye sorunca, alirzada ana misafir felan gelir diye duvardaki takkanın içine bir paket çay koymuştum şimdi o çaydan bi çay demleyekde hep birlikte ağız tadıyla bi çay içek olmazmı ana diyerek bi iştahla çay bişirme gayreti içindeydi. çirkinde içeride yalnız kalmıştı yalnızlıktan usanan çirkin oturduğu yerden bağırmaya başladı ula alirza alirza nerede kaldın ne yapıyın içeride, benide burada yalnız bıraktın diyidi.120. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alirzada taa içeriden ocaklığın olduğu damdan ağrı çirkine sesleniydi, ocağa çaydanlığınan çay koyuyum gardaş çay' hele bi çay bişirekte şöyle ağız tadıynan güzelce bi çay içek gardaş diyerek misafirine ilgisini ve iltifatını göstermeye çalışıydı, böylelikle çirkine karşı bağlılığınıda ifade etmiş oluydu. çirkininen alirza çivizinen üzümleride bir iştahınan yiyilerdi çerezlerini yerkende ha bire tas tas su içiylerdi çünkü biri yağlı biride şireliydi içlerini yakmıştı. daha sonra fatey garıda hazır olan çaydanlığınan bardakları getirdi, bu sefer fatey garıda dahil olarak üçüde bi keyfinen çaylarını içtiler, çerezdir çaydır derken vakitte iyice geçmişti çirkin ayağa kalkarak fatey garıya, fatey bibi, alirza vakit hayli geçmiş artık bana müsade edinde bende eve gidem, sizlerede Allah rahatlık versin hayırlı geceler dilerim dedikten sonra tekrar alirzaya dönerek bir kaç gün sabret hele şu adam gelip getsinde ondan sonra sen o işi tamam belle oldu belle aklınada heç bişey getirme, ne tasalan nede kaygılan diyerek alirzayada teselli veriydi, konuşmalardan sonra çirkinde o zifiri karanlıkta mezarlığın yolundan ilerleyerek gözden kayboldu gitti. alirzanında içinde bi neşe bi keyf bi heyecan vardıki deme gitsin, bi gören olsa onun o anki halini kesin kez ona bu oğlan deli olmuş derlerdi. aynaya baktıkcada kendi kendine ulan alirza sana ben bu aklımınan üşüdük diyorum. yada birileri senin bu halini görse varya acaba sana ne derdi biliyormusun sen diyerek elin demeden diyeceği lafı denmiş gibi kabul ediydi. günlerden cumartesi olmuştu memmet emmi çalıştığı demir yolundan izine ayrılmış o iki günlük izinini köyde çocuklarının içinde geçirmek için evine gelmişti, icon kızı satıda bu kadar lafı anlatmaktan boğazı kurumuştu yetere doğru döndüki yeterden bir tas su isteye kurumuş boğazını yaşartmak için, Ooo birde ne görsün yeter çoktan uyumuş kalmıştı bile, uyuduğu yerde bide ileri geri sallanıyıdı, satıda keaa gız ben sabahtan belli sana laf anlatıyımda sende beni dinlemeyip uykuyamı daldın hey utanmaz diyerek yetere ileri geri söyleyince, yeterde yok gız vallaha satı daha şimdi gözlerim kapandı, yoğusa seni can kulağıyla dinliyim vallaha diye kendini savunmaya çalışıydı. satıda bu fatteyin kaçırılma olayını anlatmaktan vaz geçmiştiya, yeterin ricası minnetiyle kaldığı yerden geri başladı anlatmaya. baban memmet emmi varya izine gelip gettikten sonra bu fatey garının alirza gahıyı hocanın abidinin oğlu çirkin gile gediyi alirza oraya varıyki çirkin kapıda kışlık odun kırıyı çirkine selam aleykim goley gelsin gardaş yorulmuş gibi halın var hele şu baltayı bana verde birezde ben kıram odunu deyip baltayı çirkinden alıp geri kalan odunlarıda hemen kuş gibi kendi kırıp şoraya koyuyu, güllü anada alirzaya sağolasın oğlum eline sağlık hemi yoruldun hemide terledin hele şöyle oturda bi soluklan deyip çebinden birde bez çıkararak aha şu bezide alda terini sil odun kırmaktan bak terlemişsinde diyerek alirzayı sekiye oturttu, içeriye giderek ahzırladığı ayranıda getiren güllü ana hemi oğlu çirkine hemide alirzaya ayran vererek onların ferahlamasını sağladı, çirkininen alirzada tas tas ayranı içtikten sonra sağolasın güllü ana eline sağlık ayranında güzel olmuş diyerek dönüp çirkinin gözüne bakmaya başladı hani bi olumlu hava yada bi güzel söz bekliyidiki çirkin, bu gün akşama hazır ol memmet emminin izini bitip getti, akşam olsunda gidek senin şu işi tas tamam yerine getirek diyerek bi işaret vermişti alirzaya, oda tamam gardaş deyip akşam saat kaçda buluşacaklarını kararlaştırdıktan sonra hele ben bi eve gidemde birez sonra gelirim diyerek çirkin gilden ayrılıp evlerine doğru gitti. fatey garı her zaman olduğu gibi akşamlık için gene bulgur pilavı pişirip biber kızartmıştı bunların yanınada bir tas ayranlı çorba koymuştu ana oğul birlikte oturup yemeklerini yerken.121. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alirza anasına dönerek ana bu gün benim bi heyır işim var' çirkininen bir olup memmet emminin kızı fatteyi kaçıracaz, eğer birileri eve gelipde beni sorursa benim alicende olduğumu söyle, yani böylece benim nerede olduğumu şaşırtmış oluruk, benim gerçek yerimi kimse bilmesin, bu işlerden sonra sende bir iki böyüğe gider rica edersin bir iki böyükde araya girerse işler kötüye getmeden tatlıya bağlanır, aha sanada söylemiş oluyum, seninde bu işden haberin olsun tamammı ana diyerek bir yandan anasına laf verirken bi yandan kendininde boğazı düğümleniydi, anasınında sanki nutku durmuştu kaşığını yemeğe doğru götürürken öylece yarı yerde yemekde alamadan kala kalmışdı, alirzanın ana ana demesiyle kendine gelen fatey garının gözleri dolmuştu, yanağından göz yaşları süzülerek tamam oğlum tamam seni duydum, gazan mübarek ola diyerek, oğlunun kız kaçırma işini böylece onaylamış oluyudu. alirza yemeğini yedikten sonra dışarıya çıkıp sağa sola havaya baktıki hava kararmış her taraf zifiri karanlık olmuşdu kendi kendine tamam dedi, saat'da geldi çattı hadi bire alirza hadi gitte şu sevdiğin kızı alda gaçır, sırtındada kambur gibi fakirlik varya fakir olanlar evlenmiyeceklermi yani, hani bir türkü var kahve bulamazsak kenger içerik, bizde aynı bu türküdeki yapanlar gibi yaparız, Allah böyük mevlam kerimdir Allah deldiği boğazı ac bırakmazya diyerek çirkin gilin oraya doğru yollanıp gitti, evden çıkıp giderkende anasına ana ben gediyim hadi alasmarladık üstümüzden'de dualarını eksik eyleme hakınıda helal eyle olurmu benim gözel anacığım demeyide ihmal etmedi, anası fatey garıda güle güle oğlum işin iras gele gurban olduğum Allah sizleri utandırmasın inşallah goley geçitlerden geçersinizde incinmezsiniz diyerek oğlunun arkasından bildiği bütün dualarını eksik etmedi. alirza çirkin gile vardığında, çirkinde kapının önünde alirzayı bekliyidi birbiriyle selamlaştıktan sonra hadi şöyle ufak ufak gidekde milleti bi golaçan edek hele kimsenin dışarda olmadığı bir anda kapıyı dövek, böyük ihtimalle kapıyı fattey açar Eee fatteyde hazır kapıya kadar gelmişken bizde sırtlayıp alıp götürürük, belki birez zorbalık eder, bize karşı koyar amma, heç aldırmazık ağzınada bi bez bağlarık daha kimsede sesini duymaz olurlar, inşallah bizde bu işi yüzümüze gözümüze sürmeyiz diyerek dayhasan gilin oraya kadar gelmişlerdi, şöyle göz ucuyla dayhasan gilin oradan golukısa gilin o tarafa doğru baktılar oradan süleyman çavuşun evinin köşeye geldiler, ellerini çabuk tutmaları için biraz daha çabuklaştılar, işi aceleye getirmeden başarıyla tamamlamak bitirmek niyetindelerdi, bu arada bir hamlede fattey gilin kapıya kadar gelmişlerdi, gayrı bu işin geriye dönüşü mönüşü kalmamıştı, bir gören olmuşmudur diye arada birde geriye dönüp dönüp bakarlarken çirkinde kapıya güm güm diye vurmaya başladı, kapını açılmasını beklemeye başladılar amma gelipde kapıyı bi açan olmadı, hemi çirkinin hemide alirzanın her ikisininde kalpleri kapının gümbür gümbür çalındığı gibi hemi atıydı hemide çalıydı, çirkin bir kere daha kapıya sert sert vurmaya başladı bu sefer birileri gelmişdi kapıya kadar, kapının arkasından fatteyin sesini duydular, fatteyde içerden ağrı kim o kapıya güm güm diye vuran diyerek kapıyı açmadan içerden ağrı sesleniydiki çirkininen alirza birbirlerine bakıştılar çirkin bir kurnazlık ederek sesini hemen bir kadının sesi gibi çıkararak size yoğurt getirdim deyince, fatteyda kapıyı açtıki sözde o gelen yoğurdu ala amma karşısında çirkininen alirzayı görünce şaşırdı kaldı, onlarda hemen fatteyin kollarına yapışmışlar alıp götürmeye çalışıylardı, fatteyde bu iki azmana direnip bağırıp çağırırken, içeriden biber zeynep yeter koşarak geldiler onlarda bağırıp çağırmaya başladılar her biri çirkininen alirzanın yüzünü gözünü yolmaya başladılar o ağlamaları bağırışmaları duyan köylülerde bir iki dışarıya çıkmaya başladılar amma ikiside azman gibi olan çirkininen alirzaya biberinen o çocukların daha fazla gücleri yetmedi onlarda fatteyi sırtlayıp alıp götürdüler biber zeynep ve yeter bir kenara oturarak ağıt üstüne ağıt yaktılar, aradan bir kaç gün geçtikten sonra köylülerden bir iki büyük araya girerek barışı sağlayıp işi tatlıya bağlamışlar, işte böyle olmuş fatteyin gaçırılması diyerek yetere yeter gili anlatan icon kızı satı daha sonrada akıl ederek gız yeter ben eve gec kaldım değilmi diyerek kalkıp evlerine doğru çekip gitti.122. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Fethiyeden kalkıp adana'ya gelen bekar'ınan kardeşi yusuf adanada tanıdıkları ağaların yanında elciliğe başlamışlardı, memleket'tede bir yokluk bir perişanlık bir sıkıntı vardıki sanki diz boyuydu, millet ne yapacağını şaşırmış evlerinde ne un var ne bulgur var deyim yerindeyse sefaletten milletin gözleri ağarmıştı, hiç kimsenin kimseye bir avuç un yada bir avuç bulgur verecek halleri kalmamıştı bile. bu arada bekar'ınan kardeşi yusuf'un ağalarıyla aralarıda çok çok iyiydi, bu ağalar bekar'ınan yusuf'u elciliğin haricinde kendi ev halkı gibi görüylerdi, çukur ovada bu ağalara namı büyük şanı büyük kuzucu oğulları derlerdi, gerçektende kuzucu oğulları vesselam hemi büyük adamlar hemide vijdanlı merhametli büyük ağalardı. bekar'ıda kardeşi yusuf'uda işlerine bağlı terbiyeli ve dürüst oldukları için çok çok severlerdi. kuzucu oğullarının elinden şimdiye kadar çok elciler gelip geçmişti, amma bu bekarınan yusuf gibi dürüstlerede ancak bunları bulduklarında, bekar'ınan yusuf'da yani bunlarda kuzucu oğullarına elci olduklarında bir birlerini tanıyıp güven sağlamışlardı, işte bundan dolayıdırki ağalar bekar'ınan yusuf'un bir dediklerini iki etmiylerdi. bekar içinden ağrı köyüne özlemişti aradan epey zaman geçmesine rağmen köyden adanaya hiç bir haberde gelmiydi, köylülerinde adanaya gelmeleri içinde her hangi bir sebepleride yokturdu gelseler bile tanıdıkları dahi yoktur hemide gelecek tren paraları bile yoktur diye kara kara düşünüp dururken, bekar'ın derin derin düşüncede olduğunu gören ağalarından biri yanına varıp hayırdır bekar efendi seni böyle derin derin düşündürecek ne gibi bir sebep varki böyle düşünüysün ancak seni böyle düşündürecek bir derdin varki düşünüysün, ben şu an senin derdiyin ne olduğunu bilmiyim amma. şimdi sen bu derdini bana anlatacaksın bende senin derdini böylece öğrenmiş olacam ve hemide bir çaresi var ise senin bu derdiyin çaresine bakacam, hadi bekar efendi anlat bakam derdini diyerek koskoca ağa bekarı sorguya çekmişti, bekarda akıllı adamdı akıllı olduğu kadarda cin gibiydi öyle cin gibi olmasa o koca ağalara elci olabilirmiydi, kendisi elci olduğu gibi kardeşi yusuf'uda elci etmişlerdi, her ikiside sırtı sırta vererek ne kadar olduğunu bilmemde kaç bin dönüm arazinin üstesinden gelmesini biliylerdi, hiç kimseninde kimseye haklarını geçirmiylerdi, vesselam bir dürüstlük içinde işlerinin güclerinin peşinde koşturup duruylardı. bekara ağası hadi derdini söylede bir çaresi varsa, derdiyin çaresine bakalım demişti, bekarda böyle bir fırsatı kolluyduki eğer bir yolunu bulursa ağalarının gönlünü edede honda harmanda helede pamuk tarlalarında arazinin çoğu pamuk ekilmişti buralarda yani çiflikte çalışmak için köyünden fethiyeden ne kadar eli iş tutan çalışacak adam varısa hepisini toplayıp adanaya kuzucu oğlullarının çifliğine getire, çoğunun aclığınan yokluğunan perişanlığınan geçiyidi günleri çoğunun ayağında bir ayakkabısı dahi yokturdu çoğunun traş olmak için cilet alacak parası bile yokturdu çoğunun saçı sakalı uzamış iki üç ayda el makineyle ancak traş olabiliylerdi anlayacağınız bir perişanlık bir zirinkillik içinde yaşamaya hayata tutunmaya çalışıylardı, bu yokluk perişanlık sadece fethiyeye mahsus değildi bütün köyler kasabalar bir yokluk ülkesiydi çünki kırk ikinin kıtlığından yeni çıkmış bir ülkeydik bekarın anlattığı bu acı dolu hikayeyi can kulağıyla dinleyen ağaları bekarın sözlerinin bittiğini anlayınca derin derin içini çekerek o koskoca ağa şöyle diyordu, demekki ülkemiz geçirdiğimiz kırk ikinin kıtlığından o esaretten daha kurtulamamış diyerek gözlerinden istemeyerekte olsa göz yaşları süzülmüştü bu durumu gören bekar, köyünün ve köylüsünün acı dolu günlerini anlatmasıyla ağasını etkilemesini bilmişti.123. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bekar, ağasının ağladığını gördüğünde kendiside hemi üzülüydü, hemide ağasını etkilemeyi başardığına içten içe seviniydi, içinden'de inşallah ağanın bi fırı tutarda köyümden bütün köylülerimi getirttiririm, şurada hemi çalışırlar hemide boğazlarından bi lokma ekmek geçer karınları doymuş olur diye köylülerini düşünen bekar, kendi kendine bu guzucu oğlunun arazisinde bir bizim köy gibi bir köy değil, bizim köy gibi on tene köyün milleti bile çalışır diye kafasından geçiriydiki, ağası göz yaşlarını sildikten sonra bekara dönerek, bekar efendi akşam olduğunda yusuf'uda alıp gonağa yanıma gelin diyerek gonağa doğru yürüyüp gitti, ağa gittikten sonra bekarı bi keyf bi neşe aldıki deme gitsin, tamam bu iş tamam diyerek kardeşi yusuf'un yanına doğru bekarda yol aldı gitti. yusuf'un yanına vardığında, yusuf ırgatlara birer zarf veriydi, bekar baktıki kardeşi yusuf eline aldığı her zarfın üstünü okuyup çağırdığında kimin ismi yazılıysa o ırgat gelip zarfını alıyı, orada hemen hemen otuz kadar ırgat varıdı çiflikteki işlerini bitirmenin gururu içindelerdi, ağalarıda yusuf'dan aldığı ırgat çalışma çizelgesine göre, hangi ırgat kaç gün çalışmış içeriden kaç lira para çekmişler, geriye kaç paraları kalmış ona göre kalan paralarını zarfın içine koymak suretiyle işçilere dağıtmasını söylemişti, yusuf'da harfiyen ağasının dediğini yapıydı. bekar yusuf'un yanına geldiğinde dört yada beş tane zarf kalmıştı yusuf o zarflarıda dağıttı, zarfını alan ırgat sağol yusuf ağam diyerek bir kenara çekilmek suretiyle hemen zarfını açıp içindeki parasını çıkarıp sayıyıdı, ayrıyeten çalıştığı günleride bir bir hesapladıktan sonra, o ırgadın yüzüne bir tebessüm bir gülümseme geliyidi, tabi bu olan durumlardan bekarında haberi vardı amma bilmiymiş gibi davranıyıdı tek tek o ırgatlarında yanına vararak hayırdır guzu zarfını açıp paranı saydın sorada gülmeye başladın, hele söyle bakam niye güldün eğer bu gülmeni iyi bişey için güldüysen işte o iyi inşallahda öyledir amma hadi niye güldün söylede neye güldüysen her zaman yaptırak onu deyince, ırgat sağolun sizde sağolun ağalarda sağolsunlar,ırgatın bu konuşmalarını bekarınan yusuf can kulağıyla dinliyilerdi ırgat bir ara dalıp susunca, hadi guzu sözünü tamamla söyle hele diyerek ırgatı daldığı hayelden uyandırdı, ırgat,ben zarfı açtığımda içinden şu kadar para çıktı, geri dönüp çalıştığım günleri saydım bilmem şu kadar gün çalışmışım diyerek bekar ile yusufa laf verirken diğer ırgatlarda gelmişler hepiside bekar ile yusufun karşısına geçmişlerdi aynı zamanda hepisininde keyfi yerinde yüzleri gülüydü, o laf veren ırgat tekrar sözüne başlamadan, içlerinden bir ırgat elcilere hitaben bekar efendi yusuf efendi, biz yıllardan belli bu çifliğe gelip gideriz her yıl burada belli bir çalışmamız oluyudu ancak bizler hakkımızı tas tamam olarak alamıydık, her daim bir kaç yövmiyemizi kesiylerdi, paramızı yani alın terimizi eksik olarak alıydık, bizler paramızı eksik aldığımız zamanda ister istemez yüzümüz asılıp eşgiyidi, o zamanki elcilerede sorduğumuz zaman onlarda demekki sizlerin hakkı buyumuşda ağalarda bu kadar para verdiler inanmayan varsa gider sorar ağalar deyha oradalar derlerdi, bizlerde korkumuzdan ağalara gidip soramazdık, zararı sinemize çekerdik, içimizdende bizlerin hakkını yiyenlere hakkımız haram olsun derdik. o zamanlar bizlerle tatlı tatlı konuştukları için bizlerde elcilere toz bile kondurmazdık. oyusa biz şimdi anladıkki, hatta yani siz elci olunca biz anladıkki o tatlı tatlı konuşmanın altında ne çapan oğlu yatıymışda biz bilmezmişik. o elcilerin zamanında ağalar bizim paramızı kesiylerdide, şimdi niye kesmiyler, hatta ve hatta siz elci olunca yömiyemizin üstünede iki yömiye bahşiş parası veriyler. ağamız, yusuf ağamdanda bize haber salmış ırgatlar gitmeden elcilerin kaldığı yani sizin kaldığınız yerdede adam başı birer gıda paketi varımış, Allahın izniyle şimdi sizinle gidip paketlerimizi alacaz, hemide biz şimdi düşündükki böyle devletini milletini seven ağalar bizim gibi fakir fukara ırgatların hakkını yemezlermiş.124. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Oyusa o zamanlar bizlerin hakkını gasp eden o elciler varya, hemi devletine hemi milletine hainlik yapan vijdansızlarmış bu durumu bizler böyle bilir böylede söylerik, ta o zamandan belli aklımızda kalan bir ders olduğu için, yömiyemizi hesapladık zarfın içinden çıkan parayıda hesaplayınca iki yömiyede ikramiye niteliğinde fazla para çıkınca birde gıda paketini duyunca işte bunun için neşelenip sevindik, işte insan oğlunun yokluğunan değilde varlığınan gülümsediğini sizler elci olunca anladık, sizlerde sağolun varolun diye söylediklerinde bekarınan yusufun gönüllerine bi rahatlık bi huzur gelmiştiki, her ikiside yaptıkların işin hakkını bu milletin duasıyla vede menmuniyetiyle aldıkları için onlarda Allaha şükür ediylerdi, daha sonrada haydin arkadaşlar bizim oraya doğru gidelimde sizlerin şu gıda paketlerinizide dağıtalım diyerek bütün ırgatları kendi kaldıkları yere doğru alıp götürdüler, yolda giderlerken bekar kardeşi yusufa, gardaş bu gün ağayınan birez konuştum ağada konuşmamın etkisinde kalarak akşama yusufuda al birlikte yanıma gelin dedi, hele şu ırgatların paketlerini dağıtakda akşam olunca ikimizde beraber ağanın yanına hele varak diye kardeşi yusufa günün olaylarından laf veren bekara kardeşi yusufda hayırdır inşallah sen ağayınan ne konuştunda ağa bizi yanına çağırıyı, hele işin aslını bi anlatta bende ona göre düşünüp tedbirimi alam, şimdi bilip bilmeden ağaların karşısına pat diye çıkarsam ne diyeceğimide bilemem o zamanda ağalara mahcup olurum diyerek yusuf kardeşi bekardan daha detaylı bilgi almaya çalışıydı. bekarda ağasına anlattığı köyünü ve köylülerini bir kerede kardeşi yusufa anlattı, bekar anlattıkca yusufunda gözleri dolu dolu oluyudu nasıl olmasınki o perişanlığı çeken köylüleri o zirinkilliği çeken gene kendi köylüleriydi onun için yusufun gözleri dolup dolup taşıydı bekarada belli etmek istemiydi amma bekarda bu işin farkındaydı, bekar kardeşine dönüp heç canını sıkma heçde ağlama, eğer ben bekarısam köydeki o yokluğun o perişanlığın içinde hayata zar zor dayanan köylülerimide şu Adanaya şu çukur ovaya getirtmesem bütün köylülerimede iş verdirmesem o yokluktan o perişanlıktan kurtarmasam banada bekar demesinler diyerek kardeşi yusufa laf veriydi, kendinide bir işçi bulma kurumu gibi zannederek o mağrurluk içinde gurur sarmıştı her yanını, yusufda kardeşine gardaş senin adın memet bunu biliyoruz lağabında bekar bunuda bizim bildiğimiz gibi bütün herkesde biliyi, bekar demek yanlız ve tek başına yaşamak demektir, bekar olanların anaları babaları var amma bekar olan insanlar genelde yanlızlığı tercih etmişlerdir, ancak sen öyle bekarlardan değilsin, sen edirafı dallı budaklı goca bir çınar ağacı gibisin, köylüleride düşünerek bu çukur ovaya pamuğa ırgat olarak getirme gayreti içindesinya bende bir gardaş olarak seninle gurur duyuyorum, işte bu yüzden gözlerimden göz yaşlarım akıyıdı. böyle konuşa konuşa ırgatlarla birlikte kendilerinin kaldıkları elci evine gelmişlerdi, bekar köstekli saatinin zincirine bağladığı anahtarını çıkararak sarsılmaz güclü ve onurlu bir edayınan erzakların olduğu kapıyı açtı ve ırgatlarada dönerek guzular öyle her babayiğidin her elcinin şeyinin karımıki, bu kadar garip yiğit hemide mağdur köylülerin haklarını gasp etmeden sağ salim vede tas tamam bu ırgatlara dağıta, bu doğruluğu bu dürüstlüğü ancak ve ancak bazı helal süt emmişler olduğu gibi bizim gibide helal süt emmiş hemide boğazından haram lokma geçmemiş vede gariban yoksulun yani insanın halından anlayan bizim çıktığımız gibi zaman zamanda olsa çıkar, yoğusa bu kadar erzağın ve malın içinde olan çok insanlar nefsine hakim olamaz şeytana uyar elinden geldiğincede çalma gayreti içinde olurlar böyle oluncada kul hakkıyla o bir dünyaya gidenlerin yeri cehennem olur narı ataşda yanarlar.125. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Çünkü cenabı Allah karşıma kul hakkıyla gelmeyin demiş, yani sizin anlayacağınız guzular eğer kul hakkıyla o bir tarafa bi giden olursa varya vay gele onun başına diye nutuk çekerken, kardeşi yusufda içeride hazır olan paketleri dağıtmak üzere dışarıdaki ırgatları tek sıraya dizdikten sonra her birinede birer paket yiyecekleri dağıtarak bir kere daha o ırgatların gülümseyen yüzlerine tanıklık ettiler, yiyecek paketlerini alan ırgatlarda hemi ağalarına hemide bekar ile yusuf gibi dürüst elcilere dua ediylerdi, sağolun bekar ağam sağolun yusuf ağam Allah hemi sizden hemide ağamızdan razı olsun, bizler yani bu kadar ırgatlar sizlerden menmun ve hoşnut ayrıldığımıza göre, bizleri yaradan o yüce Allahda inşallah sizden razı olur diyerek ırgatlar dualarını ardı ardına sıralıylardı, ırgatlar hemi paralarını hemide ikişer yömiye olarak ikramiye gibisinden para ve gıda maddesi olan paketlerini almışlardı yani ırgatlar alacaklarını fazlasıyla almışlardı, artık ayrılık vaktide gelmiş çatmıştı, bekar biraz evvel köylülerinin bir yokluğun içinde hayata tutunmak için mücadele ettiklerini, hemi ağasına hemide kardeşi yusufa anlattığında aynı onların ağladığı gibi, şimdide bu ırgatların ayrılık sebebiyle her birinin ayrı ayrı ağladığına şahit olunca, bekarda ırgatlara dönerek bu duruma hemen el koyar arkadaşlar bu gün ben bu göz yaşlarını döken adamlardan bu kaçıncı görüşüm oldu biliyormusunuz bu göz yaşlarını göre göre bende dayanamaz hale geldim artık dahada görmek istemiyim eğer ağlamaya devam ederseniz heç gözüme gözükmeyin, yada ağlamak için ısrar ederde gene devam ederseniz bir dahaki sefere o ırgatı işe çağırmam ismini not ederim aha şurayada yazarım işte ona göre beni duydunuzmu anlayanda anlamayana anlatsın anlaşıldımı guzular dediğinde, bütün işçiler işe gelememe korkusuyla ağlamayı kesip göz yaşlarını hemen sildiler bu durumu gören bekarda hah işte böyle olun guzular Allaha şükür ağlanacak ne varki ağlayasınız, hepinizde gülün eğleninde yüzlerinizde güller açsın vede sağlıcakla gidin sağlıcakla yaşayın, bi dahaki sefere ya benden yada yusupdan haber bekleyin, iki tarafta bir birinden menmun kalırsa niye her zaman birlikte çalışmayak haydin güle güle gidin deyince, ırgatlarda tek sıra olup bekarınan yusufun eline vardılar, küçükler ellerinden büyüklerde sarılarak yüzlerinden bazılarıda gözlerinden öptüler, ve böylecede bi ırgat topluluğu işlerini bitirmenin mutluluğu ve kıvancı içinde guzucu oğlu çifliğinden ayrıldılar. bekar kardeşi yusufa dönerek Eee gardaş akşama daha epey zaman var, ağa akşama bize gelin dedi amma hele bi akşam olsunda, onlarda akşam yemeklerini yedikten sonra birlikte gideriz, hele bakam ağalar ne söyleyecekler bize, ağanında babacan ağalığına göre olumsuz bişey olacağını zannetmiyorum ama biz genede tedbirimizi alakda öyle gidek ağanın yanına diyerek iki elci kardeşler bir birleriyle istişare içinde olduklarından güclü bi elcilik performansı içindelerdi böylece nereye gidekceklerini konuşarak bağ evindeki tavuk çifliğine gitmeye karar verdiler ve tavuk çifliğine doğru yollandılar. bağ evinde tavuk çifliği olduğu gibi koyun çifliği ve tosun çifliğide vardı, bu çifliklerin her birinde üçer beşer kişi olmak üzere toplam onbeş kişi kadar işçi ve çoban çalışmaktaydı. buralarda çalışan işçilerinde geçmiş dönemlerde zaman zaman incindikleri horlandıkları ve emeklerinin karşılığını tam olarak alamadıkları olmuştur aynı zamanda işçiler kendi aralarında bile bu durumu konuşarak o hazin dolu günleri yad ediylerdi, ne yazıkki bu gibi durumları ağaları hiçmi hiç bilmiyordu, ne zamanki bekar ile yusuf guzucu oğlu çifliğine elci oldular bağ evindeki tosun koyun ve tavuk çifliğindeki çalışan işçilerinde sorunlarına el attılar, geçmişte olan olaylar dönen dolaplar bir bir ağaya anlatılmak suretiyle işçilerin sorunlarına tez elden bir çözüm yolu bulunarak geçmiş dönemlerde dahil olmak kaydiyle bütün işçilere üçer maaş ikramiye verilerek.126. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bütün bu işçilerin gönlünü hoş etmeleri uygulamasına başlanmıştır, çalışmaktan kaçıp kaytaran işçiler dahi gerisin geri dört kolla canı gönülden işlerine sarılmaları bu durumun bütün işçiler arasında yaygın olarak söylenmesi ve gene bu durumun bekar ile kardeşi yusufun gelmesinden sonra düzelmesi iki kardeş olan bu elcilere işçilerinde saygıyla yaklaşmaları gözle görülür ve bilinir duruma gelmişti, işte bu durumuda bilen elciler hiç bilmemezlikten gelerek kendilerine gösterilen saygıdan ve sevgiden dolayı ayrıca bi keyf alarak bağ evindeki tavuk çifliğine gelmişlerdi, elcileri gören çiflik çalışanları bir gayret içinde hoş geldiniz ağam hoş geldiniz diyerek ellerine varıylardı, bekar mülayım bir elciydi amma yusufun görünümü sertti çiflikte çalışan ırgatlar bekara göre yusuftan bir kat daha fazla çekiniylerdi, bu iki elci kardeşler ırgatların para hususundan kendilerinin sağlık sorunlarına kadar orada daimi olan işçilerin mutfaktaki erzaklarına kadar, çifliğe gelen yabancı şahısların niye gelip gittiklerine kadar, yani kısacası çifliğin bütün gidişatından bir bir sorup her sordukları sorularına olumlu bir cevap almaları hatta bazı sorularına verilen cevapları dahi not almaları gözlenmektedir çiflikte çalışan ırgatların çalıştıkları süre içinde böyle disiplinli ve sağlıklı bir çalışmaya hiç şahit olmadıkları, bu iki kardeşin elci olduktan sonra ırgatların yeyip içmelerinden tutunda kazandıkları paralara kadar sağlık sorunlarına kadar bütün sorunlarıyla ilgilendikleri eğer bu düzen bu gidişat böyle giderse işlerinden ve hayatlarından menmun olduklarını ifade etmekteler, işte bu sebepten dolayı işine hor bakıp kaytaranlar dahi şimdi dört kolla işlerine sarılmalarından dolayı bekar ile yusuf elcilerde kendilerinden menmun olduklarını ifade etmekteler, böylesi güzel yapıcı ve tatlı bi laf çiflikte çalışan bütün ırgatların dilinde, zaman zaman bu konuya değinen oldumu sanki yüzlerinde gözlerinde ve gönüllerinde güller açıyı, aynı zamanda menmuniyet ifadelerini belirtmekteler, çiflikte çalışan işçiler her ne kadar bir bardak çay yada bir fincan kahve içmeleri için ısrar ettilersede elci kardeşler teşekkürlerini ifade ederek işçilerin sorunlarını dinledikten sonra onlara iyi akşamlar ve verimli çalışmalar dileyerek oradan ayrılıp kendi kaldıkları eve gitmek üzere yola çıktılar, çiflikte çalışan ırgatlar elcilerini misafir uğurlama ahkamı içinde uğurladılar. işçilerin Allahtan temennileri bu elcilerin çiflikte daima kalmalarını diliyorlardı, yolda giderken bekar kardeşi yusufa işte görüysün ırgatların halını adamların üzerindeki asbaptan bir iplik çeksen bütün asbapları yere dökülecek haldeler meğer bizden öncekilerdede heçmi heç vijdan merhemet yoğumuş, fıkara adamların ne hakları varımış nede hukukları varımış, hani afrikadan, buna kenyada dahil olmak üzere amerikaya insan tacirlerinin köle ticareti yaptıklarına benziyi, aynı onların gibi bunlarında heç bir hakları yoğumuş taa'ki biz ne zaman bu çifliğe ayak bastık basmadık işte ondan sonra hemi çifliğin hemide bu insanların gaderi değişti, insan olduklarını bildiler kısaca dünyaya bakış açıları değişti, bu garibanlara öyle bir vijdansızlık yapılmışki adamlar hasda olsalar bile, evlet hastanesi aha şurada ayaklarının altında amma genede gidemezlermiş, bu acı ve elzem verici durumdan ağalarında heçmi heç haberleri yoğumuş fıkara ırgatlar gedip söyleyemiyi o bir vijdansızlarında işine geliyi bu durum, eğer bi hasda olan oldumu o hastalığı çeke çeke iyi olurmuş yada büyük ihtimalle ahreti boylarmış.127. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Efendime söyleyem yani bizde bu çifliğe elci olarak gelince bizimde bu yaptığımız işlerden dolayı bunlarda insan olduklarının farkına vardılar, aynı zamanda bizede açık açık söylüyler, sizler bu çifliğe gelince bizler insan yerine konduk diyerek bize saygı ve hörmette kusur etmiyler, işte hal ve durumlar bundan ibaret gardaş diyerek çifliğin durumunu kardeşi yusufa izah ediydi, böylece konuşa konuşa kendi kaldıkları çiflik evine gelmişlerdi, günün yorgunluğunu üzerlerinden atmak için yataklarının üzerine şöyle bi uzanıp gözlerinide yumarak rahatlamaya çalışıylardı, bir müddet sonra havada kararmıştı akşam olunca ağalarıyla buluşacaklardı, ağa kardeşin yusufuda alda akşam bize gel demişti bekara, ağalarıyla buluşmaları ilazımdı. işte o sebepten rahatca uzandıkları yerden kalkıp yemeklerini hazırlayıp yedikten sonra, bekar kardeşine hadi gardaş ağaların oraya gidekte ağayınan hele bi görüşek aha pambıh zamanıda geliyi, ırgat toplanacak bu seferde pambıh için ırgatları bizim köyden getirtek, sende biliyinki köylülerin bir parça ekmeğe ihtiyaçları var, eğer köyden buraya ırgat getirtmeyi ağaya kabullendirirsek hemen birimiz köye giderik pambığa gelmek isteyen köylüleri bir gamıyona doldurur alır getiririkde şurada Allahın hayrına çalışırlar bir lokma ekmek parası kazanmış olurlar, inşallah o yüce mevlam dileğimizi kabul ederde, bizde guzucu oğlunda elci olduğumuza göre hemi köyümüze hemide köylümüze bir parça olsun faydamız olur, heç barim anamıza babamıza hayır duası alırık diyerek kardeşi yusufa içinden geçeni bir bir döküydü, bekar içini döke döke ağaların kaldığı konağın önüne kadar gelmişlerdi, kapıdaki konağın bekcisi elcileri konağın önünde görünce koşarak kapıda karşılayıp önlerine düşerek ağanın kaldığı konağın salonuna kadar getirdi, elci kardeşler salona girdiklerinde zaten ağada merdivenlerden inerek salona doğru geliyidi, ağ karşısında elcileride görünce Ooo bekar efendi yusuf efendi sizler hoş gelesiniz, bak yusuf efendi benimle bekar efendi bu gün sabah birlikte konuşmuştuk hemide epeyce dertleştik. bekar efendide köyünün ve köylülerinin portrelerini bi güzelce çizerek hayat hikayelerini anlattı, anlattığı yaşam tarzı böylesi mazlum ve dürüst insanların bilmiyorumki hala alın yazılarımı yada kaderlerimi söylemeye dilim varmıyor ama şu yirminci asırda yokluk içinde ızdırap ve acı çeken bu insanların dertlerine bir çare bulunması ilazım diye düşünüyorum, bu sebepten dolayı sizlerinde dürüstlüğüne ve samimiyetine güvenerekten çifliğe bundan sonraki gelecek ırgatların yarısını sizin kendi köyünüzden getirte bilirsiniz, bu çiflikte çalışan ırgatların hemi sorumlusu hemide elcileri vede benim baş kahyam olduğunuza göre guzucu oğlu çifliğinde çalışacak ırgat kontejyanının tümü size aittir bundan dolayı hiçmi hiç tereddüt etmeyin ve içiniz müsteri olsun, mesela ben müsteriyim peki niye müsteriyim başta sizler çalışkan ve işine bağlı elcilersiniz dahada önemlisi doğru ve dürüstsünüz hal böyle oluncada tabiki sizin köylülerinizde en az sizler kadar çalışkan ve dürüslerdir, buraya işe geldilermi, ben inanıyorumki köylüleriniz sizleri mahcup etmezler benim kanaatım budur, işte bu sebepten dolayıdırki, benim hemi gönlüm rahat hemide fikrim rahat daha sonra ağa elci yusufa dönerek yusuf efendi peki senin fikrin ney sen ne düşünüyorsun köylüleriyin hakkında diye sorunca, elci yusufda valla ağam bende yılların elcisi olarak bu elciliğe başladığım günden taa bu güne kadar geçen zaman içinde insan sarrafı oldum diyememde ancak iyi kötü insanları tanıdım bu tecübemede dayanaraktan ben köylümün birine değil hepisine güveniyorum ve hepisinede kefilim. benim ağama diyeceğim bundan ibarettir eğerki emir buyurursanız hemen behemahal malatyaya köye gidip o gariban canlarımızı oradan o yokluktan kurtarmak ve alıp getirmektir onların bir an önce çalışmaya ve ekmek parası kazanmaya başlamaları ilazımdır.128. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Deyince ağada ben seni anladım ancak birde bekar efendinin fikrini almak istiyorum, evet bekar efendi kardeşin yusufu duydun peki senin görüşün nasıl fikrin nasıl bide sen anlat bakalım, benimde görmeden hemi sevdiğim ve hemide merak ettiğim köylülerinizi bide sen anlat diye bekardanda sorunca, bekar efendide sözlerine efendim şimdiye kadar sizin konuşmalarınızı canla başla dinledik gardaşım yusubunda bu yönde görüşlerini aldın böylece onun fikrinide öğrenmiş oldun, şimdiyse gardaşım yusuba sorduğun soruyu banada soruysun çok güzel yerinde bir soru, bizler bu çiflikten ekmek yememiz için bu çifliğin bütün işlerini sırtımızda taşımamız ilazım, bunun yanı sıra bir ekmeğe muhtaç olan insanlarıda gözetmamiz ilazım, işçisini ırgatlarını kollayıp gözetmeyide biz ağamızdan yani sizden öğrendik, siz buda bir erdemlilikdir derdiniz, işte bu erdemliliği sizin gibi kıymetli ağamızdan öğrenip rehberimiz ettik, köylülerimize gelince bende gardaşım yusuba harfiyen katılıyım, yusubunda dediği gibi eğer emir buyurursanız hemen köye gidip köydeki canlarımızı tez elden alıp getirmektir amacımız deyince ağanın gönlü vede gönlünün taa içi bile rahatlamıştı derin bir of çekip arkasındanda Allaha çok şükür diyerek oturduğu koltuğa gönül rahatlığıyla rahatca yaslanıp bu dünyada iyi işler yapmak kadar şöyle oturduğun koltuğa rahatca yaslanmakda varımış diyerek gülümsemeye başladı ve konağın hizmetcisine kızım bize şöyle üç tane kahve yapta getir diyerek öyle bir keyfinen sesleniydiki o anı görmeye değerdi. hizmetci kız kahveleri getirdiğinde bile ağanın gülümsemesi ve yüzündeki huzur dolu ifadesi daha aynı durumunu koruyudu hatta hizmetci kız ağasının böyle huzurlu olduğunu çoktan belli görmediği için tuhafına gitmişti hemide şaşkın bir vaziyette ağasının yüzüne baka kalmıştı, bekar ise içinden ağrı hizmetci kıza yaa guzu kim demişki ağalarda veyahut zenginlerde hemi vijdansız hemide yüzleri gülmez, demekki ağalarda zenginlerde bir insan onlardada bi vijdan merhemet var, hemide sen bu gördüklerini bütün göreceklerine bir gözelce anlat dercesine hizmetci kızın gözlerinnin içine bakıydı. üçüde yaptıkları işin ve aldıkları kararın gururu içinde kahvelerini yudumlayarak tadını çıkarıylardı, ağa elcilere dönerek bizim muhasebeden para alın ve hemen biriniz köyünüze gidin derhal o garip yiğit insanları alıp getirin ben şimdi sizlerden müsaade isteyecem, benim biraz işlerim olduğu için Adanaya gidecem, sizlerde sağolun varolun, köylülerinizin sizlerden gurur duyduğu kadar bende sizlerden gurur duyuyorum deriken ağanın şöförü içeriye girerek, ağam araba hazır siz ne zaman isteseniz Adanaya gideriz diyerek sanki bir asker gibi esas duruşunu dahi bozmayan şöför ağasına karşı saygılı ve terbiyeli olarak karşısında öylece duruyudu. kalkma zamanı olduğu için böylelikle ağa ve elciler hepiside birlikte kalkıp ağa Adanaya elcilerde kendi kaldıkları kahya evine doğru yola çıktılar. bekar ile yusufda da bir güven bir huzur varıdıki genede görmeye bile değerdi ağalarına karşı sözlerine ve işlerine bağlı olarak bir kere daha güven tazelemişlerdi. yusuf bekarı behemahal yarın malatyaya salacak kendiside her zaman olduğu gibi çifliğin işleriyle ilgilenecek, yusufda kardeşi bekarla konuşarak böyle bir karar almışlardı, bekarda fethiyeye gideceği için oda hazırlığa başlamıştı, bekar hemi bir taraftan bavulunu hazırlıyıdı hemide kendi kendine konuşuyudu gurbetin acısı acı olur derlerde inanmazdım gurbetin acısı nasıl olur biliyinizmi bu gurbetin acısı varya insanı yaralar, yaralarda yaralar. ancak benim gibi köyüne giden oldumu eğer bavulu doluysa köyüne evine hele hele can cazına kavuştumu o gurbetin acısını unutur yok eğer bavulu tam takır boşusa ne sevdiğinden ne köyünden nede zalım gurbetten heç bir tatda alamazsın işte o zaman gurbetin acısı zor olur.129. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- İnsanın bağrına goca bi gaya gibi taş gibi oturur, ben her zaman derim sen sen ol akıllı ol üç kuruş parada kazandıysan bir kenara koy dursun, bir gün gelir o para geri sana ilazım olur. yoğusa har vurup harman savurursan işte o zamanda şapa oturursun diyerek evine aldığı öteberileri ve hediyelikleri bir yandan bavuluna diziyi bir yandanda kendi kendine böyle konuşuyudu. kardeşi yusuf yorganını açmış yatmaya çalışırken, o bir odada bavulunu hazırlayan kardeşinin yanına gidip, gardaş daha ne yapıysın bitiremedinmi işini diye sorduğunda, bekarda içini tıka basa hediyeliklerle doldurduğu bavulunu kapattıktan sonra birde ipinen sıkı sıkıya bağlıydıki sağlam ola neme ilazım yolda hırı var hırsızı var, ne demişler atını sağlam kazığı bağlada ot yemesinde dert yesin demişler diyede kendi kendinede akıl veren bekar kardeşine dönüp tamam gardaş tamam aha bitirdim bir güzelcede bağladım nasip olursa yarın sabah trene biner giderim seninen aynı konuştuğumuz gibi o tarlanın pazarlığını eder tapısını alır hemen oradada parasını veririm. Adanaya pambığa gelecek köylüleride bir araya toplarım getirir trenede bindiririm o günü sende buradan uşağın birini salar onları aldırırsın, köylüler köyde boş duracağına heç barım gelirde şurada çalışırlar bari diyerek ikiside yatacakları odaya gelip yataklarına uzanmışlardı bir birine iyi geceler dileyerekde günün yorgunluğundanda olacakki hemende tatlı bir uykuya dalmışlardı. daha gün ışımadan ikiside kalktılar, bekar kardeşine gardaş nasip olursa bu gün memlekete yolcuyum hele bi gidem bakam köyün durumuna epey zaman oldu ben köyden ayrılalı kim hasda kim sayrı kim öldü kim kaldı oralarda ne var ne yok heç bişey bilmiyik oradanda ne bir gelen var nede bir haber salan var kendi evimizden bile haberimiz yoktur diyordu ve ardındanda tamamlıyıdı geri kalan lafını. köylüleri treninen gönderdikten üç dört gün sonra bende döner gelirim, ben yoğuken senin işin birez ağırlaşacak amma ırgatlarında senin kölgenden daha fazla çekingenlikleri var, ben inanıyorumki burada her hangi bir sıkıntı falan çıkmaz, eğerki her hangi bir sıkıntı felan çıkaranlarda olursa heç gözlerinin yaşına bakma deyha orada yeni yapılmış asfalt yol var, yönlerini yola doğru çevir deh eyle gitsinler, amma yok yok öyle kötü niyetli heç bir ırgatımız yoktur, şimdi Allah var hepiside ikimizi gördülermi sanki babalarını görmüşler gibi saygı gösteriyler diye kardeşi yusufa ırgatlar hakkında kendi görüşlerini anlatıydı.kardeşi yusufda bekara sen ne beni nede burayı heçmi heç düşünme sen gettinmi aklın burada kalmasın. hayırlısıyla sağ salim köye git evinde çocuklarınla bir hafta yada on gün kal hasret gider, eşi dostu köylüleri gör he bide o tarla işini hallet, evdeki böyük ineğinde tadı yoğudu o ineğide sat onun yerinede iki tane iyi bi inek al, evde bir sürü horanta var ağızları yavan kalmasın diye konuşurlarken, akşamdan haberli olan ağanın şöförü sabahın erken saatinde elcilerin kaldığı yere gelmişti bile çünkü gündüzleri sabah saat sekiz kırkta Adanadan Malatyaya tren kalkacakmış, şöför kapıya vurarak bekar efendi bekar efendi eğer hazırsan seni tren istasyonuna götürmeye geldim saat sekiz kırkta tren kalkacak eğerki gec kalırsak treni kaçırtırız diyerek şöför bekar efendiyi uyarırken içeridende bekarın sesi geliydi, şöför efendi trenin hareket etmesine daha iki saat var, hele bi gelde sende bir bardak çay içesin diye bekar şöförü çay içmeye davet ediydi, şöförde ister istemez bekar efendinin buyur etmesine icabet ediydi vede etmek zorundaydı, çünkü bekar efendi ağanın hemi sağ koluydu hemide dert ortağıydı. kardeşi yusufda bu ikilinin dertleşerek konuşmalarına bir zamanlar vukuf olmuştu, işte bu sebepten dolayı şöförün bekardan ne kadar çekindiğini ve bi o kadarda sözünü dinlediğini gördüğünden her ikisinede belli etmeden gizli gizli gülüydü, bir müddet sonra hepiside dışarıya çıkmışlardı bekar bavulunu arabaya koyduktan sonra.130. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Kardeşi yusufunan helalleşmek için bir birlerine sarılıp öpüştüler, bir birlerine esenlikler dilediler bunun ardından bekar arabaya binip tren istasyonuna doğru giderken yusufda tarlaya ırgatların yanına doğru yollandı. bekar efendi saatlerden sonra treninen zorlu ve meşaggetli bir yolculuğun ardından yorgun argın bir vaziyette trenden inerek Malatyadaki akrabasının evine doğru yollandı, vakit akşam olduğundan köye gidecek vesayit olmadığı için mecburen akrabası gile gitmek zorunda kalmıştı, misafir gideceği eve gitmeden bakkala ve manavada uğrayıp misafir gideceği o ev için sebze meyve ve çeşitli yiyeceklerde alarak mahcubiyet içinde kalmamak için her şeyi ince eleyip sıkı dokuyordu. kendi kendinede guzular bu bekar efendi varya yıllardır bin kişilik ırgatları olan goca guzucu oğlu çifliğinde elci başılık yaptı halada elci başılık yapmakta, böyle üç kuruşluk şeyler için heç kendini ezdirip mahcup edermi diyede mırıldanıydı. bekar efendinin akrabalarıda onu göre kapa kapmışlardı biraz bekarın hatırı varsa birazda aldığı o öteberilerin hatırına goca döşeği sermişler yastıkları kenarlarına dizmişler buyur bekar ağa buyur diyerek evin sahibi hörmette hiçmi hiç kusur etmiydi, hoş sohbetten ve gecenin bir vaktinden sonra gayrı yatıp uyuma vakti gelmişti büyük bir itina ile misafirlerinin yerinide hazırlayıp bir birlerine iyi geceler dileyerek günün yorgunluğundan olacakki bekar efendi tatlı bir uykuya dalmıştı. gün ışımadan yatağından kalkıp köye gidecek vesayitin durak yaptığı kantarcı garacına gitmek için hazırlandı, daha bekar kalkmadan ev sahibide tarhana çorbası hazırlatmıştı bekar efendi iki lokma ekmekle bir tasda tarhana çorbası içerek bir payton çağırtıp kantarcı garacına doğru yola çıktı, zaten köyede bir gamıyon çalışıydı bu gamıyonda mıhdar ahmedin gamıyonuydu başkada gamıyon yada her hangi bir vesayit yoğudu o goca köyde. köyden şehirede vesayit işlerini mıhdar ahmedin gamıyonu yapıydı. payton kantarcı garacına geldiğinde bir anda bekarı karşısında gören mıhdar ahmet Ooo bekarım sen hoş gelesin safalar getiresin nasılsın iyimisin yusup nasıl oralarda çukur ovada havalar durumlar nasıl diyerek hoş beş eden mıhdar ahmet gayfeciye oğlum bize iki kahve getir diye seslendi iki dakikada garson kahveleri getirmişti kahvelerin yanındada iki bardak su her ikiside suyunu ve kahvelerini tatlı bir sohbet içinde içtiler kahvelerini içerkende, mıhdar ahmet bekar efendiye yahu gardaşım şimdi Adanadan gelecek zaman değildiya hayırdır bi işin mişinmi varıdıda geldin diye fikrini öğrenmeye çalışırken, bekarda Allaha çok şükür hayır için geldim adanaya getmek isteyen köylüleri oraya pambığa götürecem orada bir sürü insanlar gırılmış gibi çalışıylar herkes bi parça ekmek parası kazanıyı onlar çalışıyda neden bizim köylülerde çalışmasınlarki diye geldimki köylüleri toplayıp götürem, daha sonra hemi bize hemide anamıza babamıza ya dua ederler yada söverler, ben bir iyilik yapıp denize atamda balık bilmezse halık bilir diyerek bekar mıhdar ahmede fikirlerini anlatıydı, oda bekarın bu insaniyetli vede köylünün hakkına hayırlı bu işi gönülden destekliyidi. gamıyonunda köye hareket etme zamanı gelmişti hareket saat geldiği için köye gidecek köylülerde gamıyonun yanına gelmişlerdi bekarıda aniden karşılarında gördükleri için onlarda önce şaşırdılar daha sonra hoş beş ettiler, bekarın köye esas geliş sebebinide öğrendiklerinde köylüleri bir sevinç bir neşe almıştıki, sanki işçi bulma kurumundan devlet işine girmek için çekilen kuradan sıraları çıkmış gibilerdi, hemen oradakiler çukur ovaya gitmenin proğramlarını yapıp hayallerini kurmuşlardı bile, o keyfinen o neşeyinen o kadar yolu geldiklerini ancak köye geldiklerinde anlamışlardı, bekarın şöför mahallinden indiğini gören köylülerde hemen etrafını çevirdiler, yaşlılar tokalaşarak gençlerde elini öperek hoş geldin safalar getirdin diye ilgi ve iltifatlarını gösteriylerdi.131. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bekarın bavulunu köylünün biri hemen elinden alıp bir keyfinen bir neşeyinen evlerine götürmüştü, bekarda edirafına toplanmış köylüleriynen Adanadan pambıhtan ırgatlıktan konuşa konuşa evine doğru giderken bi taraftanda köylülerine gomşular bu gün çok yorgunum amma yarın topluca yanıma gelinde şu Adana işini bi gözden geçiripde konuşalım ona göre sizlerde bir taraftan hazırlığınızı tas tamam yaparsınız, hele hazırda gamıyon mamıyon bulamazık amma ne yapalım gayrı treninen yola çıkarsınız. şimdi benim ne dediğimi can kulağıyla dinledinizmi, ne söylediğimi anladınızmı arkadaşlar deyince, yanındaki köylülerin hepiside biz seni hemi duyduk hemide anladık dediler zaten o zamanda bekarın evine varmışlardı. köylüler bekara biz seni daha fazla rahatsız etmeyelim inşallah yarın bir araya gelir daha teferruatlı konuşuruz diyerek bekarın yanından ayrıldılar. bekarın haçcada kapıya çıkmıştı kocasının geldiğini duyduğu için yolunu gözlüyüdü, aradan aylar geçmişti nede olsa kocasını özlemişti. hemi fethiyenin içine hemide oturdukları mahleye bekarın geldiği hemen duyulmuştu, mahallenin heriflerinden önce yaşlı kadınları bekarın evine gelmişlerdi hatçaya gözün aydın hatça gözün aydın diyerek göz aydınlığı dileyen komşularına hatçada inek tasının dolusu ayran getirmiş tas tas ayran dağıtarak ev sahipliği görevini yerine getirmeye çalışıydı. sabah erkenden uyanmış kalkmışlardı bekarın geldiğini duyan çelikçinin biri kapıya kadar gelmişti bekar bu mal simsarıyla hoş beşten sonra ahırdaki satılacak o ineğide ona satarak köydeki yapacağı işin ilkini yerine getirmiş oldu, çelikçide satın aldığı ineği alıp gittikten sonra bekarda gayfeye doğru yollandı, yolda giderken köylülerin kimi hoş geldin bekar kimileride hoş geldin bekar emmi diyerek ilgilerini ve hörmetlerini gösteriylerdi, bekarda sağolun goşular sağolun guzular diyerek gayfeye girdiğinde gayfede bulunanlar saygılarını göstermek için hepiside ayağa kalktılar. bekarda gayfeyi karşısına alabilecek şekilde bir masaya geçip oturdu, köylülerde hep birden hoş geldin bekar nasılsın iyimisin gardaşın yusup nasıl oda iyi ve rahattamı, oralarda işler nasıl çukur ovanın o sarı sıcağı nasıl o sıcağa dayanabiliyormusunuz diye merak içinde sorular soruylardı, bekarda sağolun gomşular ben iyiyim gardaşım yusupda iyi, oradaki işlere gelince çalışana bol bol iş var ekmek var, Adananın sıcağına gelince herkes işinin ekmeğinin hatırı için o sıcağa dayanmak zorunda, Adana dediğiniz yer fakir fukara yeri, evet gomşular ben Adanadan niye geldim biliyormusunuz ancak içinizde bileniniz var bilmeyeniniz var amma şu andan itibaren beni iyi dinleyin, Adanada pamıkta çalışacak ırgatlar ilazım bu ırgatlarıda hemi yusubun hemide benim gayretimizle ağanın gönlünü ederek yani köylülerimizi ağaya överek bu övgümüzlede ağayı ikna ederek kendi köylümüzü Adanaya çukur ovaya pambığa götürmek için geldim, hemen cebinden bir kalemle bir defter çıkararak, evet gomşular Adanaya pambığa gidecek köylüler tek tek isimlerini yazdırsınlar deyince, bekarın kaynı silikgo ibrahim başta beni yaz diye seslendi arkasından ede hüsov benide yaz benide dedi ibadullah benide diye bağırdı daha sonra Alhasın kızı ve oğlu mürteze gil ve gamberin ismail maççiğin hasan maççiğin hüseyin onun hanımı immihan bıçakcı hüseyin gil ve daha nice niceleri Adanaya pambığa ırgat olarak gitmek için isimlerini yazdırmışlardı. bekarda bunlara hemen tezelden hazırlanın demişti bu isimlerini yazdıran köylülerde oradan kalkıp evlerine gittiklerinde bir hazırlık telaşı içinde çukur ovaya götürecekleri eşyalarını hazırlamakla meşgüllerdi. ertesi günü çukur ovaya gidecek yolcular tam tekmil hazırlardı. herif kısmı bekarın evine giderek yolculuk için hazır olduklarını belirtip Adanaya gitmek için bekarınan bir kere daha konuşarak ona göre hareket etmek istiylerdi. köylününde bu kadar çar çabuk hazırlanmalarına bekarda çok şaşırmıştı, çünkü bu kadar çabuk hazırlanacaklarına inancı pek gıtıdı, buna rağmen köylülerde tam tekmil hazırdı. bekar kapısına kadar gelen köylülerini içeriye buyur ederek misafir odasına aldı, ve dönüp sevgili köylülerim guzular ben sizlerin bu kadar kısa bir zamanda hazırlanacağınızı ummuyordum vede tahmin etmiyordumda ancak sizlerin bu kadar erken bi zamanda hazırlanmanızdan hemi duygulandım hemide sevindim inşallah bu sabaha doğru eşyalarınızıda gamıyona yükleyerek şehere gidersiniz şeherdede tren istasyonunda iner çukur ovaya gidecek trene biner gidersiniz anladınızmı beni.132. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ben sizlere Adanada gideceğiniz yerinde, yani guzucu oğlu çifliğininde adresini veririm, Adanada trenden indinizmi sizi karşılamaya gelenler olacak onlar sizi alıp çifliğe götürecekler sizlerde çifliğe vardınızmı ney yapacaksanız,yapacağınız bütün işlerinizi bizim yusup sizlere izah edecek, buradan gurbete çıktığınız için üzülmeyin heçde merak etmeyin. deyelimki çukur ovada bu sene beş kişi çalıştınız işleriniz bittikten sonra burayada geldiğinizde kazandığınız o parayla beş tene tarla alın, yani benim deyeceğim Adanada çalışana iş bol işlerin bol olduğu gibi parada bol beni iyice anladınızmı gomşular deyince, köylülerde anladık bekar efendi sen sağol varol seni anladık diye bekarın sözlerinide onaylamış oluylardı. mıhdar ahmet gilin gamıyonuna eşyalarını yüklemek ve şehire tren istasyonuna gitmek için şehirden gelecek gamıyonun yolunu beklediler, gamıyonda köye geleceği saatten daha gec kalınca milleti bir huzursuzluk aldı merak içinde kaldılar, bu gamıyon ikindiden hemen sonra gelmesi ilazımdı'ya acaba niye gelmedi diye milletin gözleri yollarda kalmışdı, beklemekten osandıkları bi anda maççiğin hasan göğ veli gilin oradan bağırmaya başladı aha geldi gamıyon köylüler aha geldi, maççiğin hasanın sesini bağırtısını duyan seydovun nal çaktığı atlar ürktüğü gibi köylülerde derin bi of çekerek Allaha çok şükür aha geldi, gamıyonuda bekleye bekleye aha şuracıkda hepimizde ağaç olduk bi daha Allaha çok şükür diye kendilerini rahatlatmaya çalışıylardı. hemen hüseyini tembehleyekde geceden eşyalarımızı gamıyona yükleyek bide sorun hele niye bu kadar gec kalmışlar onuda öğrenin diye köylülerin ağzından böyle karambol laflar dökülüyüdü gamberin ismailde şöför hüseyine hoş geldin gardaş hoş geldinde bu gün niye bu kadar gec kaldın, hee bide Adanaya pambığa gidecek köylüler varya, bilmemki sana söyleyen oldumu acaba bu köylülerin eşyalarını akşamdan gamıyona yükleyekde yarın sabah erkenden şeherde tren istasyonunda olak diyiler, hemide bende böyle düşünüyüm oradanda ver elini Adanaya çukur ovaya ismail bide Adana tarafına dönerek sıkı dur çukur ova biz geliyoruz fethiyeliler geliyor, bizi bekle Adana diyerek çukur ovaya karşıda narasını atıydı. hüseyin günün meşagetli ve zorlu işlerinden çok yorgundu, köyün yüklerinden hariç ayrıyeten bide Arguvanlıların yükleri varımış Arguvanada gittiğinden dolayı bu gün bu kadar gec kalmıştı, bu durumu duyan köylülerde eyi baba eyi başka bişey olmasında tek böyle olsun bizde hani bi şeymi felan oldu diye korkmuştuk diye konuşan köylülere, hüseyinde arkadaşlar eyy beni dinleyin arkadaşlar ben bu gün haddinden fazla yorgun olsamda sizlerin aha şu gül hatırı için bu gece yüklerinizi gamıyona yükleyip hazır bi vaziyette sizleri bekleyecem, Allahın izniyle yarın sabahta sizlerin hepinizi alıp doğru şehere tren istasyonuna götürecem diyerek, önceden köylülerin Adanaya gideceklerini hemide guzucu oğlu çifliğine pambıh ırgatlığına gideceklerini duyduğunda şaşırmıştı işte o şaşkınlıktan sonrada sevincini böyle belli ederek keyif içinde olan hüseyin köylülere haydin arkadaşlar önce en yakın evden yüklerinizi yükleyek diyerek gamıyona en yakın olan Alhasın kızı elif gilinen bıçakcı hüseyin gilin yüklerini hemen kuş gibi yüklediler, Alhasın kızı gilden Alhasın kızı elifinen oğlu mürteze ve gelini yeter Adanaya gediydi diğerleri köyde kalıydı, böylelikle her evin yarısı Adanaya gediyse yarısıda köyde kalıydı, köylüler burdaki evlerimizi sade boş bırakmıyalım nolur nolmaz diye kendi aralarında konuşup anlaşmışlardı, derken bi gayretle gecenin bi yarısına doğru bütün köylülerin yüklerini gamıyona yüklemiş tamamlamışlardı. milletin içindede buruk bir sevinç vardı, daha doğrusu sevinç ile hüzün ikisi birlikteydi, zaman zaman da inşallah iyi olur derlerken zaman zamanda kara bulutlar içinde dolaşıylardı, fethiyeliler belkide ilk defa gurbete çıkacaklardı bu gurbetin kendilerine getireceği külfet acaba iyimi olacaktı yoksa kötümü olacaktı bu yolculuğun sonunun ne getireceğini bilmedikleri bir yolculuğa niyet etmişlerdi.133. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bir yandanda bu iyi niyetlerini böyle kara basanlarla öldürmek istemiylerdi, gecenin bir vaktinde Adanaya gideceklerde gitmeyeceklerde hemen hemen köyün hepisi uyanmışlardı, bütün köylüde buruk bir telaş vardı, pambığa gidecekler de gitmeyeceklerde akıllarını fikirlerini vede kendi görüşlerini anlatarak herkes birbirlerine nasihat ediylerdi. gazi gölü tarafından bir ışık görünmüştü bu ışığı gören köylülerde anladılarki bu gelen ışık gamıyonun ışığıydı, Adanaya gitmeyipde köyde kalacak çocuklarada bir ağlama düşmüştüki analarına babalarına ana benide götürün baba benide götürün diye analarının babalarının paçalarına yapışmışlardı, derken o gelen ışıkda bir gürültüynen gelip köyün papur yolunda durdu, daha tan yeri ağarmamıştı bile alaca karanlıkta millette çarşıya papur yoluna doğru yollandılar köyün içi ana baba günüydü sanki mahşer yerini andırıydı her ağızdan bir laf çıkıyı hiç kimse kimseyin ne duyuyor nede anlıyordu, böyle bir karmaşık kargaşayınan gamıyonun yanına kadar gelen köylüler, gamıyonun yanına gelince bütün herkes sus pus oldular o zamanki çeneleri durmayanların şimdide ağızlarını bıçak açmıydı bir kere daha milletin içini acı bir buruk kaplamıştı, gamıyonun etrafında toplanmış olan o milletin her hangi birine çirtik vursan kan damlayacaktı, öyle bi derin düşüncenin ve hüzünün içindelerdi. fethiyeli olarak bu millet Askerliklerinin haricinde hiçmi hiç dışarıya yada gurbete çıkmamışlardı ilk defa olarak bu kuşağın gurbet maceraları başlıydı. yola gidecek köylülerin kollarında yada ellerinde yol azığı olarak birerde çıkınları vardı, silikgo ibrahim kenardan millete bağırarak arkadaşlar köylüler bizler şu andan itibaren seferi görevde sayılırız lütfen herkes birbiriyle helalleşşinde bir an önce trene kavuşalım. şimdi tren istasyonunda yola gidecek yüzlerce yolcular vardır bu yolcuların hepiside sıraya girmişlerdir, bizlerde bir an önce varıp istasyonda sıraya girelim eğerki geride kalırsak trene binemezik taki ertesi güne kadar orada beklemek zorunda kalırız bu bir, ikincisi ise hangimiz olursak olalım eğer bir yere gideceksek yanındaki olan arkadaşına nereye gittiğini söylesin, sakınha habersiz bir yere gitmeyin, gurbete çıkacağımız şu ilk adımda maazallah her hangi birimizin başına kötü bir şeyler gelmesin duydunuzmu beni arkadaşlar hemi yav size söylüyüm duydunuzmu beni deyince köylülerde seni duyduk irbaam duyduk dediler, ibrahimde tekrar o zaman de haydin herkes gamıyona binsin aha ilk binen ben olayım diyerek gamıyona çukur ova ırgatlarından ilk binen silikgo ibrahim oldu, ibrahimi takiben yola gidecek köylülerde gamıyona bindiler, gamıyonun şöförüde yerini almıştı, gamıyonun üstündekiler ile aşağıda yerdekiler her iki tarafda birbirlerine melül mahsun bakışarak çoklarınında gözlerinden göz yaşları süzülüydü, soyhasına kalsın bu kıtlık bu yoksulluk diyen diyeneydi, kırk ikinin kıtlığı kaç yıl olmuş geçmiştiya, ama genede her taraftan kıtlık kokusu geliydi, işte bu kıtlık kokusunu üzerlerinden atmak için çukur ovaya gidip pamuk tarlalarında ırgatlık etmeleri ilazımdı, eğer bir kaç sene pamığa gidip gelirsek belki o zaman bu kıtlık kokusunu üzerimizden atma imkanına kavuşa biliriz diyilerdi. köyde kalanlar çukur ovaya gidenlere bazı siparşlerde veriylerdi, şöför direksiyona geçmiş gamıyonun gontağınıda çevirmişti bile hemende bir marşta gamıyon çalışmaya başladı gamıyon çalışınca yerdeki köylüler kenara çekildiler, ama köylülerede heyırlı gedin heyırlı gelin diyilerdi, analarının babalarının paçalarına yapışıpda benide götürün diyen o çocuklarıda gene bir ağlama nöbeti tutmuştu, o diyi benide götür, o biri diyi benide götür orada bir hüzün bir ağıt vardıki gözle bakıp görülecek kulak asıp dinliyecek hal vaziyet değildi bu hazin duruma yine silikgo ibrahim el attı gamıyonun üstünden ağrı şöföre doğru eğilerek hüseyin sen hareket etmezsen bu millet daha çok ağlar burada onun için bir an önce hareket eyle diyerek şöförü uyardı hüseyinde ya Bismillah ya Allah diyerek gamıyonu vitese atıp ağır ağır hareket etti, hareket ettikten sonrada acılı acılı basdı gamıyonun gornasına.134. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Bu çalan gorna ne düğün nede bayram gornasıydı bu gorna gurbet yolcularının hüznünü belirten acı bir gornaydı, çukur ova ırgatlığının ilk adımı böylece atılmıştı gamıyonun üzerindeki fethiyeli ırgatlar okulun oradan kör pınara doğru oradanda malatyaya doğru yola çıkmışlardı, gamıyonda bir vınırtıyla vınnn diyerek yazıhana aşağı çekip gitti, bir zamandan sonra gamıyon tren istasyonuna doğru dönüp bir kaç yüz metre gittikten sonra istasyonun kapısına yanaşıp durdu, gamıyon durunca ayağa kalkan köylülerden bazıları aşağıya inip galeyserin arka kapağını açarak gamıyonda ne kadar yük varsa hepisini kuş gibi aşağıya indirdiler, şöför hüseyinde Adana yolcuları olan köylülerine hayırlı yolculuklar dileyerek istasyondan arabasını sürdü gitti durağına doğru, istasyonu ve köylüleri geride bırakarak. istasyonda çok kalabalıktı osmaniyeye ceyhana Adanaya tarsusa mersine gidecek yüzlerce yolcular vardı, bunların pek azı müstesna olarak hepiside oralara ırgatlığa gidiylerdi, ırgatlığa giden o yolcuları birde dinlemek ilazımdı bir dert açsan bin dert döküylerdi ve ardından ahh ahh diyiler kendi memleketimizde iş imkanımız olsa aha burada güzel güzel çalışsak iyi olmazmıydı bizlerin ne işi var elin garip gurbet memleketinde, her kimki bizleri böyle perişan halde bırakıyor hergiz yomul gıyamat yüzleri gülmesin diyilerdi, gamıyondan inen fethiyelilerin hepiside aynı yere toplanmışlardı, tren istasyonu her ne kadar kalabalık olsada, fethiyelilerde hemi kalabalık hemide toplu oldukları için ordaki bulunan yabancı yolcular fethiyelilere karışamamışlardı, köylülerde taa ön tarafa yüklerini yığmışlardı, çokta geçmeden tren düdüğünü çalarak istasyonun uc tarafından gözüktü ve yavaşlayarak geldi milletin önünde durdu vagonun kapısıda köylülerin yükünün tam önüne denk düşmüştü, silikgo ibrahimle gemberin ismail hemen trene aylayıp bindiler üç tane kompartmanada yerleştiler Eee Adanaya gidecek o kadar köylüler var içlerinde hemi yaşlı olanı var hemide genç olanı vardı malatyadan taa Adanaya kadar koridorda o kalabalığın içinde de gidilmezdiya, aşağıdakilerde hemen kuş gibi çar çabuk eşyalarını trene yüklemişler ve hepiside binmişlerdi, milletin bir gözleride Abdul vahabın olduğu o goca dağa doğru ordanda fethiyeye doğru bakıyılardı, amma tren yine bir düdük çalarak çukur ova yolcularıyla birlikte hareket ettiler, bir müddet gittikten sonrada ne Abdul vahabın dağı nede malatyanın bey dağı gayrı görünmez olmuştu, aradan epey vakit geçmişti bayanların çoklarıda trene daha ilk defa biniylerdi karşılıklı oturduklarından sırtları gidiş istikametine doğru olanların mideleri bulanmış hemen oturduğu yerde başını birbirine yaslayarak uyumaya başladılar, heriflere gelince biraz daha dayanıklı ve elli ayaklılardı goridorda gah gezindiler gah pencereden dışarıya bakıp durdular. çoktan karanlık çökmüştü osmaniyeyi ceyhanı geçmişlerdi gecenin bir vaktindede kara tren Adanaya gelmişti, gelmişti amma millettede hiçmi hiç beniz bet, hayır kalmamıştı, herkes gene bir imece usülüyle yardımlaşarak yüklerini trenden indirdiler istasyonun dışındaki o selvi gibi uzun uzun ağaçların altına yüklerini getirip konakladılar, fethiyeliler böylesi bi sıcağı ve nemi ilk defa görüylerdi terden her tarafları yapış yapış olmuşdu, köylülerde ilk defa gurbete çıktıkları için bir birlerine sıkı sıkıya bağlanmışlardı bir müddet sonra şoradan kendini bilmez bir kaç kişi gelip köylülere sataşmaya başladılar belkide hırsızlardı Adananın yüzünü kara çıkartacak bu gibi kötü niyetliler sataşmalarını sürdürürken eşyalarını endirmiş gençler uzaktan olsada bu durumu görünce içlerinden hemen koşarak gelen gamberin ismail yetişti o soytarı gılıklılara bi dayak bi dayak attıki yermisin yemezmisin maf etti o soytarı kılıklıları, derken insana benzer soytarılar gaçıp gittiler, gamberin ismailde maşallah çamdalı gibi babayiğit deli ganlı gençti, o soytarı kılıklıların hangisi dayana bilirdiki ona, ancak fethiyeli köylüler gurbete çıkmanın ilk gazalarını Adana tren istasyonunda yapmışlardı, köylülerde gurbetin bu acımasız durumunu görünce önce bir afalladılar, şaşırdılar daha sonrada kendilerine gelerek bi durum muhakemesi yaptılar ve kendi aralarında konuşup anlaşarak sabaha kadar nöbetleşenöbetleşe hemi kendi kendilerini hemide eşyalarını beklediler edirafta ipsiz sapsızlardan bir sürü başı boş olanlar vardı.135. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Emeli ve niyeti kötü insanlardan kendilerini korumaları ilazımdı nöbetleşe nöbetleşe böylelikle sabahı sabah etmişlerdi amma köylüleride çifliğe götürecek her hangi bir vesayitte daha gelmemişti, köylülerde burada boşa beklemenin bir anlamı olmadığını düşünerek bir gamıyonu kiralayıp yüklerini yüklediler ver elini guzucu oğlu çifliğine doğru yola çıktılar öylene doğru gamıyon çifliğe varmıştı, çiflikteki ırgatlardan biri elci yusufa haber etti, yusuf efendi yusuf efendi çifliğe bir gamıyon geldi gamıyonda ırgatınan dolu, duyduğuma göre sizin köylülermiş gelen o ırgatlar, şimdide seni çağırıylar dedi, ırgadın söylediklerini duyan elci yusuf tarlada çalışan ırgatları bırakarak çifliğe geldi köyden gelen köylüleriyle hoş beş ederken malatyadan bekarın, yusufa çektiği telgırafı postacı daha şimdi getirmişti, yusuf telgırafı okuyada Adanaya bir vesayit gönderipde köyden gelen köylülerini aldıra amma telgıraftan önce köylüler çifliğe gelmişlerdi bile, elci yusufda köylülere gusura bakmayın gomşular bazanda işte böyle aksilikler çıkıyı ne yapalım can sağolsun Allah hayırlısını versin dedikten sonra çifliğin kenarında suyun bol olduğu bir yere çadırlarını kurmalarını yarın sabah erkendende hemen işe başlamalarını söyledi ve tekrar tarladaki ırgatların yanına doğru yollandı. köylülerede bir gayret gelmiştiki sanki kırk yıllık ustalarmış gibi hemen çadırlarını kurdular çadır işleri bittiğinde sıcaktan ve nemden bir hayli terlemişlerdi yapış yapışda olduklarından hiç birindede hayır kalmamıştı hepiside çukur ovanın rutubetinden ve bu sarı sıcağından daha ilk günden nasibini almışlardı, köylülerde birbirine yahu biz nereye geldik sankide kerbelanın çölünde gibiyik diye dertleniylerdi, o günü sabaha kadar sıcaktan uyuyamadılar sağa döndüler sola döndüler sahbahı sabah ettiler, Eee köylülere çokda görmüyecen onlar memleket değişmiş muhit değişmiş üstüne üstlük birde yatıp uyudukları yerde değişince tabiki uyuyamazlar arada birileride Ahh Ah o serin yayla yerlerden sen kalkda çukur ovaya böyle çöle gel diye söylenenlerde vardı, sabahın daha ilk ışıklarında köylüler kalkmış işe gitmek için hazırlanmışlardı bile elci yusuf yanlarına gelip selamlaştıkdan sonra, köylülerine gayrı duracak zaman değil iş zamanı haydin işe gidelim diyerek oraya gelmiş bütün köylülerini tarlaya götürmek için traktöre binmelerini söyleyince köylülerde hep birlikte traktöre binip tarlaya doğru yola çıktılar gidip vardıkları tarlada onbeş günlük kehan işi varıdı, köylülerin böyle gurbet ellerde daha ilk işleri olduğu için bellimi olur pamık işinden belki ilk etapda anlamazlarda yaptıkları işlerden randıman alınmazsa haklarında iyi intiba vermez diye elci yusuf onlara biraz olsun torpil yapmıştı işte onun için ilk iş olarak kehana götürmüştü, tabi zaman içinde her şeyi ama her şeyi çalışmanın bütün detaylarını öğreneceklerdi, aradan bir ay kadar zaman geçmişti, köylülere yatıp oturacakları elci yusuf gilin oradan birde yer vermişlerdi bu bir aylık zaman içinde biraz olsun çukur ovaya alışmışlardı, alışmışlardı amma köylü köyünü terk etmişde huylu huyunu terk etmemiş derlerya işte fethiyeli ırgatların içinde köyünü terk edipde huyunu terk etmeyenlerde varıdı, köylülerin kaldığı evin gece bekciliğinide ibadullah yapıydı hemen yan taraftada bekar ile yusuf gilin kaldığı ev varıdı, ancak fethiyelilerin içinde huyunu terk etmeyen humarcılarda vardı başka guruplarda çalışanların içinde humarcılarında var olduğunu öğrenen fethiyeli humarcılar elci yusuftan çekindikleri için kaldıkları yerden toplu halde çıkıp gidemiylerdi, biz çıkıp giderken ya yusuf görürse düşüncesi hakimdi, biz o humarcıların yanına nasıl giderik diye düşünürken içlerinden birisi söze girerek yav bu ibadullah bizim bekcimiz değilmi diğerlerinin hepisi birden hee bekcimiz işte o zaman biz üstümüzü soyunuruk yattıymış gibi yapıp daha sonrada üstümüzü pencereden ibadullaha veririk, bizde tek tek don köynek dışarı çıkarız yusuf görse bile bir şey diyemez farzetki nere gediyniz vula dese bile bizde tuvelete gediyik derik hepimizde dışarıya çıktıkmı üstümüzü giyerik ordanda ver elini o humarcıların yanına humar oynamaya giderik, ibadullahada sanada humardan kar payı var dedikmi oda balmumuna döner ve böylecede bizler humar işimizi gizli gizli olsada yapmış oluruz diye ortaya bir fikir attı humarcıların hepiside bu fikire uyup hemen uygulamaya geçtiler, ancak bu humarcılar köyden daha yeni gelmiş gözü bağlı kuşlardı, elci yusufun ise elinden bunların gibi binlerce ırgat geçmişti, bu köylüler gece yarısı tek tek dışarı çıkıp gittiler gecenin bir vaktine kadar humar oynayan fethiyeli humarcılar sabaha karşı gelip tekrar dışarıda soyunan köylüler akşam nasıl dışarıya çıktılarsa gene öyle don köynek içeriye girdiler, bu arada geceden uyanan elci yusuf işin farkına varıp ibadullahın boynuna bindi ibadullahdaki bütün çamaşırları alıp kendi kaldığı yere götürdü, gün ışıyıpda işe gidecek ırgatların yarısı dışarıya çıkamıyılar bu durumuda bilen elci yusuf dışarıya çıkamayan işçilerin isimlerini tek tek okuyarak dışarıya çağırdı ede hüsov, mürteze gamberin ismail silikgo irbam baba mustafa maççiğin hüseyin daha daha nicelerinin isimleri vardı.136. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bunların hepisine bir güzelce ağzından geleni saydı verdi veriştirdi, epeyce azarlayıp tazirleyip ağıza alınmayacak laflarıda saydıktan sonra sizlere ikişer yömiyede ceza kesiyim diyerek hadin bakalım üstünüz başınızda deyha şorada gedip alıpda hemen geyinin vede çabuk olun tez elden işe gideceksiniz, hemide en ağır işlere diye birazda göz dağı verip korkuttu onları. aradan epey zaman geçmiştiki köylülerde yusufun zoruyla humarı felan bırakıp gırılmış gibi çalışıylardı gayrı çiflikte işlerinde bitme zamanı gelmişti, hemide köye dönme zamanıda yaklaşmıştı az çok hediyelik öteberilerinide almışlar hazırlıklarını iyi kötü yapmışlardı. Alhasın kızı elifde tarla almak fikrindeydi, körehanın ardındaki ve çiğdemlikteki tarlaları alırsam o yeter bana diyidi kendi kendine, işler tamamen bitmişti memlekete gidecekleri gün gelip çatmıştı artık helalleşme zamanı gelmiş ağanın yanına giden köylülerde ağalarla helalleşip oradan ayrıldıktan sonra bekar ile yusufada teşekkürlerini ileterek onlarlada helaleştikten sonra seneye tekrar görüşmek ve çalışmak dileğiyle bir birlerine dileklerini sunan köylülerin yüzleri gözleri güneşten yanmış dudaklarıda çatlamış bir vaziyette fethiyeye gitmek üzere bir gamıyona binerek Adanaya tren istasyonuna doğru yola ufak ufak hareket ederken, çifliktekiler yerde fethiyelilerde gamıyonun üstünde bir birlerine el sallayarak kazançlarınında verdiği menmuniyetle bir tebessüm içinde az sonra gözden kayıp olup gittiler. aradan çok zaman geçmişti günler haftaları haftalar ayları aylar yılları yani anlayacağınız yıllar yılı kovalıyı giden gün hep ömürden gediydi, mürteze evini sivasa götürmüş oralarda belki işimiz iras giderde bir parça ekmek parası kazanırık diye düşüncesi hakimdi kafasında ve öylede yapmıştı, mürteze sivasa göçerde diğer köylüler sivasa göçemezmi gibisinden mürtezenin peşinden ede hüsov baba mustafa nönünün alov evlerini yükleyip onlarda doğru sivasa göçerler bunlardan öncede göçenler olmuştu, memiş yıldırım onun kardeşi sadık çolağın gazi kör hıdır abon hüseyin cinni galender daha nice niceleri önceden sivasa göçmüşlerdi. köylüler her zaman olduğu gibi gene yusuf ağanın evinde akşam toplanmışlardı köylülerden celil alov fidanın hüssük, bu fidanın hüssük dediğimiz adam yusuf ağanın kardeşi olur, oda her zaman gelirdi kardeşini hiç yanlız bırakmazdı dudunun abbas alicov oturmuşlar her birinin önünde birer tabakda hedik var hemi hediklerini yiyiler hemide sivasa göçen köylüleri tek tek sayıylardı alicovun oğlu garip her daim sivasa gidip geldiği için ondan tez tez haber alıylardı bu aldığı haberide akşam oldumu yusuf ağanın evine giderek köylülere bir bir aktarıydı, ede hösov bir ev kiralayıp köyden göçürdüğü evini o eve indiriyi bu arada fermuar satan ede hüsov sabah olduğunda fermuarları sırtına atıp doğru çarşıya gidiyi akşama kadar sivası adım adım dolaşan ede hüsov akşam oluncada evinin yolunu tutuyu ancak her ne hikmetse bir türlü evini bulamıyı, acaba şu kapımıydı evimiz bu kapımıydı evimiz diye diye dolaşan ede hüsov cesaret edipte her hangi bir kapıyıda çalmaya çekiniyi, kendince bir çözüm yolu bularak kendi evi sandığı o evlerin önünden gelip geçerken fermuar var fermuar var diye fermuar satarmışcasına bağırıyki hanımı hatça gelin eğer sesini duyarsa belki kapıya çıkarda oda böylelikle evini bulmuş olur, nitekim neticedede öyle oluyu içeride yemek pişiren hatça kocasının sesini duyunca, hatça gelin aklınca şu bizim herif ne kadar işçimen evinin önünde bile satış yapıyı, bende kapıya çıkamda ona yardımcı olam bari düşüncesiyle kapıya çıkınca ede hüsovu bir keyf bir neşe alıyıki daha edemiyi sarılıyı hanımı hatçanın boynuna, eyiki kapıya çıktın hatçam yoğusa ben evi bulamıyıdım sankide kayıp olmuştum diyerek her ikiside o garip duruma gülüşerek birlikte evlerine giriyler. arada birde alicov yok yok Allah var üstümüzde, sivasa göçen köylüler sankide gırılmış gibi çalışıylar hasan göğ gilde eyi bir tükan açmışlar mürteze nönünün alov kör hıdır mısanın kemal bunlarında tablaları var.137. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sürüyler gediyler çarşıya satışlarını yapıylar daha sonrada sürüyler geliyler eve, heç yorulmuylarda, baba mustafa aşlama satıyı ede hüsovda ne bulursa onu fermuarmı rast gelir don lastiğimi rast gelir alıp alıp satıyı orada herkes bir işinen uğraşıyı, eğer böyle canla başla çalışırlarsa hemi bu insanların hemide köyümüzün beli doğrulur diyidi alicov, oradaki oturan köylülerde alicovun sözlerine karşı inşallah inşallah diyilerdi, ama içlerinde biri vardıki o kişide yusuf ağaydı onun aklına hiç yatmamıştı, makatta kalınca olan minderine oturmuş sırtınıda halı yastığına yaslamış evinde bulunan misafirleride tek tek süzerek, gomşular gomşular akşamdan belli sizlerin konuşmalarınızı dinledim amma eskiler ne demiş biliyinizmi yazın cücüğünü güzün sayarık, böyle demişde hele bakalım güze kadar kaç tane cücük kalacak bunu söyleyende ne güzel söylemiş, durun bakalım güze kadar kaç kişi orada kalacaklar kaç kişide dönüp köyüne göçecekler Allah nasip ederde yaşarsak hep beraber göreceğiz dedikten sonra, almacıya gız hatın şu misafirlere hele bir çay bişirin diye seslendi bir müddet sonrada almacı çaydanlığı orta yere getirip koydu, şeker ile bardaklarıda bir sini ile birlikte getirip çaydanlığın yanına bıraktıktan sonra bundan sonrasıda sizlere ait deyip oda o bir içeriye gitti, içlerinde yaş itibariyle kim küçükse hemen kalkarak bardaklara çayı doldurup orada bulunan o bir kaç misafir olan köylülere ikramını ve hörmetini yapmakta gecikmedi. evet zaman içinde yusuf ağanın yazın cücüğünü güzün sayarız dediği lafda çıkmıştı mürteze, baba mustafa, nönünün alov, ede hüsov ve daha niceleri tekrar evlerini yükleyip köylerine göç etmişlerdi nolacak yine eski tas yine eski hamamdı, sivasa ha göçmüşler ha göçmemişler, sivasa göçüpde geri gelenlerin dedi godularıda köyün içini almış yerimişti, herkesin diline ipcin olmuş ağızlarınada sakız olmuştu bu sivas olayıda böylece sona ermişti. köylülerin bir kaçı kendi aralarında salman efendinin oğlu sami beyden laf ederken sami beyde gerçekten bey efendi hemide adam gibi adam diyerek şu yalan dünyanın içinde hayatın bütün iyiliklerini ve kötülüklerini görüp geçirmiş varlıklı olanlarla varlıklı gariban ve yokluk içinde olanlarla kendini aynı kefede görüp onlarla birlikte yaşamasını bilen saygın bir bey efendi adamların hası hemide yiğit mert ileriyi gören akıllı ve bilinçli adam deyip ardından ekliyler, sami beyde ticaret işiyle uğraşıyor alacağı bir malı kaç paraya alacağını ve kaç paraya satacağınıda iyi bilen biridir diyerek konuşan bu köylülerin yanına omarın hallov gelip selam aleykim arkadaşlar acaba palancı yusubun oğlu mürtezeyi gördünüzmü diye sorduğunda köylülerde ne yapacaksın nene ilazımda soruyun dediklerinde, yav ilazım işte sami bey bana git murtoyu bulda çağır yanıma gelsin bana ilazım diyerek murtoyu bulmam için beni yolladı. hallov ile köylüler murtonun lafını ederken, pınar tarafında oturan bacısı yeter gilden ağrı çıkıp gelen mürtezeye uzaktan ağrı hallov bağırmaya başladı, ula mirteze mirteze çabık gel sami bey seni çağırıyı hadi sami bey gile gidek diyerek mirtezeyide yanına alıp doğru sami bey gile gittiler, çünkü sami bey mürtezeyi çok seviyordu kardeş gibi bildiği mürtezeyi, sami bey iş ortaklığına katarak ticaret ağını dahada genişletmişti mirtezeyinen hallov sami bey gile vardıklarında, sami bey mirtezeye yahu mirto sen nerelerdesin sabahtan belli seni arattırıyım, seninde haberin olsunda sen bu gün yarın bicire gideceksin orada temur ağa var, temur ağanın yanına gidip onlarda kaysılar var o kaysıları alıp geleceksin diyerek ikiside bir biriyle mutabık kaldıktan sonra, sami bey hallova dönerek ya hallov bize iki tavuk buldurda getirt şurdan birde büyük şişe rakı getirt diyerek hallovada para vererek yolladı. mürtezede sami bey gibi ticaret işini iyice öğrenmişti, Eee öğrenmeside ilazımdı, aradan hayli zaman geçmiş yılların getirdiği engin tecrübeye ulaşmıştı, sami beyde mirto yerine artık GARİP MİRTO demeye başlamıştı, sami beyden esinlenerek hemi köylüler ve diğer tanıyanlarda mürtezeye mürteze demek yerine GARİP MİRTO'yu tecih etmişlerdi ve bütün herkesde buna alışmıştı, mürtezenin kendiside GARİP MİRTO ismini benimseyip demekki buda benim insaniyet yönüm diyerek kendine verilen o isimle özdeşleşmişti hatta ve hatta çokda hoşuna gidiyidi, önceden bilmeyipde ilk duyanlar yahu kardeşim sana bu isimi kim verdi, sen eskiden mürtezeyidin amma şimdi GARİP MİRTO olmuşsun artık bizlerinde dili bu isime alıştı bizler her daim bu isimle seni anımsıyık diyerek görüşlerini düşüncelerini ve niyetlerinide açıklamaktan geri kalmıylardı.138. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Her zamanki gibi hondeyin hasan çarşıdaki köyün gayfesine gideceği zaman illaki sümüt velinin oraya varıp onunan iki çüt laf ederlerdi, nede olsa ikiside aynı emsallerdi, çarşıya doğru yollanmadan önce evin hatınına gız hatın beni duyuyunmu, eğer beni duyuysan ben accık çarşıya gayfeye gediyim haberin olsun diyerek seslenirdi, eğer sesine cevap veren olmazsa o evin içini bir güzelce gezer gözü kadar esirgediği hatınını bulur mutlaka haber eder öyle giderdi, gayfeye varıncaya kadar bir kereye mahsus olsada yolda bi mola verirdi, en çok hoşuna gelen yerde sümüt velinin tükanının önüydü, gah karşıda duvarın dibinde otururlar gah tükanın önünde otururlar güneşin veya kölgenin dönüş şekline göre kendilerinin oturma yerlerini tayin ederlerdi, yaz geldiğinde kölgeyi kış geldiğindede güneşi tercih ederlerdi, Eee zamanda kışa doğruydu ve yağmur zamanıydı, yağmurdan korunmak ve ısınmak için güneşi tercih ediylerdi, hondeyin hasanla sümüt velide yan yana geldimi saatta bir ancak birbirlerine laf veriylerdi mübarek adamlar, şemşide ara sıra yanlarına gelip oda güneşlenirdi, güneşlenirdi amma oda beklerdiki herifler konuşada kendiside lafa karışa ancak ne hondeyin hasandan nede sümüt veliden insanı lafınan doyuracak yada tatmin edecek her hangi bir çüt laf dahi ağızlarından çıkmazdı, en sonunda şemşi garı gelişi güzel olarak ortaya bir laf atıp o sessizliğe karşı patlardı, goya bende bunları iki çüt laf bilir alimler zannettimde yanlarına geldim amma neydemki sümüt velinin gözleri tükanında yani hep gelecek müşterileri gözlemekte, hondeyin hasanısa eyi has adam amma iki çüt lafı bir araya getiripde insanı dinlendirecek bi laf edemez diye ortaya laf attığı bir sırada, karacalılar gelmişde sümüdün hasanın nerede olduğunu soruylardı, sümüdün hasan, sümüt velinin kardeşi olduğu için sümü veli kardeşinin bahçeye çalışmaya gittiğini biliyidi, caminin ardındaki bahçenin biraz siyeç işleri olduğu için orada çalışıylardı, evlerinde ekmek yemek götürecek kimseleride olmadığı için, öğlenleri yiyecek yemeklerini küçük kızıylada salmazlardı, ancak kapılarında besledikleri evlerine sadık bir köpekleri vardı isminide çapar koymuşlardı, bu çapar köpek çok zeki ve akıllı bir köpekti, sümüdün hasanın hanımı fatma hanım eşinin öğlenliğini hazırlar bir bezede çıkınlar bu çıkını çapar köpeğin boynuna asar bu yetmezmiş gibi birde çaparı tembehlerdi, çaparım boynundaki bu çıkını doğru bahçaya götür emi orada çalışanlar yemeğini yiyeler, sakınha başka bir yere gitme, yolda giderken önüne olaki başka köpekler çıkar seni boğmaya çalışırlar, sakınha o köpeklerinen dalaşma dos doğru bahçaya git diyede tembeh ederdi. karacalıların sümüt veliden kardeşi hasanı sorduklarında, şemşi garı aha gediyi gediyi diye yoldan tarafı işaret edince karacalılarda sümüt velide hondeyin hasanda şemşinin işaret ettiği tarafa doğru baktılarki sümüdün hasanın iti çapar boynunda bir çıkın asılı olarak tıngır mıngır yolda gediyi çaparı gören sümüt velide hemen çapar çapar gel hele gel deyince oda sümüt veliyi tanıdığı için yoldan geri dönüp gelen çapar, sümüt velinin karşısına geçip geldim dercesine bir iki havlayıp durdu, oda bir kağıt kalem çıkarıp, hasan karacadan hısımların geldide seni çağırıylar acele gel diye yazdı ve kağıdıda çıkının içine koyduktan sonra hadi çapar doğruca bahçaya dahada başka yerde durma olurmu deyince çaparda onlara havlayarak bahçaya doğru gitti, sümüt veli bu köpek bahçaya varsın biraz sonrada hasan çıkar gelir deyince, karacalıların gözleri fal taşı gibi açıldı şu köpeğe bak hemi yemek götürüyü hemide haber götürüyü bravo vallahi bu köpeğe çok insandan akıllı diyerek çaparın akıllılığını takdir ediylerdiki lafın arasına gene şemşi garı girdi Ooo siz bu çaparın daha neyini gördünüzde bu çaparın sayesinde sümüdün hasanın evine heç bir hırsız mırsız dahi giremez hırsızı bırak, bir gomşu dahi evlerine gitse o eşiklikten içeriye giremezler .139. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bu köpek öyle akıllıki hemide çok insandan akıllı diyerek şemşi garıda çaparı satacakmış gibi karacalılara övdükce övüydü, şemşi çaparı övdükce hondeyin hasanda içten içe hıs hıs gülüydü, şemşiye dönüp şemşi şemşi bu iti karacalılara satacanmı dediğinde, şemşide ben nasıl satam o iti, o it sümüdün hasanın evinin bel direği hemide eli ayağı diyerek hemi köylülere hemide karacalılara laf yetiştirmeye çalışıydı, bu sohbetten sonra sümüt velide karacalıları alıp kardeşi gile götürdü, sümüdün hasanın hanımıda o taraflı olduğu için göre kapa karacalıları içeriye buyur etti, aradan çok geçmedende sümüdün hasanla çapar iti bahçadan gelmişlerdi, hısım olan misafirlerle ev sahibi derin bi hoş sohbete dalmışlardı, sohebtlerinin sonunda lafı getirip yağmurun haddinden fazla yağmasına bağlamışlardı dolayısıyla kuru çaydaki bahçaların çaya bakan uc kısmını sel alıp götürmüştü yani on dönümlük bir bahçenin beş dönümü çaya karışmış, kuru çaydan bir kaç metre yüksek olan o güzelim kaysı bahçalarının yarı kısmının yerinide kum kaplamıştı yağmurların ve selin ağır bilançosunu yine bahçe sahipleri çekmişti, topalın bayramın kel memmedin on beşlinin sümüdün hasanın daha nice nicelerinin kuru çayda bahçeleri vardı, vardı amma bu yağmurların ve selin verdiği hasarın bilançosunu bu insanlar çekmişti işte bu sebepten dolayı bir kere gideceklerine beş kere kuru çaya gidip bahçelerinin hasarlarını ellerinden geldiğince tamir ederlerdi. topalın bayram eşeğini yani( karakaçanını) ahırdan çıkarıp kapının önündeki palanınıda üstüne attımı, eşeğinin yüzüne bakarak bak sana ne diyeceğim benim yiğit eşeğim diyerek başlardı söze, insan oğlunun üstüne gömlek elbise ve ayakkabı yakışıyı, ancak sizin gib eşeklerin üstünede palan yular ve ayağınızada nal yakışıyı, eğerki dayım palancı yusuf rahmetli olmasaydı şimdi sana güzel bir palan diktirmiş olurdum amma ne yazıkki rahmetlik dayım palancı yusuf genç yaşta ahrete göçtü, aha sanada gene söylüyüm sen beni kuru çaya rahatca götürüp getirirsen şu bizim palancı emin ne güne duruyu giderim ona söylerim ben giderken hemi senide götürürüm sırtıyın ölçüsünü aldırırım sana bir güzelce palan diktiririm anladınmı beni dediğinde olacak bu ya eşeğede bir anırma düşerdi, birde anırmaya başladımı üç beş dakika anırırdı, topalın bayramda eşeğinin bu kadar uzun boylu anırmasına çok kızardı, eşeğine dönerek sana bir laf söyleyip anırtık çüüşş eşşek çüüşş diyoruz hala susmuyorsun be, bremen mızıkacılarınıda geçtin diyerek yularından tutup çekerek sekinin yanına yanaştırıp kendiside sekiye çıkarak eşeğine rahatca binip de hadi benim yiğit eşeğim doğru kuru çaya bahçaya gidek eğerki beni rahat götürüp getirirsen işin ucunda üzerine dikilecek yep yeni bir palan var diyerek eşeğinede hatırlatma yapardı, kuru çayın yoluna düştüklerinde bir taraftan kel memmet bir taraftan onbeşli ahmet bir taraftanda sümüdün hasan bu köylülerde kendi eşeklerine binmiş sanki ANKARA'dan taşraya gelmiş impala taksileri gibilerdi, öyle bir yarışa çıkarlardıki arkalarından tazıyı bıraksan bu eşeklere yetişemezdi, kuru çaydaki bahçaların sahipleri bahçelerinin bütün eksiklerini noksanlarını bitirene kadar bütün hepiside imece halinde bir birlerine hemi yol arkadaşı olarak hemi bahçelerin siyeçlerinin yıkılmış yerlerinin yapılmasına hemi yeni iğdelerin dikilmesine hemi kurumuş ağaçların kesilmesine kadar yani gerekli bütün işlerde bir birlerine yardımcı olurlardı, sabahtan başlayıp öylene kadar o iş senin bu iş benim derken bide bakarlardıki öylen olmuş, kuru ve düzlük bir yere bahçede her zaman hazır bulunan o kara çadırlarını serirler üzerinede kilimi serirlerdi onun üzerinede evde hazırlayıp getirdikleri azıklarını dizerler bunlardan sonrada topalın bayram oğlu celala hadi oğlum şu millete bir haber etde gelsinler gayrı Allah ne verdiyse hep birlikte bir iki parça bişeyler yiyek derdi, aha ıslık çaldı aha çalacak diye kulağı dinide olan milletde celalın ıslık sesini duydularmı çok geçmeden kel memmet onbeşli ahmet sümüdün hasan gil hepisi oraya gelirlerdi ve onlarda evden getirdiği azıklarını orta yere çıkararak hep birlikte çalışmalarının ve yaptıkları işin verdiği haz ve şevk ile yemeklerini yerler yemekten sonrada Allaha şükür etmelerini hiçmi hiç ihmal etmezlerdi. bu işler bittikten epey sonra gene günün birinde sümüdün hasan oğlu vahap ve küçük kızı resmiye ile üçü birlikte kuru çaya bahçeye gitmişlerdi, meret kuru çayında gene deliliği tutmuş ta karacalıların baçelerinin oradan fethiyelilerin bahçe tarafına kadar boz bulanık sel akıyıdı önceki çekilen emeklerde hep boşa gitmişti, gene bahçelerin yarısını sel alıp götürmüştü bu durumu gören sümüdün hasanı bir telaş bir heyecan almıştıki önceki çektikleri emekler aklına geldikce deliye dönüyüdü, mal canın yongası hesabı selin önüne set çekmeye çalışarak bahçeyi selden kurtarmaya çalışıyıdıki.140. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sümüdün hasanın kızı çayın delicoş akmasına bakmak için uçurumun kenarına iyice yaklaştığını bilmediğinden ayağının altından toprak kayınca kızda toprakla birlikte beraber kayarak doğruca selin hemide delicoş akan o selin içine düşer bu durumu gören kızın babası sümüdün hasanda kızını tutmak için gayret eder ama oda kızıyla birlikte o delicoş akan selin içine birlikte düşerler, birazda yaşlı olan sümüdün hasan kızını kurtarmak için ne kadar gayret etsede sele kapılmış koca kurt gibi dermansız kalır zaman zamanda ağzına su kaçmaya başlar, ağzına su kaçtıkcada biraz daha yorgun ve halsiz düşer iflahı kesilir selin içindeki çırpınan kızınıda göremez hale gelir, kendi canının derdine düşen sümüdün hasan o azgın sulara daha fazla dayanamaz olur dermanı kesilir azgın sulara batıp çıkan sümüdün hasan belki kurtulurum ümidiyle son bir hamle daha ederek elini yukarıya doğru çıkarır ama o ufak bedeni suya çoktan gömülmüştür, suyun içinde son bir hamle daha yapsada gücü kafi gelmez ve elide ufak ufak suyun içine gömülür eliyle birlikte o ufacık olan bütün bedenide kuru çayın o azgın sularında kaybolur gider. oğlu vahapda bir çırpınma içinde gayret ederken, kuru çayın o azgın akan selinin içinde batıp çıkan bacısının saçlarını görerek bir hamlede o saçları yakalayıp kendine doğru çekerek dışarıya çıkarıp bir kenara boylu boyunca yatırır, tekrar o selin içine girerek babasını aramaya başlamıştı amma o azgın sel babasını yutmuştu ancak vahabında nefesi kesilmiş dermanı tükenmiş kıpırdayacak mecali kalmamıştı, bacısının başına gelerek ikiside birlikte ağlamaya başlarlar canları kadar sevdikleri babalarını kuru çayın seli alıp götürmüştü. hani derlerya karalı haber çabuk ulaşır, daha sonraları bu acılı haberde fethiyeye ulaşmıştı bile, bu haberi duyan bütün köylüler combur cömaat kuru çayın yolunu tutarlar sümüdün hasanı sel götürmüş diye kimi ağlar kimi sızılar o ağıdınan öylece kuru çayın kenarına varırlar, o azgın akan sele uzaktan uzağa bakarak herhal şuradan düşmüş yada aha buradan düşmüş diye herkes kendi kendine birer tahmin yürütmeye çalışıylardı fakat esas gerçeği bilen hiç kimse yokturdu, bir bilen varsa oda sümüdün hasanın oğlu vahaptı oda gitmiş bir kenardan suyun içine bakıyıdıki işte orada babam diyerek birden suya atladı babasını suyun içinde görmüştü amma bu arada sümüdün hasan gene azgın sulara battı oğlu vahapda atlayıp oda suya battı,vahabın bu halini gören bütün köylülerin herkesin yürekleri ağzlarına gelmişti kenarda oturan kadınlar ağlamaya başladılar, ya vahabıda bu soyha meret sel götürürse yada dermanı kesilipde geri çıkamazsa, oradaki bütün kadınlar dizlerine vuruyu vay anan öle yavrum anan öle diye ağlıylardı, vahabın anasınında etrafını köylü kadınlar çevirmişler ağlayıp dövünen kadının önüne set çekmişler gibi kadıncağız kuru çayın selini bırak gözünün önünü bile göremiydi. vahap ta uzaklardan suyun içinde birşey çekercesine suyun içinden çıkmaya çalışıyıdıki bütün köylüler pür dikkat o tarafa koşuşmaya başladılar çoklarıda vay beni vay gaderi kör adam diye ağıtlar yakıydı, ve işte dediler işte sümüdün hasan bulundu oradan birileri bağımaya başlamıştı bile bütün köylüler biraz daha gayret ederek o tarafa doğru koşuşturdular vahaba doğru suyun içine girenler oldu geridekilerden harga düşenler oldu çamurdan kayanlar oldu aceleyle yuvalanıp düşenler düşmeyenler bütün köylü vahaba yetişmişlerdi amma vahabında benzi betide atmıştı, onunda ağzından sel suları kaçmış oda öksürüyüdü ve bir tarafada çökmüş hızlı hızlı nefes alıp veriyidi, şöyle yan tarafındada babası her ne kadar boyu kısada olsa adamcağız cansız bedeniyle boylu boyunca yerde yatıydı, üstü başı yırtılmış yüzü gözü yaralanıp paralanmış, o sel sularının içinde gör nerelere çarpıla çarpıla kendi bahçesinde ta nereye kadarda gelmiştide oğlu vahap orada bulmuştu babasının cansız bedenini. suyun içinde babasının ceketinin bir kenarını gören oğlu ya bende ölürüm yada babamı bu suyun bu selin içinde bırakmam düşüncesiyle bir kahramanlık göstererek kendi canınıda tehlikeye atarak suya atlayıp babasını kurtarmayı daha doğrusu selden babasının cesedini çıkarmayı başarmışdı, köylüler bu durumu görünce bir kere daha yıkılmışlardı köylüler hep birlikte sümüdün hasanıın cesedini bir traktöre bindirerek bir ağıt ile köyün yolunu tutmuşlardı.141./.142. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yıllar su gibi akıp gitmişti eskiden palancı yusufun palancı tükanına hani nerede o gelenler, veyahutsa her tarafı cennet gibi güzel olan fethiyenin içinde ve evlerinin duvar diblerinde güneşe karşı günlenerek bir tatlı sohbet içerisinde günlerini gün eden kendilerinden önceki, geçmişteki insanların varlıklarından söz eden o köylüler o insanlar hani neredeler, şimdi hepiside ulu bir çınar ağacından tane tane yere dökülen sararmış gazel yaprakları gibi o insanlarda yapraklar misali bir bir yere dökülerek şu fani dünyadan göçüp gitmişlerdi. ölenin yerine ölünmez gidenin yerine gelenler olur misalinden geçmişteki o değerli insanların yerini şimdiki kuşaklar almışlardı o kuşaktan ispirli hasan ve dalon hüseyin gibi o kuşağın insanları birlikte söze sohbete başlamışlardı, kendiside fethiyeli olupda Ankarada yaşayan seyfi koryürek,ten konuşuyulardı, dalon hüseyin ispirli hasana, ya hasan şu bizim seyfi koryürek köy enistülerinde çalışmasına çok önem vererek adamcaz hayli uğraş veriyi, amma duyduğuma göre köyümüzün faydalanması içinde çok uğraş veriymiş dediğinde, ispirlide merak içinde kalarak dalon hüseyine, yav hüseyin seyfi bey köyümüzün iyiliği için bi uğraş veriymiş amma hele onuda söylede bizde bilek dediğinde, dalon hüseyinde yahu kardeşim sen herhalde duymamışsın daha seyfi bey bir kooperatif kurma işiyle uğraşırmış eğer bu kooperatif kurulursa köyümüz ve köylümüz için çok iyi olacakmış, yani senin anlayacağın kooperatif kurulduğunda aha şu araziler için çeşit çeşit gübreler gelecekmiş tarlalar bire beş altı yerine, bire on yada bire onbeş hasat verecekmiş,bu kooperatife üye olanlar kredi parası bile çekeceklermiş, birde yurt dışına çalışmak için işçi göndereceklermiş, umarım bu kooperatif işi köyümüz için hayırlı ve uğurlu olur, diyeceğim şuki hayırlı olurda şu köyden hepimizde yurt dışına işçi olarak giderik şu yokluğun demir pençesinde çıkan canımızı kurtarmış oluruk, esaretin zincirini ancak böylece kırmış oluruk dediğinde, ispirli saymı diyinla yurt dışına'ha peki ençok hangi memlekete işçi gönderiylermiş onuda duydunmu, eğer senin dediğin gibi olursa heç durmam hemen bende giderim hemide canla başla çalışırım, işte halımızı görüyün ne köyümüzde iş var nede başka bir yerde iş var, işte böyle ser sefil olarak yaşayıp gediyik, şu köyde en çok rahat yaşayan biri varsa oda sami beydir ondan başkada rahat yaşayan yok denecek kadar az insan var, mesela bizler sami bey gibi girişkende değiliz, inşallah Allah yardımcımız olurda bizlerde şu yokluğun pençesinden kurtulur bir parça ekmek için gurbete gideriz, hemide gardaşım sami beyin gösterdiği cesareti ve yaptığı işleri bizler yapamayız o adam becerikli ve hemide yanındaki arkadaşlarıda, mesela bunlardan ali efendi, hokka memet, mirto, piri, örsünün üzerine örs çekicinin üzerine çekiç konamayan garabetin uşağı vartan ile avadisde zaman zaman bunlara katılıyılar bunlarda açık göz iş bilen tüccarlar, bizler kim o işleri o tüccarlığı yapmak kim dediğinde, dalon hüseyinde ispirliye doğrusun valla, şimdi şu köyde en iyi yaşayanlar bu saydıkların olanlar, bunlar ağalardan bile daha iyi yaşıylar, acıyan Allah bizim gibi garibanlara acısın diye bir birilerine dertlenen bu köylülere, ibrahim çavuş gayfeye gelerek müjdeyi vermişti, Ankara,daki seyfi bey köye mektupla haber salmış köylüler muhtarın bilgisi dahilinde kendi aralarında bir heyet kurup doğruca Ankaraya yanıma gelsinler demişti ve ibrahim çavuşda böyle mutluluk ve neşe verecek güzel bir haberi gayfede oturarak zaman geçiren köylülere işte böyle tek tek tane tane herkesin anlayacağı bi şekilde anlata anlata seyfi beyin haber saldığı mektubunu okumuştu, bundan sonrasıda artık köylüye kalmıştı, ancak ibrahim çavuş bu ankara işini başından savmamış ancak köylünün tepkisini öğrenmek için bir kaç gün bekleme kararı almıştı, köylülerde kendi aralarında konferans üstüne konferans kuruylar hali vakti iyi olanlardan Ankaraya gidecekleri bir bir tesbit ediyler Ankaraya gidip gelmenin kaça çıkacağını hesaplıyılar eğerki kendi cebimizdeki para yetişmeyecek gibi olursa Ankaraya gitmeyecek hali vakti iyi olanlardan para toplayalım diye kararda almışlardı, yani köylüler bi gayret içinde canla başla uğraş veriylerdi, okur yazarlığı olan ağzı laf yapan köylülerden yusuf yücel, yusuf akyıldız, garip arkadaş, yusuf kargın, ali şenkaya ibrahim çağlar ve daha nice niceleri, on kişi kadar köylü birleşerek Ankaraya gitme kararı almışlardı, ankaraya vardıklarında seyfi koryürek beyi bulacaklar, seyfi beyde bu köylülerini o bakanlık senin bu bakanlık benim diye gezdirecek her ne kadar köyünden uzaklarda diyarı gurbette yaşasada yinede kendi köyü ve köylüleri için elinden gelen bütün gayreti ve çabayı gösterecekti, seyfi beyinde hemi köyü ve hemide köylüleri için yüreği yanıyı ciğeri parçalanıyıdı, oda ahdetmişti köyüne ve köylüsüne elinden geldiğince faydalı olacaktı. evinde oturduğu yerde bile arada bir kalkarak duvardaki takvime bakıyıdı, kendisinede köyünden canı kadar sevdiği hemide taşı toprağı burnunda tüttüğü fethiye'sinden ve köylülerinden haber gelmişti.143. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ İşte onun için kalkıp kalkıp duvarda asılı olan takvime bakıydı her baktığındada beş gün kaldı dört gün kaldı derken günleri buz gibi eritip bitirmişti, işte bu gün akşam otobüse binecekler inşallah yarın sabah köylülerim sağ salim gelirler diyerek köyü ve köylüleri için yapacağı işin sevinci ve neşesi bir kere daha içini kaplamıştı, azimliydi ve kararlıydı kendi kendine inşallah bu işi bi zorluğunan karşılaşmadan bitiririz diyordu içten içede seviniyidi. fethiyeden Ankaraya giden köylüler seyfi bey ile buluşmuşlar bir sarım gürüm hoş sohbetten sonra, seyfi bey haydin arkadaşlar doğru bakanlıklara, ben gereken ön görüşmeyi yaptım ama resmiyete dökmek için hemen işe koyulmamız ve bu kooperatif işini bir an önce bitirmemiz ilazım, başta Almanya olmak üzere Avrupanın çeşitli ülkelerine işçi gönderilecek bu gidecek işçilerin ilk kafilesi bizim köyden olsun istiyorum, benim Allahtan dileğim bir an önce şu işleri bitirmek diye nazik ve kibarca köylülerine durumu nakış gibi ince ince anlattıktan sonra köylülerde hep birlikte seyfi beyin bu fikrine saygı gösterip köyü için yapmak istediği arz ve isteği doğrultusunda bütün köylülerde o doğrultuda uyum sağlamışlar, doğruca bakanlıklara giderek gerekli resmi işlemlere başlamışlardı, bir kaç gün Ankarada kalan fethiyenin o ulvi ve yüce insanları gerekli bütün işlemleri yaptıktan sonra kooperatifin kurulması için bakanlıktan gerekli izin belgesini almışlardı. evet fethiye köyünün artık bir kooperatifi vardı, köylüler seyfi beyin sayesinde yaptıkları ve başardıkları işin verdiği hazdan dolayı hemi mutlular hemide huzurlulardı, hemen köylülerin hepisi kooperatife üye oldular ve bu üyeler arasından kooperatifin yönetmelik gereği başkan ve üyeleri için seçim yapıldı ve seçim sonucu ibrahim çağlar, namı diyar irbam çavuş kooperatifin ilk yönetim kurulu başkanı seçilip aklının verdiği ve geçmişten ibretle yazıhan ovası gibi engin, kırk göz tohması gibi derin ve ucsuz bucaksız bir gayretle çalışmaya başlamışlardı, ilk etapda fethiyeye bir akar yakıt istasyonu kuruldu akabinde kooperatifin kendi binası yapıldı ve ardından suni gübreler gelmeye başladı, tarlalar bu gübrelerden sonra bire beş yada altı vermekten bire onlara, onbeşlere çıkmıştı bu durumun farkında olan diğer köylülerde arif insanlarmışki onlarda hemen gelip kooperatife üye oldular bu güzel ve verimli hizmetlerden diğer civar köylülerde faydalanmaya başlamışlardı. fethiye köyü kalkındırma ve dayanışma kooperatifi çığ gibi büyüyor yaptığı hizmetlerden dolayı namı bütün ülkeye dağılıyor ve kitaplarda örnek bir kooperatif olarak gösterilip adına yakışır yerini alıyordu gurur verici ve saygın bir kooperatif konumuna gelmişti, ancak bu gibi hizmetler az gelmişti dahada ileriye giderek güzel ve faydalı işlere imza atmalıydı, kooperatif kendi yetkisinide kullanarak öncelikli haklarını ön pilanda tutmak suretiyle iş ve işçi bulma kurumu kanalıyla Almanyaya işçi gönderme girişimini başlatıp isim sırasıyla üyelerini Almanyaya göndermenin mutluluğu ve kıvancı içindeydi, artık gıbta ile bakılan bir kooperatif konumuna gelmişti, köy halkının dört'te biri Almanyaya gitmek için pasaport müracatı yapmıştı ve Almanyaya gidecek ilk kafilenin pasaportlarını dağıtmak için zamanın emniyet müdürüde bu dağıtım sırasında hazır bulunuyordu Almanyaya gidecek kafilenin içindeki namı diyar delinin iboya sözü bırakalım delinin ibo Almanyaya gidipde temelli geldikten sonra, Almanyaya gidiş hikayelerini katip aliye şöyle anlatıydı. Almanyaya gidecek olanlar yani bizler hepimiz pasaportları çıkarmıştık o zamanki malatyanın emniyet müdürüde kapıya kadar çıkmış dağıtılacak pasaportların yanında duruyu pasaportlarıda bir masanın üstünde koymuşlar, bizlerde müdür beyin karşısında bekliyik pasaportlarımızı alıp ordanda istanbula mayeneye gideceğiz, istanbuldada mayeneyi kazananlar Almanyaya gidecekler, neyise biz gene pasaporta gelelim emniyet müdürü önce hepimize bir nutuk çekti, gardaşım müdür beyde ne söylediyse hepisi doğruydu, neyise nutuktan sonra bizlerde galabalığız orada, bu galabalığın yarısıda bizim köylüler, yav ali ben lafın birini bırakıp birine geçiyim deyince gözleri açık amma kalbi uyuyan katip ali hıh söyle söyle diye cevap verdi, delinin ibo gene lafı eline almıştı emniyet müdürü bize yani oradaki galabalığa baktı baktı bana döndü ey uzun boylu sen, sen gel dedi, goca müdür öyle diyince nasıl gimeyen bende hemen koşarak yanına vardım.144. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Buyur müdürüm deyince, müdürde bana hadi şu kalan pasaportlarıda sen dağıt dedi amma gel gelelim benim okur yazarlığım yoktur, okur yazarlığım olmayıncada pasaportlardaki isimleri nasıl okuyacağımı düşünürken, delinin ibo aliye dönerek ali beni dinliyinmi la dedikten sonra devam ederek, hani derler ya demokrasilerde çareler tükenmez, benimde aklıma hemen bir şeytanlık geldi, tekrar aliye bakarak ula dinliyinmi beni ali deyince. katip ali, yusuf aslan, ali ihsan çağlar, hüseyin koç, sadık koç zaten bunların hepiside pür dikkat olmuş dinliyilerdi, genede hepisi birden he he dinliyik seni dinliyik, sen kaldığın yerden devam et dediler, amma delinin ibo lafının neresinde kaldığını unutmuştu bile, düşündü düşündü yahu ben lafın neresinde kalmıştım diye oturanlardan sorunca yusufda hemen söze girip ibo emmi sen pasaport dağıtacaktın amma okur yazar olmadığından aklına bir şeytanlık gelmişimiş işte tam orada kalmıştın deyince, he vula yusup sen çok yaşa deyip tekrar söze kaldığı yerden başladı, şimdi ben pasaportu açıp içindeki resime bakıyım zaten ordaki milletin çoğuda bizim köylüler, resime bakıyımki bizim köylü ey adını soyadınıda bildiğim için hemen okumuş gibi yapıyım hasan çeviker, abidin akdoğan veya abisef ilhan yada alirza yılmaz böylece pasaportları dağıtıyık, resmini tanımadığımda oldumu müdürüm bunlar burada yokturlar diyim, bu arada yusuf lafa karışıyı ya ordalarsa yazık değilmi o adamlara deyince, delinin iboda yav yusup benim ne suçum var ben okur yazar değilimki bende oradan ayrıldıktan sonra oraya bir polis memuru gelip geride kalan pasaportları oradaki bekleyen millete dağıttı, bizde dahil herkes bir sevincinen oradan ayrıldı, bizim köylülerde tam tekmil pasaportlarını almışlardı, herkesin pasaportları cebinde ondan sonrada ver elini doğru istanbul, istanbula vardıktan sonrada Almanyaya gideceklerin hepisini sıkı bir mayeneye tabi tuttular, doktorların çoğuda Alman doktoru vallaha öyle bir sıkıki heç kimseye iltimas geçmiyler amma birez evvelde dediğim gibi demokrasilerde çareler tükenmez, sonuçta herkes gibi bizlerde insan oğluyuk bizlerinde canı var içimizde hasda sayrı olanımız var okur yazarlığı olmayanlar var, yani bu gibi olumsuz durumlardan dolayı Almanyaya getmeyekmi yani, zaten pasaport için olsun istanbula getmek için olsun bir sürü borç ettik, hemide bizler doğduğumuzdan belli gıt ganaat geçinen ömrü yokluğunan ızdırabınan geçen bir toplumuk, bunun yanı sıra bide Almanya işimiz olmasa maazallah ekmeğe muhtaç oluruk o zamanda ölümlerden ölüm beğenirik, neyise bende lafın birini koyuyum birine başlıyım deyince, katip ali söze girerek buda senin meşhur huylarından biri amma bizde alıştık senin böyle yarım yağnış laflarına deyince, delinin iboda ula ali ben sana sabahtan belli Almanyaya nasıl gettiğimizin hikayesini anlatıyım, bizim köylülerin ne zor şartlarda o zor şartların içinde ne dümenlerle ne dolaplarla önüne gelen her taşa başlarını çalarak bin bir güçlükle karşılaşarak Alman doktorlarının elinden sağ salim sapa sağlam çıkarak, okur yazarlığı olmayanlarda bir çaresini bularak okur yazarlıktanda sınıfı geçmeleri bizlere bir kat daha mutluluk vermişti deyince, ali ihsanda söze girerek ibo emmi hakget okur yazarlığı nasıl geçtiniz diye sordu, delinin iboda bizim köylülerden Almanyaya gidenlerin çoğunun ne okuması vardı nede yazmaları vardı deyince, bir kre daha ali ihsan hakget bu okur yazar işinden sınıfta kalmadan nasıl geçtiniz diye bir daha sorunca, delinin iboda yav uşaklar her mayene kısmının birde kapıcısı var, hani mahkemede mubaşir varya hah işte öyle oradada her bölümün bir kapıcısı var, benim gibilerde yani böyle eksiği noksanı olanlar işte o kapıcılarla işi bağlıyıdı, deyelimki benim okumam yazmam yoktur dediğinde, hüseyin koç lafa girerek zaten senin okuman yazman yokturki, peki sen nasıl olduda mayenede okuma yazmayı kazanıpta Almanyaya gettin deyince, delinin iboda ula hüseyin işte bende ona geliydimha, bütün filimlerimizi çektirdiler bütün vücudumuzu bile konturol ettiler çeşit çeşit mayeneler yaptılar en sonunda iş okuma yazmaya gelmişti, gelmişti amma bizimde kalbimiz güm güm diye atıydı orada bir ben değildimki, bizim köyden çoğunun okuma yazması yoğudu, amma hani doktorların kapıcıları var dedimya biz hep birlikte o okuma yazmanın olacağı kapıya gelince.145. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Benim ilk işim o kapıcıyla arkadaş olmak oldu, ona hemen bir selam verip konuşmaya başladım, konuşmayı dahada ilerletip öyle bit tatlı sohbete giriştikki derken derken lafı dönderip dolaştırıp okuma yazmaya getirip bağladım amma bu arada öylen paydosuda olmuştu, öylen paydosu olunca o kapıcıyı hemen yemeğe davet ettim ve bu kısa arada o adamı alıp bir lokantaya götürdüm yemek sırasında bütün durumu vaziyeti arzettim, bizlerin gariban fakir, fakirliğin yanında dürüst ve efendi bir toplum olduğumuzu tek tek anlattım, o adamda Allah var başından sonuna kadar beni dinledi, dinledi ve gözlerini gözüme dayadı baktı baktı yediği yemeğide bıraktı, aha şimdi doydum işte dedi, dedi amma benimde içime bir korku düştü nolduda beyim dedim, eğer bilmeden bir hata ettimse sizden özür dilerim yemeği yemekten niye vaz geçtiniz deyince, adam bana ne dedi biliyinizmi deyince ordaki oturanlar ne dediii diye uzatarak sorunca ,adam bana ,ben dedi sana kızdığımdan falan diye yemeği yememezlik etmiyim, esasında ben senin gibi köylü kardeşlerimin kör kaderine vede o yokluğun pençesinde ezildikleri için dünyaya yön verip insanların bir kısmını fukara konumuna düşüren o pervasızlara isyan ediyorum, ne zamanki böyle yokluk içinde ve okuması yazması olmayan gariban köylülerin böyle acı veren dertlerini duydukca boğazıma birşeyler düğümleniyi, aynı zamanda ben birşeyler yiyisem yiyemez oluyorum deyince, o zaman bana bir rahatlık geldiki Allahım sana çok şükür ya rabbim dedim, bende adama beyim sen bizler için heç tasalanma, yemeğini afiyetle ye vede okuma yazma için içeriye girdiğimizde bize yardımcı olda bizlerde Almanyaya gidek şu yokluktan kurtulak dedim, amma adamada güvenmeye başlamışdımda çünkü adamın o hali bana güven veriydi dediğinde oradan hemen katip ali lafa girdi hastanedeki o adam doktormuyduda sen ona beyim diye hitap ediydin, beyim değilde mesela adı mustafa diyelim mustafa bey diye hitap etsen olmazmıydı yani, sadece beyim demek bir evin hizmetcisi ağasına ya ağam der yada beyim der deyip beyim sözünün nerede ve nasıl kullanılacağını izah edince delinin iboda ey ali ey ben orada beyim dedimse ağzımdan kiramı gitti sanki, hemide bir ata sözü var el öpmeyinen ağız kirlenirmi, sen bu ata sözünü heç duymadınmı, tabiki el öpmeyinen ağız kirlenmez kirlense bile Allahın bol bol suyu var gider ağzını yıkarsın amma mesele o değil, esas mesele o adam içeride doktorun yerinede bakıyı, nasıl bakıyı biliyinmi biz içeri girdiğimizde gördük'ki okur yazarlık imtihanını işte o adam yapıyı, doktorda bir kenara oturmuş bol köpüklü gayfesini içiyidi, yav ali sen öyle diyinya bizim köyden okuması yazması olmayanlar bir sürüydü, mesela bunlardan arap oğlu ali, fateyin alirza, ben,ve dahada bir çoklarının okuması yazması yoğudu işte böyle adamını bulup işi bağladık, ben içeriye girdiğimde hemen adam beni çağırdı geç şuraya otur dedi, kulağımada ben sana şu kaç rakamı dersem hiç tereddüt etmeden üç de yada beş de ama her sorduğuma bir rakam söyle dedi ben oturup o dürbün gibi aletten içeri bakınca ne gördüm biliyinmi içerisinde bir sürü rakam vardı .Bir baktım ki adam bana şu gördüğün rakam kaç? dedi ben de attım onbeş dedim birkaç tane daha rakam sordu ben de hep ayrı ayrı cevap verdim daha sonra bana kalka bilirsin dedi ve ardından hadi hayırlı olsun kazandın dedi bende sağol beyim dedim oradan dışarı çıktım dışarda bekliyenler bana noldu nasıl geçti diye soruylardı bende böyle böyle oldu dedim.Peki senin durmun nasıl iyimi diye soruylardı Eee bizim köylüler de var onlarda soruydu ben de bizim köylüleri bir kenara çekerek burda bu gün bir ben değil ne kadar insan varsa hepside bu okuma yazmadan sınıfı geçecekler dedim ve muayenenenin sonunda diyelim ki ikiyüz kişi imtahana girdi ya bu ikiyüz kişinin elli kişisinin okuma yazması yoğudu amma o günü ne okulda kalındı ne de sınıfta kalındı hepimiz imtahanı geçmiştik köylüler almanya işi için uğraş verirken Sami bey de kendine bir cip almıştı bazı ücra yerlere cipiyle daha rahat gidip gelmekdi gayesi o civarda olsun veyahutsa tüm Malatya'da olsun Sami bey gibi tüccar yohudu kaysı alıp satıyı çekirdek alıp satıyı dı ve Malatya'nın bütün havalesinde tanımayanıda yoğudu millet vekili adayı olacaktı bir millet vekili adayınada böyle bir cip yakışırdı. 146. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Hemide seçim propoğandasını daha rahat yapması için almıştı, nitekim öylede oldu. sami bey malatyadan birinci sırada T.B.P. millet vekili adayı olmuştu ve seçime odaklanmıştı, en çok korktuğuda milletin daha bilinçlenmemesi ve aydınlanmamasıydı, yavuz sultan selimden bu yannı bu millete baskı zulüm ve işkence uygulanmıştı, hemide bu vatanın özbe öz milleti olan bu asil millet sindirilmişti işte bu esaretin zincirini kırmak istiyordu, hatta dahada ileriye giderek partileri gerekli çoğunluğu sağlarsa ülke yönetimine talip olmak istiyordu, mesela yeni çeri dönemindeki gibi. osmanlının yeni çeri ordusuyla at koşturduğu ve dünyada söz sahibi olduğu gibi kendiside milletiyle birlikte partisinin gözetimi altında demokratik teamüller içinde yaşamak ve olmak istiyordu, ne zamanki yeni çeri ordusunu ve bektaşi tekke ve zaviyelerini aynı zamanda dedeliğinde sona erdirilmesini uyguladılar bu uygulamalarının ardından altı yüz yıllık osmanlı saltanatının ufak ufak çöküşünün başlaması ve mısırdan gelen ulemaların fitne fetvalarıyla ülkenin dahada kötüye gitmesinin acısı ve ızdırabı vardı sami beyin o güzel yüreğinde, işte bu çarpık düzen için millet vekili adayı olmuştu, olmuştu amma aklına gelende başına gelmişti o seçimi az bir farkla kayıp etmişti, seçimi kayıp etmesi sami beye çok acı vermişti, bu acı ve hüzün kendisine ağır darbeler vurmaya başlamıştı, ve ilk defa bir kalp krizi geçirmesine sebep olmuştu, sonuçta Türk hekimlerinin sayesinde hayata geri döndürülmüştü. bu arada Almanyaya gidecek köylülerde kara trene binerek ülkelerinden sevdiklerinden hele hele yavuklularından ayrılıp Almanyaya doğru yola çıkmışlardı. sami beyde o seçimden sonra gene kaysı ve çekirdek tüccarlığına devam ederek dünyanın acımasız zorluklarına karşı hayatını idame ettirmeye çalışa dursun, Almanyaya gurbetçi giden köylülerden sesi güzel olan hüseyin altınok namı diyar (billor) bir fethiyeli olarak ilk plağını çıkarmıştı, evet fethiyenin ilk sanatçısıda böylece kabuğunu kırarak meydana çıkmıştı onu takiben arkasından diğer sanatçılarda gelmeye başladı. sami beyde bir sonraki seçime daha enerjik olarak memleketin ücra köşelerine kadar ulşıp halk ile bire bir irtibat içinde olmak kaydıyle dahada kuvvetli bir çalışmayla seçimin sonucunda T.B.P. malatya millet vekili olarak T.B.M.M.ne girmişti nitekim sami bey hedefine ulaşmış ve başarmıştı, fethiye köyü ilk sanatçısını çıkardığı gibi tarihde ilk milleti mebusan, yani millet vekilini çıkarmanın gururu ve kıvancı içindeydi, sami bey meclise girince arkadaşlarının çoğu Almanyaya işçi olarak gidip odur budur hayatlarını Almanyada idame ettiriyler, mürteze ise namı diyar (GARİP MİRTO)da gençliğinde yapmış olduğu fırıncılığı yani ekmek pişiriciliğine tekrar dönüp fethiyede ekmek fırını açarak oda fethiyede hayatını idame ettirmeye başladı, ancak her doğan canlının bir ölümü olduğu gibi bir fethiyeli olarak malatyadan T.B.P. malatya millet vekili olan sami bey bir daha kalp krizi geçirerek hayatta kalmaya tutunamadı ve hakka yürüdü onun ölümüne bütün millet tanıyan tanımayan ve beraberinde yer gök bile ağladı onun ardından daha sonraları GARİP MİRTO uyuduğu yatağından sabah erken kalkarak sevgili eşi yeterin sac ekmeği pişirdiği ekmek damına gidiyi GARİP MİRTO birazda şakacı ve espirili olduğu için eşine, yeter eğer ben ölürsem sen nasıl türkü çağıracaksın ben ölmeden hele bir türkü söylede dinleyem diyerek eşi yetere şakasınıda yaptıktan sonra gün daha erken olduğu için tekrar gidip yatağına yatıyı, yeterde ekmeğini pişirip her işi bitirdikten sonra, herif daha yatıyı gün öylen oldu gidemde şunu kaldıram diyerek kocasının başına varıp mirto mirto gün öylen oldu daha ne yatıyın de hadi kalk diyor amma mirto,dan hiç ses seda çıkmıyor, uyandırmak için eliyle dürtüyor mirto mirto gene ne bir ses nede seda yok uyanacağıda yok sanki biraz evvel mirto hiç şaka yapmamışda yıllar önce oda Hakka yürümüştü, evet bu GARİP MİRTO,nun yazarı yusuf aslan çukur ova toros dağlarının eteğinde nernek köyünden kadim dostu kasap cengizden her yıl kurbanlık aldığı gibi bu kitabı yazdığı yılda kurbanlık almıştı, yusuf aslan Romanını kasap cengize bir kaç kez anlatmasına rağmen kasap cengizin işlerinin yoğunluğu nedeniyle unutmuştu, yusuf aslan kadim dostunun yanından kalkıp Adanaya giderken kasap cengizde arkasından bağırarak eyy kadim dostum senin şu romanıyın adını unuttum hele bir daha söyle duyam dediğinde, yusufaslan'da geriye dönerek benim Romanımın adı GARİP MİRTO, garip mirto, garip mirtoo. SON.
SÖZ; yazar, YUSUF ASLAN. 147. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------